İsmail Kılıçarslan – Harira da mı İçmeyek?

Dicle’nin kıyısında kurda kaptırılan koyunun derdine düşenlerin, yaptığı yanlışları kılıçla düzelttirenlerin tarihinden gelip,  evine ekmek götüremeyenlerin kahrından intihar ettiği ve bizlerin de sırtımızı döndüğümüz günleri yaşamak gerçekten kahredici, Necip Fazıl “Destan” şiirinde şöyle diyordu: 

Allah’ın on pulunu bekleye dursun on kul; 
Bir kişiye tam dokuz, dokuz kişiye bir pul.
Bu taksimi kurt yapmaz kuzulara şah olsa;
Yaşasın, kefenimin kefili karaborsa!         

Diyarbakır’da çocuklarına yemek veremediği için bir anne intihar etmişti, sonra Diyarbakır Silvan’lı Hacı Oruç, eşinin “evde yemek yapacak bir şey yoktu o yüzden yemek yapamadım” demesi üzerine kendini astı. İslam toprağında ve üstelik Ramazan ayında iftarda dağın taşın doyması gerekirken, birileri yokluktan intihar ediyorsa, başta yöneticiler olarak bütün Müslümanların şapkalarını önüne koyup vicdan muhasebesini iyi yapması lazım. İsmail Kılıçarslan işte bu meseleyi  çok güzel bir şekilde anlatan bir yazı yazmış, sizlerle paylaşmak istedik.

İSMAİL KILIÇARSLAN

18 Temmuz 2010 günü ajanslara düşen haber tam tamına şöyleydi: ‘Diyarbakır’ın Silvan ilçesinde 40 yaşındaki Hacı Oruç, evde parasızlık yüzünden iftar için yemek pişmediğini öğrenince kendini asarak intihar etti. Kaldırıldığı hastanede 3 gün süren yaşam mücadelesini kaybeden Hacı Oruç vefat etti.’

18 Temmuz 2013 günü, yani bu haberden tam 3 yıl sonra, o gün, işim gereği, Kuruçeşme’deki Defterdar İbrahim Paşa Camii’nde iftarımı açmış; eve gitmek üzere sahilden ikinci köprüye doğru yola çıkmıştım. Sağda, önünde bin çeşit lüks arabanın olduğu bir yerin önünden geçerken arabadaki yönetmen arkadaşım ‘abi, burası o yeni açılan muhafazakar mekanı. Çay 6 lira, iftar menüsü 80 kağıt’ dedi. Fas mutfağından çok özel Harira çorbası, karpuz aromalı limonata, Özbek mantısı falan varmış meşhur mekanın iftar menüsünde.

AK Parti iktidarı, bunu isteyip istememesinden bağımsız olarak, kendine mahsus bir zengin üst sınıfın oluşmasını sağladı. Ben bu zengin üst sınıfa uzun süredir ‘yeni muhafazakar tosuncuklar’ diyorum.

Yeni muhafazakar tosuncukların en belirgin özellikleri ‘servet sahibi olmanın kötü bir şey olmadığını’ temcid pilavı gibi tekrarladıkları o zeka yoksunu, düztaban diskurları.

Meseleyi birkaç örnekle kaynağına götürelim.

Bir bedevi, Mescid-i Nebevi’ye girdiğinde, kimin Allah’ın Peygamberi olduğunu anlayamamıştı. Çünkü Risaletpenah Efendimiz’in sedef işlemeli bir tahtı, birkaç yakın koruması, ipekten elbisesi, gösterişli bir devesi, altın ve mücevherlerle süslü bir hançeri yoktu. Mescitteki herkes nasıl görünüyorsa, O (sav) da öyle görünüyordu. Medine, tarihin görüp görebileceği en ‘sınıfsız toplum’lardan biriydi bu anlamda.

Hazreti Ali, pazar denetiminde hurma satan bir adamın önünde durmuş, ona ‘bu hurma niçin 3, diğeri niçin 5 dinar’ diye sormuş; iki hurma çuvalındaki hurmaları karıştırıp ‘hurmalarını 4 dinardan satarsan kimse kendini eksik ya da üstün hissetmez’ demişti.

Müslümanların en zenginlerinden biri olan Hazreti Ebubekir, çeşitli vesilelerle 3 ya da 4 kez bütün servetini, tek bir kuruşu kalmamacasına, Müslümanlara infak etmişti.

İslam, servet sahibi olmayı kınamaz; lakin servetin yanlış kullanımına sert şekilde karşı çıkar. Servetin yanlış kullanımını ise zekat-sadaka vermemek, infak etmemek, cimriliğe, israfa ve ‘mal biriktirme arzusuna’ yenilmek olarak tanımlar.

Yeni muhafazakar tosuncuklara, bu genel hükümleri hatırlattığınızda ‘iyi de, zekatımı veriyorum; malımın geri kalanını nasıl kullanacağımdan sana ne’ diye cevap verir size. (Zekatını da genellikle bağlı bulunduğu ve bağlantılarıyla iş yaptığı cemaatlerden birine verir. Zekattan çok bir çeşit ‘iş anlaşması bedeli’ diyorum ben buna. Uzun meseledir, belki sonra konuşuruz.)

Yok öyle. Bu, ‘sana ne’ diyerek işin içinden çıkılacak bir şey değil. Senin bindiğin 400 bin liralık jiple kaç tane Müslüman’ın hayatının kurtulmasına vesile olacağının hesabını yapacak kadar matematik biliyorum zira. 80 lira ödediğin iftar menüsünün kaç öğrenci evinde kaç delikanlının boğazından sıcak yemek olarak geçebileceğini tahmin edebiliyorum.

Ben ‘sosyal adalet’ dedikçe sosyal medyada sıkça önüme konulan bir hadis var: ‘Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde görmek ister!’

‘Bana bunu gönderen yeni muhafazakar tosuncuk, keşke ilgili hadis-i şerifin başını da okusaymış’ diyorum her seferinde. Çünkü Buhari ve İbnu Mace’de geçen hadisin tam metni şöyle: ‘Yiyiniz, içiniz, sadaka veriniz ve giyininiz. Ancak kibirlenmeyin ve israf etmeyin. Şüphesiz Allah nimetinin eserini kulunun üzerinde görmek ister.’

Mısır’da, Suriye’de, Diyarbakır’da, Myanmar’da, Üsküdar’da, dünyanın ve ülkemizin dört bir köşesinde yarı aç yarı tok yaşam mücadelesi veren Müslüman’ın gözlerinin içine bakarak ‘servetimden sana ne’ diyemeyiz. ‘Müslüman her şeyin en iyisine layıktır’ hadisini sadece ‘ben en iyisine layığım’ olarak anlarsak sıkıntı olur. Müslüman, paylaşmanın, infak etmenin, zekat vermenin en iyisine layıktır yahu.

Diyarbakır’da iftar vakti fakirlikten intihar eden Hacı Oruç’un hesabının bizden sorulmayacağını düşünüyorsak İslam’dan, İslam’ın sosyal adalet kavramından hiçbir şey anlamamışız demektir.

Üstelik Harira çorbası, evde kolayca yapılabilen ve çok ucuza mal edebileceğiniz bir çorbadır.

Kaynak: http://yenisafak.com.tr/yazarlar/ismailkilicarslan/harira-da-mi-icmeyek/38758

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir