“Yoksulluk ve Yoksunluk Üzerine” – Süleyman Seyfi Öğün

Geçtiğimiz Cumartesi günü çok hoş bir söyleşi gerçekleştirdiğimiz Süleyman Seyfi Öğün hocadan Latin Amerika’daki sol hareketler üzerine çok güzel bir yazı geldi bugün. Hoca, sohbette de hayli sıkı bir radikalizm vurgusu yapmıştı. Bu radikalizme “anti”ler, yani karşıtlıklar üzerinden değil kuruculuk, inşacılık üzerinden hayat vermemiz gerektiğine işaret etmişti. Alternatifi, bugün ve burada kurmaya başlamamız gerektiğine parmak basmış, bunu yaparken peygamberimiz Hz. Muhammed’in Medine’ye hicreti ve orada örnek ümmeti inşa etmesi sünnetini hatırlatmıştı. Hoca aynı sohbette, Karatani’nin, Proudhon’un, Harvey’in isimlerini sıkça zikretmiş, radikal alternatif düşünceler arasında ilham verici bir patika kurmuştu. 

Bu yazıda daha somut bir olguyu, Latin Amerika’da son dönemde güç kazanan, etki yaratan ve alternatif arayışları uygulamaya sokan sol hareketler üzerine güzel bir analiz yapmış. Hocanın dediği gibi gerçekten de Türkiye’yi Latin Amerika’nın aynasında seyretmeye ihtiyacımız var. Küresel güçlere gerçekten nasıl karşı dik bir duruş sergilenebilir, o güçlerin vaaz ettiği içtimai düzene alternatif olacak daha adil bir düzen nasıl inşa edilebilir, bu coğrafyadan öğreneceğimiz çok şey var.

Velev ki gerçekten niyetimiz bu; küresel zalimlere, onların kibrinden farksız bir kibirle karşı konulmaz. Konulsa da inandırıcı olmaz. Bir milliyetçiliği başka bir milliyetçilik, bir firavunu başka bir firavun paklamaz. O büyük güce ve kibre ancak adaletle, hakkaniyetle ve bunları –lafta bırakmayıp– şimdi ve burada inşa ederek karşı konabilir.  

Öğün’ün konuşması ve bu yazısı bana bunları çağrıştırdı. Lafı uzattık, yazıya bağlanalım.

Alp Çıracı

http://yenisafak.com.tr/yazarlar/SuleymanSeyfiOgun/yoksulluk-ve-yoksunluk-uzerine/46711

 

YOKSULLUK VE YOKSUNLUK ÜZERİNE…

Aslında Meksika’dan başlayarak aşağıya doğru Lâtin Amerika’da son on yıllar içinde tuhaf şeylerin yaşandığını biliyoruz. Bu devâsa coğrafyada yaşananlar toplumsal-sivil ve siyâsal düzeyde iki anadamar içinde akıyor. Daha önemlisi; bu iki akım bâzen birleşiyor, bâzen çoğu kez ayrışıyor.

1970-1990 arasında anarkokapitalizm ile teslim alınan, kanlı faşizmler yaşayan, yolsuzluk, rüşvet, kara para ilişkileriyle kirlenen ve çöken yapıların yerini, bu kıt’aya özgü yeni bir sol dalga ve onun siyâsal iktidarları almış durumda. Yeni Sol kavramı aldatıcı olmasın. Lâtin Amerika’daki Yeni Sol, kendisini tamamen kültürel siyâsetlere adamış, ekonomiye ya da nesnel insanlık durumlarındaki sorunlara ilgisini kaybetmiş Avrupa ya da Kuzey Amerika Yeni Sol’undan çok ama çok farklı. Lâtin Amerika Yeni Sol’unun en bâriz özelliği, halâ yoksulluk gibi insan hayatının en temel meselelerine odaklanmış olması. Yâni Lâtin Amerika sol’u; sol’u en temelde sol yapan tutunum noktasından sapmış değil. Ama daha önemli bir husus var: Lâtin Amerika’da sol, eski materyalist, Marxist soldan çok farklı olarak, kendisini dinî değerlerle ve alternatif kilise oluşumlarıyla ortaya koyuyor. Onun için Lâtin Amerika Sol hareketlerinde rehberlik eden ideoloji, Özgürlükçü İlâhiyat (Liberal Theology) olarak biliniyor. Dolayısıyla bu donanımı ile Lâtin Amerika’da sol; bir zamanlar Gramsci’nin, Hapishane Defterleri’nde altını kalın çizgilerle donattığı bir paradoksu, hegemonya paradoksunu aşıyor.

Lâtin Amerika solunun daha baskın bir diğer özelliği son derecede barışçıl yöntemlerle gösterişsiz ama derin etkileri olan sivil toplumsal programlar yürütebilmesi. En başta, bir zamanların eli silahlı Zapatistaları bu siyâset değişikliğini başardılar. On yıllardır Meksika’nın ücrâlarında hayatı iyileştirmek için örgütlü bir çaba içindeler. Kiliseler, çok sayıda sivil toplum kuruluşları bu çabaları derinleştirerek sürdürüyor.

Lâtin Amerika’da siyâset ise güçlü popülist geleneklerini sürdürüyor. Unutmayalım, Peron bunun âdeta ideal tipidir. Popülizmin demokrasi ile bağı çoğunlukçuluktur. Dolayısıyla popülizm, demokratik hassasiyetleri incelmiş kesimlerce beğenilmez. Bu bir yana, Lâtin Amerika’daki Yeni Popülizm son zamanlarda moral bir damardan da akmaya başladı. Bu, insan onurunu, onun maddi konumunun önüne ve üzerine koyan bir bakış. Bu işledikçe sivil-toplumsal birikim ile siyâsal popülizmler bütünleşiyor.

Sağlığında Chavez’le yapılan bir söyleşiye rastgeldim. Söyleşiyi yapan kişi Chavez’e benim de karşılığını merak ettiğim soruyu soruyordu; Milyarlarca dolarla ne yapıyorsunuz? Chavez’in buna, (meâlen) şu dikkat çekici cevabı veriyordu: ‘Bizim amacımız insanların cebini dolarlarla doldurup, onları Amerikan rüyâsının bir parçası hâline getirmek değil. Bu kolay olurdu. Biz elbette ki gecekondulardaki insanlarımızın hayât koşullarını ‘kendilerinin iyileştirebileceği’ programlar yürütüyoruz. Ama onlara, bu dolarların sâhibi Miami özentili azınlıkların yoz hayatını örnek gösterip, her seferinde onurlu bir hayatın maddî zenginlikle ölçülemeyeceğini söylüyoruz. Bizim yolumuz çok uzun. Bu cümleler Chavez’e ilişkin içimde özel bir sempati doğurmadı ama, cümle önyargılarımı bir anda çöpe gönderdi.

Geçenlerde de Uruguaylı dünyanın en yoksul ama onurlu Cumhurbaşkanı Jose Mujika’nın küçük bir apartman dairesindeki günlük hayâtı haber oldu. Lâtin Amerika’da bir şeyler oluyor. FED eğer köpükleri çekme kararlılığını gösterirse, yarı-merkez ülkelerde işler alt üst olacak. Ama Lâtin Amerika’daki tecrübenin bu durumda da söyleyeceği bir şeyler olacak. Belki görece yoksul ama yoksunluk duygusundan arınarak yaşamak üzerinden. Biz bu kıymetli düşünceyi yüzlerce berbat Yeşilçam filminde tahrif ettik, grotesk kılarak bayatlattık. Her neyse, arada bir de olsa Türkiye’yi, Lâtin Amerika aynasında seyretmek iyi olur…

1 Response

  1. 13 Ocak 2014

    […] Seyfi Öğün’ün önce İDE’deki konuşması, ardından Yeni Şafak’taki son yazısı bizleri heyecanlandırıyor. Her şeye rağmen hala bir başlangıç noktamız olduğunu […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir