Esra Aydın – 28 Şubat Mağduriyetiniz Kutlu Olsun…

28 Şubat darbesi giderek bir takvim gündemine dönüşürken, bu siyasal kıyımın bedelini ödeyenlere giderek daha az kulak verilir oldu. Başörtüsü yasağı, her türlü siyasetin nesnesi halinde tüketilirken, bizzat öznelerini pek az dinler olduk. Öyle ki özneleri arasında kurulan hiyerarşiler, imtiyazlar ve katmanlar görünmez hale geldi. Esra Aydın’ın bu cesur, içten ve eleştirel yazısı bize başörtüsü yasağına ve sonrasına dair bambaşka bir tecrübeyi aktarıyor. Aydın’ın yazısını, Yenişafak gazetesinin Başbakan’ın Avusturya gezisinde yaptığı bir davetle birlikte, yanyana koyduğumuzda ve okuduğumuzda karşımıza çıkan tablo da oldukça manidar. Esra Aydın’ın meselenin öznesi olarak söylediklerinin üzerine söz beyan etme hakkını üzerimize görmeden olduğu gibi alıntılamak istiyoruz. Tüm kalbimizle kulak kesiliyoruz… 

ESRA AYDIN 

Malum gündem irrite ediyor beni. Aklıma bir sürü kötü anı geliyor, hoşlanmıyorum bu gündemden. Hayır, hayır, darbeciler değil; onlar işte, dinciler geliyor…

Ne yalan söyleyeyim; duygularımı gözden geçirince darbecilere karşı pek öfkeli değilim. Onların safı belli, görülecek hesap aşikar. Peki ya sonrakiler?

***

Beni çok yoran bir iş olan ve zaten paramı ve sigortamı alamadığım TV haber editörlüğünü bıraktıktan kısa bir süre sonra (çünkü beni başka hangi basın kurumu bu tesettürümle işe alırmış ki) İstanbul’daki İslami kolejlerden birine iş görüşmesine gittim. Referansım iyiydi ve ben sadece basit bir memuriyet işi olduğu için tercih ettim. Öğrenci işlerinde kayıt tutacaktım. Başım başka politik meselelerle ya da düzenbazlıklarla ağrımayacaktı.

Başakşehir’deki bu koleje okul sahibi ile görüşmek üzere gittiğimde, ilk dakikalarda her şey yolunda görünüyordu. Biraz daha konuşunca patron, “Hocam, başörtüsü sorunu yüzünden sizler de çok çektiniz. Layık olduğunuz yerlere gelemediniz. Ve şimdi sizin bu işi yapmanız haksızlık olur, sizin için daha uygun bir iş ayarlayalım.” dedi. Benim için bu işin daha uygun olduğunu söylesem de dinletemedim. Yaklaşık 3 saatlik bir toplantının ardından okulda sanat eğitimi koordinatörlüğünde karar kıldık. Okul müdürleri ile toplantı yaptıktan sonra dönecekleri söylenen işe bir hafta içinde başlamayı bekliyordum. Üç hafta sonra referans olan arkadaşım döndü ve mahcup bir şekilde “Esracım, tesettürünün(başörtünün boyutunun) velileri tedirgin edeceğini düşünüyorlar, o nedenle iş olmadı.” dedi.

***

Yazmaya başlarken anlatacağım çok şey var diye başlıyorum. Fakat yazarken çok sıkılıyorum ve dağıldığım için de yazmaktan vazgeçiyorum doğrusu. Mesela TV’de yaşadıklarımın küçük bir bölümünü paylaşacaktım bu yazıda, ha bir de kolejdeki başörtülü (ben ötekileştirmiyorum lakin onun başındakine mendil de diyorlar) bir müdür yardımcısının başörtüm konusundaki bizzat yüzüme söylediği fikirleri vardı. Ama bunlar da küçük meseleler. Ben başka bir şey söyleyeceğim, bir itirafta bulunacağım:

İzmit’te başörtüsü mücadelesi sürecinde okulu bırakan birkaç arkadaşım bu yıl üniversite sınavlarına girmeye karar verdi. Onlarla zaman zaman bir araya geliyoruz. Bu görüşmelerimizin birinde arkadaşım; “Şimdilerde üniversiteye girmek avantaj olabilir, aksi halde AKP iktidarının muhtemel yıkılışı durumunda yine başörtülü üniversitelere girilemeyecek.” dedi.

Ben, “Şayet üniversitede okurken başörtüsü yasağı ile karşılaşsam, bu kez direnmeyeceğim.” diyerek karşılık verdim.

Hepsi şaşkın yüzüme baktı. Daha önce böyle bir durumu düşünmemişlerdi çünkü. Aslında konu açılana kadar ben de düşünmemiştim. Bir süre sessizlikten sonra tek tek hepsi beni onayladılar. Zira yalnızca bizim (gibilerin) fark ettiği bir durum vardı. Başını açarak okuyan (belki de onlar okula devam ederek direndiler;) ) ve şimdilerde başörtüleriyle toplumda gurur kaynağı olan, kariyer yapan kimselerin bizim mücadelemiz üzerinden büyüdüğünün hepimiz farkındaydık. (Ahiret ecri bizim kendi iç meselemiz. Kimse bu boyutu ile teskin etmeye çalışmasın. Çünkü mesele başka.)

Başörtüsü yasağı mağduriyeti başını açmayarak okulu bırakanlardan çok, başını açarak ‘mahzun” olanların popülaritesi üzerinden dile getiriliyor.

Yetmezmiş gibi, bu ‘okumuş’ ablalar bile üniversite eğitimini tamamlayamayanların sözünü dinlerken iki kez düşünüyor. Onlardan toplumsal bir analiz duyuyorsa “Wallerstein bile okumamıştır” diye düşünerek aciz bakıyorlar.

Örneğin; ben her zamanki bilmişliğimde konuşarak sempati uyandırdığımda (:P) bana ilk yöneltilen sorulardan biri “Hangi üniversiteden mezunsun?” oluyor. Çok şükür bir üniversiteden mezunum. Olmayabilirdim de. Ama yüzlerdeki ifadenin değişmesinin sebebi şu; okulumun YÖK’te denkliğinin olmaması…

(Aslında buraya da birkaç anı ve ayrıntı da sıkıştıracaktım, vazgeçtim.)

Akademide yer alan arkadaşlarım ısrarla, YÖK’te denkliği olmayan bir üniversiteden mezun olmadığım sürece ne üretirsem üreteyim değerli olmayacağımı söylüyor. Halbuki farkında değiller; ben en çok sıkıntıyı dincilerle yaşıyorum. Başörtüsü mücadelesi vermenin onurunu ise en çok Müslüman olmayan arkadaşlarımla bir aradayken yaşıyorum… Sorun varsa, bu da dincilerin kompleksidir.

1 Response

  1. bedri dedi ki:

    Dinci kavramının taşıdığı derin ve farkeden için itici gelebilecek olan eklektizmini kenarda tutarsak, ki şu durumda yaşanmış olanların vehameti ve yaşanması muhtemel olanların tanıklığı çok daha ötesinde bir elestirelligi haklı kalabiliyor, yazi oldukca guzel olmus. Esra hanıma yazısı için tesekkur ediyorum.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir