Akif Emre – Ertelenmiş Eleştiri Öldürür!

AK Parti iktidarı fetretini yaşarken, kimileri canhıraş bir çabayla batan gemiden kurtulmaya, kimileri de su sızdıran sintineyi onarmaya uğraşıyor. Biz, aynı gemide olmadığına kanaat getirenler ise başka bir şey söylüyoruz. En doğruyu bildiğimizden felan değil, ama istikamet hakkında sözümüze, geminin meseleleri hakkındaki eleştirilerimize itibar etmeyenlere bu saatten sonra hayrımızın olmayacağını düşünüyoruz. Akif Emre, İslami camiada mumla aranan, sistematik olarak dışlanan, failleri tasfiye edilen eleştiri kurum ve kültürüne dair yazmış. Yaşadığımız zor zamanlardan huruca vesile olması temennisiyle kulak kesiliyoruz

AKİF EMRE

‘Ölmeden önce ölünüz…’ Tüm ölümler bu ölmeden önce ölmeyi terk edişlerimizden… Ruhun ölümü, adaletin ölümü, vicdanın ölümü, insanlığın ölümü… Ölmeden evvel ölmeyi unutuşumuzdan…

Bu nebevi düstur hayatın eksenine oturtulabilseydi hem bireysel hem toplumsal hem siyasal kırılmalarla yaşanan acıların pek çoğunun önüne geçilebilirdi. Bu sarsıcı düsturun devamı daha sarsıcı: ‘ölmeden evvel kendinizi hesaba çekiniz!’

Eleştiriyi ertelemenin toplumsal tezahürü ‘kol kırılır yen içinde kalır’ ifadesi. Kişiler içinde bulunduğu cemaati, siyasal kampı, toplumsal aidiyeti vb. özeleştiri yeteneğini kaybettikçe, siyaseten zorunlu görüleni yapmak adına hakikati erteledikçe aslında söz konusu hareket kendi meşruiyetinin ölümünü yaklaştırıyor demektir. En fazla, reel gerçekliğe yaslanan toplumsal, siyasal varlıklar, ertelenmiş eleştirilerin kurbanı olurlar; önce varlıklarını anlamlandıran hakikatleri deforme olur, sonra varlık gerekçeleri, anlam alanları kendi zıtlarına dönüşür. Tıpkı insan nefsi gibi; hatayı ayıklamadıkça, o hata hata olmaktan çıkıp alışkanlığa dönüşür ve ‘ahlak’ haline gelmeye başlar.

Cumhuriyet elitinin eleştirilere sağır kesilmesinin nedeni ideolojikti. Yeni bir medeniyete taşıyacaklardı memleketi ve bu yolda yapılan her eleştiri o ‘kutsal uygarlık mücadelesini’ engellemeye yönelikti. Özeleştiriyi ertelemek için de hem hafızalarının kurbanı oldular, hem de reel şartların. Sonlanmış bir imparatorluğun yıkım hatıraları beyin hücrelerine kadar işlemişti. Bin bir zorlukla kazanılan bağımsızlığı korumalıydılar! Bu gerekçe her tür eleştiriyi ertelediği gibi tüm toplumun vicdanını, sesini rehin alan, kendi söylemini, konumunu mutlaklaştıran bir baskıya dönüşecek, bu dondurulmuş arkaik ideoloji zamanla profan, siyasal bir imana haline gelecektir. Her kesimin sımsıkı sarıldığı kendi gerçekliğinin hakikatten ve hakikat duygusundan kopmasıyla kendi gerçekliğinin esiri haline gelmesinin kısa tarihidir, yakın siyasal tarihimiz.

Benzer biçimde ‘özeleştiriyi erteleme’, ‘eleştiriye karşı içe kapanma refleksi’ sistemin dışına ittiği, baskıya uğrayan cemaatler, siyasal yapılar için de geçerli oldu. Muhalifinin, hatta muarızının diline yaklaşan ve hatta o dili benimseyen bu kendine yabancılaşma hali, belki uzun sürede fark edilemeyecekti. Ne zamanki kendi çevresinden çıkıp toplumsal sorumluluk almaya, siyasal alanda varlık göstermeye, ekonomik güç sahibi olmaya başladıkça üstü örtülen, yen içinde kalan kolların kırıklığı iş tutuş tarzında ortaya çıkacaktır.

İktidar katında yaşananları anlamak için ‘nerede yanlış yaptık?’ sorusunu sormakla başlamalı. Komplolar sadece bizim içimizi rahatlatmaya yarar, komplo teorileri için neden kullanışlı olduğumuzu açıklamaz. Eleştirilerimizi ertelememiz; kendimizi hapsettiğimiz siyasal, toplumsal klanlarımızda hedef ve niyetlerde ne kadar samimi olursak olalım biriken tortuların bu yapıları esir almasıyla sonuçlanır.

Muhafazakarların siyasal güçle, ekonomik kazanımlarla, toplumsal etkinlikleriyle sınavı; ertelenen ve zamanla da yok sayılan eleştirilerin, bir türlü cesaret edilemeyen özeleştirilerin yekûnundan ibarettir. Kendinizi nereye ait hissederseniz hissedin, herhangi bir gazeteye göz atarken ‘zamanında demiştim, dikkatimi çekmişti ama…’ diye başlayan cümleler duymak, bizzat bu cümleleri kurmak herhalde en sık rastlanan durum haline geldi.

Bu anlamda ‘muhalif’ olmanın değil ama ‘muhalefette olma’nın dayanılmaz bir cazibesi de var… Sürekli eleştirme hakkını kendinde görme imtiyazıdır bu. Hem bireysel olarak hem de cemaat, cemiyet, siyasal yapı, organizasyon, hatta kültürel aidiyetlerde bile muhalefette olmanın kendiliğinden haklılaştıran bir psikolojisi vardır; sürekli beslenen ama hiç test edilmeye imkan tanımayan tek yönlü bir haklılaştırma. Kendinden haklılığın en zehirleyici tarafı, mağdurken zulme meyletme potansiyelidir.

Sistemin başından beri kendiyle yüzleşmeyi erteledikçe bir türlü çözme cesareti gösteremediği etnik, dini, kültürel sorunlardan kaynaklanan sokak hareketliliği, taleplerinin yok sayıldığını, bir türlü çözüm üretilmediğini düşünen kitlelerin maruz kaldıkları aşağılanma ve acının dışa vurumu da benzer tehlikeyi ihtar ediyor. Bizzat mağduriyetten çok, mağduriyet söylemini üretenlerin bu söylemi siyasal amaca taşımaları kaçınılmaz. Bu sosyal ve psikolojik sorunların siyasete taşınmasından doğal bir şey olamaz. Sorun her şeye karşı sorumsuz ve her halükarda haklı ve herkesten alacaklı bir dilin siyasetin yerini alması. Bizzat her tür eleştiriden, ölçüden muaf hale gelme duygusunun gittikçe siyaset yapanlara hakim olması…

devamı için: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/AkifEmre/ertelenmis-elestiri-oldurur-/50766

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir