Ev İşçileri İle Söyleşi

Emek ve kadın sorununun bu kadar içe içe geçtiği başka bir alan var mıdır acaba? Bir sendika düşünün ki talepleri arasında hem sosyal güvencenin sağlanması hem de şiddet, taciz ve tecavüzün önlenmesi olsun.  Bahsettiğimiz iş, ev işçiliği.  Kendilerini şöyle tarif ediyorlar;  “Bizler ev işçisi olarak hayatımızı, başkalarının çocuklarını eğiterek ve evlerdeki yemek, temizlik, ütü, hasta ve yaşlı bakımı gibi diğer işleri yaparak kazanıyoruz.  Kimisine göre enformal sektörün en altındakiler, kimisine göre modern köleler, kimisine göre ise evlerinden, yurtlarından, köylerinden edilmiş kadınlarız.”

Biz kimsenin kadını değil “ev işçisiyiz” diyerek sorunlarına çözüm üretebilmek için sendika kurmuşlar.  Çözümü hiç de zor olmayan talepleri var aslında. Ama İş Kanunu’nda ev işçiliğinin tanımı bile yapılmamış. Bir de geçtiğimiz şubat ayında sendikalarının kapatıldığını öğrenmişler. Velhasıl anlatacak çok şeyleri var ve biz de kulak verelim elimizden geldiğince destek olalım istedik.

“Ev İşçileri Dayanışma Sendikası’nın” başkanlığını yürüten aynı zamanda kendisi de ev işçisi olan Gülhan Benli ile konuştuk.

Ev işçileri Sendikası nasıl kuruldu, örgütlenme süreciniz nasıl gelişti?

Biz 2009 tarihinde çalışmalarımıza başladık, önce DİSK ile görüşmelerimiz oldu. Ne yapabiliriz, kendimizi nasıl güvence altına alabiliriz diye DİSK’te Süleyman Çelebi ile görüştük. Bizi Genel İş 3 nolu şubeye yönlendirdi.  Bir süre bu görüşmelerimiz devam etti fakat bürokratik engeller nedeni ile çok bir şey yapamadık.  Daha sonra dernek olarak faaliyetlerimizi sürdürdük. (Ev İşçileri Yardımlaşma Derneği Girişimi)

Kaç kişi başladınız?

3-4 kişi başladık. Küçük bir gruptuk, çok fazla kişi değildik yani ama bunun arkası gelmeye başladı. Sorunlarımız için neler yapabiliriz, nasıl çözümler üretebiliriz diye bir araya geldik. Ev işçileri yardımlaşma derneği girişimi olarak bir takım faaliyetler yapmaya çalıştık. Bu süre içerisinde dernek mi olalım sendika mı olalım diye tartışma içerisindeydik. Sonuç olarak dernek olarak bir hak arama örgütü olamayacağımız, sendika olarak çalışmalarımıza devam edebileceğimizde karar kıldık. Böylece 15 Haziran 2011’de ev işçileri dayanışma sendikası olarak evraklarımızı teslim ettik ve kuruluşumuzu basına ve kamuoyuna deklare ettik. 15 Haziran tarihini de özellikle seçtik, çünkü bu tarih işçi sınıfı açısından önemli bir tarih, aynı zamanda ILO sözleşmesinin de ev işçileri ile ilgili maddesi 15 Haziran’da kabul edildi.

Tabi bu zor bir süreçti sendikalar masası bizim bildirimlerimizi geri vermeye çalışarak kabul etmek istemedi. Biz almadık ve 8 ay sonra kapatma kararı ile karşı karşıya kaldık. Biz evlerde çalışan işçiler olduğumuz için genelde mahallelerde toplantılarımızı yapıyoruz. Bundan dolayı sürekli ofiste bulunmuyoruz. Bize açılan kapatma davası ile ilgili evraklar ofisin adresine geliyor ve bize ulaşmadan geri gidiyor. Aslında isteselerdi ulaşabilirlerdi, özellikle bize ulaşılmadığını biliyoruz. Daha sonra mahkeme tarafların dinlenilmemesine karar vermiş. Böyle bir şey nasıl olabilir, bizi dinlemeden verilen bir kapatma kararı var yani. Biz de bu kapatma kararına 1 Mart’ta temyiz ettik.

Ayrıca kapatma kararında gösterilen gerekçeler de öyle basit ki. Biz ev işçiyiz öyle hukuk fakültelerinde falan okumadık çok fazla bilmiyoruz hukuku. Ama oturduk dersimizi çalıştık ama anlaşılan o ki devletin daha iyi çalışması gerekiyormuş. Çok basit ve çürütülebilir şeylerle karşımıza çıktılar. Bizden sigorta sicil numaralarımızı istiyorlar, elbette ki bu yok zaten bizim derdimiz gayemiz ne? Yok, parça başı çalışıyormuşuz, efendim kendi hesabımıza çalışıp, aile ekonomisine katkıda bulunmak için çalışıyormuşuz, bu nedenle bağımsız çalışanlar olduğumuz için sendika kuramazmışız.  O kadar ironik bir şekilde kendi kendisi ile çelişiyor ki, zaten gaye nedir, bizim bu koşullarımızın düzene sokulması.

ILO’nun ev işçiliği ile ilgili 189 nolu bir sözleşmesi var ortada. Ne diyor o sözleşmede; ev işçileri gündelikçilerdir, çocuk bakıcılarıdır, aşçılardır vs.  Bu sözleşme nedeni ile işçilerin toplu sözleşme yapabilmesi için bir sendikaya ihtiyaç vardır. Bütün bunları bilerek ya da hiçbir şey bilmeden tutup sendikayı kapatıyorlar.

Ev işçisi olduğumuz için “dikkate alınmayız, hiçbir şey bilmeyiz, onlar söyler biz dinleriz” değil işte. Bu da bize şunu gösterdi ki bizim de devlete bir şeyler öğretmemiz gerekiyormuş.  Bu şekilde çalışan on binlerce kadın var.

Diğer ülkelerde benzer sendikalar var mı? İlişki ve bağlantı kurdunuz mu?

Elbette ki, sendikalar ve dernekler var. Zaten ILO’nun sözleşmesi de bu sendikalar ve dernekler sayesinde çıkmış. Dünyadaki ev işçileri bir araya gelerek Ev İşçileri Ağını oluşturmuşlar. Biz de bu ağ ile bağlantı içerisindeyiz. Türkiye’ye geldiklerinde bizi ziyarete geldiler. Çalışmalarımızı yaparken de sürekli fikir alışverişi içindeyiz. Yani yalnız değiliz.

Sendikayı kurmuşsunuz ve hemen ardından kapatma davası açılmış, şu anda yaşadığınız başka sıkıntılar var mı?

En büyük sıkıntımız para maalesef. Sizinle görüşmeye bir arkadaşım daha gelecekti ama yol parası bulamamış ve gelemiyor o yüzden. Yine eğitim çalışmaları yapmamız lazım ama maddi olanaklarımız kısıtlı olduğu için yeterli düzeyde yapamıyoruz.  Üyelerimizi hareketlenebilmesi gerekli olan çalışmalar da bu yüzden bazı sıkıntılar yaşıyoruz tabi.

Sendikanın şu anda ulaşmak istediği en somut talepleri nelerdir?

En başta talep ettiğimiz şey sosyal güvencemizin sağlanması. Sendikal haklarımızın, toplu sözleşme hakkımızın bize verilmesi ve can güvenliğimizin sağlanması. Diğer işçilerin tazminat gibi hangi hakları varsa bizde bunları istiyoruz. Ama devlet daha sendika olarak bile senin örgütlenmeni engelliyorsa burada başka bir sorun var.

Bu sorunlardan biri de iş hukukunda da ev işçiliğinin iş kolu olarak tanımlanmaması galiba..

Evet, zaten Çalışma Bakanlığının internet sitesinden biz hangi iş koluna denk geliyoruz bize bilgi verin dedik. Verilen cevap şuydu; “ bununla ilgili cevap veremiyoruz başka bir sorunuz varsa cevaplayalım” dediler. Bu ne demektir “sizinle ilgili bir düzenlememiz yok” demektir. Biz de ev işçiliği ile ilgili bir iş kolunun tanımlanmasını istiyoruz.  Çocuk bakıyoruz, hasta bakıyoruz, bahçıvanlık yapıyoruz, temizlik yapıyoruz, köpek gezdiriyoruz. Yapmadığımız iş yok yani. Sadece iş kolunun belirlenmesi de değil iş tanımı istiyoruz. Temizliğe birini istiyorsa, bu işçi orada sadece temizlik yapmalı; ütüdür, yemektir yok başka şeylerdir, bunlar talep edilmemeli. Çocuk bakıyorsa, temizlik yapmamalı sadece o çocukla ilgilenmeli. Onu yap bunu da yap diye her şeyi isteyemezler.

Geçtiğimiz yılın bilançosunu açıkladık; 400’e yakın taciz, tecavüz ve şiddet yaşandı. 31 ev işçisi arkadaşımız camdan düşerek hayatını kaybetti. 3 bine yakın arkadaşımız iş kazası geçirdi. 5250 arkadaşımız da işsiz kaldı.

Çalışma sürelerimiz çok uzun. Mesela yatılı çalışan arkadaşlarımız var, bunlar 24 saat çalışıyor neredeyse.  Bu arkadaşlarımızın belli bir saatten sonra odalarına çekilebilmelerini veya dışarıya çıkabilmelerini hafta sonu tatil yapabilmelerini istiyoruz. İşveren şimdi ne yapıyor mesela; sabah onlardan önce kalkacak, gece onlardan sonra yatacak ve nefes almaya bile fırsatları yok. Bu şekilde çalışan bütün arkadaşlarımızın psikolojileri bozuk. Gerçekten bunu görmenizi isterim o kadar kötü ki yani. Biz psikolojik destek sunmaya çalışıyoruz ama yeterli olamıyoruz. Bu yüzden her türlü desteğe de ihtiyacımız var.

İş yerlerinde taciz ve tecavüz olaylarıyla da karşılıyorsunuz. Bu tür şiddet olaylarında neler yapıyorsunuz?

Geçtiğimiz yılın bilançosunu açıkladık; 400’e yakın taciz, tecavüz ve şiddet yaşandı. 31 ev işçisi arkadaşımız camdan düşerek hayatını kaybetti. 3 bine yakın arkadaşımız iş kazası geçirdi. 5250 arkadaşımız da işsiz kaldı.

Bürokratların, meclisteki vekillerin, çalışma bakanının eşi ya da kızı bunları yaşasa bu kadar suskun kalacaklar mı? Bir gecede yasa çıkartıyorlar isteseler bir gün içerisinde bu sorunları çözebilirler. Bu demokrasi değil başka bir şey. Cennet anaların ayakları altındadır diyeceksin ondan sonra cehennemi kadınlara uygun göreceksin.

Belki de diğer hiçbir sendikada olmayan bir özelliğimiz var. Bizim arkadaşlarımız başına bir şey geldiğinde arayıp bize bilgi veriyor. Özel bir çaba harcamıyoruz, arkadaşlarımızdan bize bilgi geliyor. Bu rakamlara da bu sayede ulaştık.

Tabi bir de bu rakamlar bize ulaşanlar, bir de ulaşmayanlar var.  O yüzden bu sayıların çok daha yüksek olduğuna eminim ben.

Sırf İstanbul’da 400 bine yakın ev işçisi var, ülke genelini düşünün bir de. Ve devlet kalkıp ILO sözleşmesini uygulamıyor, ev işçilerinin kurduğu sendikayı da kapatmaya çalışıyor. Bu nasıl bir anlayıştır? Demokrasiden bahsediyorsunuz, diğer taraftan en demokratik hakkımız olan sendika hakkını ortadan kaldırıyorsunuz. Bürokratların, meclisteki vekillerin, çalışma bakanının eşi ya da kızı bunları yaşasa bu kadar suskun kalacaklar mı? Bir gecede yasa çıkartıyorlar isteseler bir gün içerisinde bu sorunları çözebilirler. Bu demokrasi değil başka bir şey. Cennet anaların ayakları altındadır diyeceksin ondan sonra cehennemi kadınlara uygun göreceksin.

Peki, ev işçisi uğradığı her hangi bir zararda hukuki olarak ne yapabilir, siz sendika olarak neler yapıyorsunuz?

Biz gereken hukuki yolları inceleyip bu süreci ev işçisi arkadaşımızla beraber takip ediyoruz. Zaten şu anda da bu şekilde takip ettiğimiz davalar var.

Bir arkadaşımızın yaşadığı bir olay var mesela. Arkadaş parasını alamıyor, haftalık izne çıkartılmıyor, hani, oradan çıkmaya çalışıyor, çıkamıyor. Bir gün evinde çalıştığı kadın doktora gidiyor, ev işçisi arkadaşımız da eşine haber veriyor. “Gel beni buradan al” diyor. “Daha fazla dayanamayacağım.” Kendi kıyafetlerini topluyor,  eşi de gelip alıyor. Ama sitenin güvenliği durduruyor, diyor ki, “kadın gelmeden siz buradan gidemezsiniz”. Jandarmaya haber veriyor, jandarma geliyor ve kadın bizim arkadaşın kıyafetlerini kendi kıyafetleri gibi göstererek arkadaşımızı hırsız çıkartıp bir de hüküm giydiriyor. Hadi sana güle güle diyor. Şimdi bir de ben diğer örnekten söz edeyim. 22 gün boyunca bir arkadaşımız rehin tutuldu ve başka bir üyemize, rehin tutulan arkadaşımızın ailesi, bize ulaştı ve “biz kurtaramıyoruz yardımcı olun, kurtarmamız çıkartmamız lazım, napıcaz” dediler. Biz üç tane avukatla gidip, bu arkadaşımızı oradan aldık. Ve bu işveren polisi de satın almasına rağmen, biz orada avukatlarla gittik ve gene de orada eğer avukatlar savcılığı devreye sokmasaydı, arkadaşımızı bize vermeyeceklerdi.

Bu örneği özellikle verdim. Orada tek başına hareket etti, burada sendikayla hareket etti; sendikayla hareket etti, böyle bir sorunla karşılaşmadı. Bir de üstelik hırsızlık vs suçlanamadı. Çünkü burada direkt hukuki yollarla hareket ettik ve davası da devam ediyor bunun. Şimdi öbürü, o zaman sendika yoktu, kendi başına bağımsız hareket etti. Ne oldu, bir de üstüne üstlük işveren tarafından, kendi malıyla, hem mağdur duruma düştü, parasını alamadı, hem de sana hırsız diye hüküm giydirdi. Bu hakkaniyet değildir. Ya işte demokrasi diyorlar ya işte o zaman çıldırıyorsun. Hangi demokrasi, yani demokrasi kime işliyor, kimin için demokrasi?

Burada sen insan hayatını hiçe sayıyorsun, tacize uğruyor hiçe sayıyorsun, tecavüze uğruyor hiçe sayıyorsun, camdan düşüp ölüyor, hiçe sayıyorsun. Neyin demokrasisinden söz ediyorsun? Kimin için demokrasi, neyin demokrasisi? Yani hayatı bu şekilde kıskaç içine almak, onların hayatını hiçe saymak mı demokrasi?

Bir de ev işçisinin beyanının esas alınması talebiniz vardı…

Tabi işte bu nedenle bu çok önemli bir talep. Şimdi taciz, mesela onu çok ispatlayamıyor. Gidiyor mesela çalıştığı yerde tacize uğruyor. Bu yüzden de beyanının esas alınması gerekiyor. Nasıl ispatlayacaksın bunu? Kamera varsa bile, bu kamera onun kendi evinin içerisinde olan bir kamera. İstediği gibi oynayabilir o kameranın üstünde. Mutlaka bunlar evlerine kamera da koyuyorlar. Ve senin nefes alış verişini bile orada izliyorlar.

Biz bunun için cins anlamında bilinçlendirme yapıyoruz. Yaşanılan tecavüzler anlamında, kadın arkadaşlarımıza ulaşabildiğimiz kadar bilgilendiriyoruz ve diyoruz ki tecavüze uğradığınızda kesinlikle banyoya girmeyin, herhangi bir şekilde duş almayın, temizlenmeyin. Direkt en yakın karakola gidin, ondan sonra en yakın hastaneye giderek, raporlarınızı alın. Bu şekilde davacı olmak için delillerinizi ortadan kaldırmayın diyoruz. Ve sürekli bu anlamıyla da bilinçlendirmeler yapmaya çalışıyoruz arkadaşlarımıza. Şimdi birçoğu bilinçsiz tabi bu konuda. N’apıyor, yaşadığı tecavüzü, o anda o kadar çok şey yaşıyor ki, bunu kaldıramıyor. Atıyorlar bir kenara, ya da işte çıkıp gittiğinde, direkt gidiyor yıkanıyor, dinlenmeye çalışıyor. O şoku atmaya çalışıyor, ondan sonra gidiyor. Ondan sonra gittiğinde de bunu ispatlamak kolay olmuyor.

Mesela bizim öyle bir davamız var. Arkadaşımız bunu ispatlayamıyor. Biz psikolojik olarak, psikolojik testlerle ispatlamaya çalışıyoruz. Süreç uzun bir süreç ve hani bize gelene, bize ulaşana kadar vs. olan bir süreç. Şimdi davaya elimizi attık bir şekilde bunu çözmeye çalışıyoruz ama bu süreç içerisinde gitti geldi, reddedildi, bilmem ne bir sür şeyle uğraşıyorsunuz. Şimdi dediğim gibi psikolojik olarak bu kanıtları toparlayıp bu şekilde sunmaya çalışıyoruz. Ama öncelikli olarak, bu arkadaşlarımız tecavüze uğradıkları evlerde kesinlikle çıkar çıkmaz hiçbir yere gitmeden en yakın bir hastaneye gidip oradan rapor almaları gerekiyor. Başka türlü bunu kanıtlayabilmenin olanakları çok güç. Kanıtlayamıyoruz. Tacizi zaten kanıtlayamazsınız, işte o yüzden diyoruz ev işçisinin beyanı esas alınsın, sözlü ya da elle yapılmış bir tacizi nasıl kanıtlayacaksınız, bunun için gidip şikayet ettiğinizde suçlu yine siz olacaksınız. Çünkü onun parası var, paramla ben her şeyi yapabilirim mantığıyla…

Şirket aracılığı ile işe giren ev işçisi şiddet, taciz veya tecavüze uğradığında buna şirket müdahale etmiyor mu?

Kesinlikle hayır. Şirket ne yapıyor, işçi ve işvereni karşı karşıya getiriyor. Bunu yaparken de işçinin yedi sülalesine kadar araştırır, kimle yaşar ne yapar, kaç çocuğu vardır, ailesinde hırsız mı vardır arsız mı vardır, bütün her şeyini döker işçinin. Ama işverene geldin mi hırsız mıdır, dolandırıcı mıdır, sapık mıdır, uyuşturucu pazarlayıcısı mıdır, hiçbir şeyden habersiz bir şekilde seni gönderir. O işverendir ona sorulmaz.  Eve girip kapı üstüne kapandığında işimiz Allah’a kalıyor yani.

Şirket de hiçbir mesuliyet kabul etmiyor. Çalışma Bakanlığı  da böyle bir sorumluluk vermemiş zaten.

Özel istihdam bürolarının işçi kiralaması ile ilgili yasa çıkacaktı, sonra veto edildi. Ama hala da bunu hazırlıklarının yapıldığı söyleniyor. Sizler daha çok bu bürolar aracılığı ile iş bulduğunuz için özel istihdam büroları ile ilgili nasıl bir düzenleme bekliyorsunuz?

Bizim çalıştığımız özel istihdam bürolarıyla, sizin bahsettiğiniz özel istihdam büroları biraz daha farklı. Aslında diğerlerini de bizimle aynı seviyeye getirmeye çalışıyorlar.  Zaten ev işçileri, senelerdir bu şekilde, yaklaşık 2000-2001’den beri istihdam bürolarıyla çalışıyor. Biz sendika olarak istihdam bürolarının üzerinden sigortalı olmayı kabul etmiyoruz. Biz istihdam bürolarının ortadan kaldırılmasını istiyoruz.

İstihdam bürolarına karşı çıkmanızın temel sebebi nedir?

Zaten özel istihdam büroları bize bir şey vermiyor ki. Sadece işveren ile işçiyi karşı karşıya getiriyor. Yani biz onu internet üzerinde kendimiz de yaparız. Ve şunu çok daha rahat söyleyebilirim, özel istihdam büroları, Çalışma Bakanlığı ve İşkur aracılığıyla bize kuralsızlığı kural olarak dayatıyor. Böyle bir şey söz konusu. Bu büroların bize bir katkısı yok, bize yaptığı ya da verdiği hiçbir şey söz konusu değil. Ortada bir tane iş var yirmi tane işçi var. Seni bir sıfır yenik bir şekilde o işe gönderiyor. İşveren yirmi tane işçi içinde bir tane işçi alıyor ve biliyor ki arkada bekleyen 20 tane işçi var. İstediğim gibi ben bu işçiyi atabilirim, istediğim gibi ben bu işçiye her şeyi yapabilirim. Hakaret de ederim işten de atarım, rehin de tutarım. Ve bunun bu şekilde olmasının nedeni de güvencesizlik. Dediğim gibi, çalışma bakanlığı tarafından ve İşkur tarafından özellikle kuralsızlığın kural olarak dayatılmasıdır. Bunların bize bir faydası yok yani. Tamamen bizim sırtımızdan para kazanan, asalaklardır diyebiliriz rahatlıkla. Aynı şekilde Çalışma Bakanlığı da bunlardan doğru bizim üstümüzden para kazanıyor. Bir ÖİB ilk kurulduğunda 30 milyara varan paralar alıyor. Ve her sene onlardan para alıyor. Geçen sene 1,5 almıştı, bu sene 2,5 aldı. Çalışma Bakanlığı kazanıyor, istihdam büroları kazanıyor arada ezilen gene işçiler oluyor, yok sayılan işçiler oluyor.

Tam bir modern köle pazarı. Seni orda işe alırken şunu da yapıyor; mesela senin tipine bakar, senin giyimine bakar, senin rengine bakar, başındaki örtüye bakar, açık olmana bakar ya da alevi olmana bakar ya da işte mezhebine bakar. Bütün bunların hepsini kendi içerisinde barındırıyor.  Burada sen işçi alıyorsun, senin işini yapmak için. Bu insanın örtüsü senin işini yapmayacak, dini senin işini yapmayacak, ırkı senin işini yapmayacak. Bu insana senin orda neden ihtiyacın var, işte şu ihtiyacın var, o ihtiyacını görecek. Bu kadardır. Burada işçi işveren ilişkisi vardır. Burada onu da özellikle belirtmek istiyorum; biz kimsenin kadını değiliz. Biz işçiyiz. Onların bize ihtiyacı var, biz gidip onların işini görüyoruz, bizim de paraya ihtiyacımız var. Biz karşılıklı bu şekilde alışveriş içerisindeyiz. Nasıl bir fabrikaya bir işçi giriyorsa, orada çalışıyorsa, fabrika sahibinin bir işçiye ihtiyacı varsa, bu evlerde de böyledir. Çok değişen bir şey yok yani.

Sosyal güvencenizin yapılmasını istiyorsunuz, bu talebinize “sigortamız ödenmesin daha çok maaş alalım” diyen ev işçileri var mı?

Sendikalı olmak demek ya da sigortalı olmak demek, bu şekilde maaşlarının kesintiye uğraması anlamına gelmiyor, bizim açımızdan. Bizim talebimiz şu, sonuç itibariyle bizim aldığımız rakamlar çok uçuk, büyük rakamlar değil. Zaten aldığımız üç kuruş para. Biz burada asgari olarak insani yaşam koşullarını sağlayabilecek bir maaşın olması gerektiğini söylüyor ve sendika olarak da zaten bunu bu şekilde talep ediyoruz. Yani senin burda zaten düşük olan bir maaşı daha da düşürme gibi bir lüksün söz konusu olamaz. Biz bunu dediğim gibi sendika olarak da kabul etmiyoruz ve çalışmalarımızı da bu doğrultuda devam ettiriyoruz.

Ev işi arayan kadınlara yardım edebiliyor musunuz?

Tabi tabi biz başka evlerde çalışan arkadaşlarımızla, bu şekilde diyalog halinde olduğumuz için arkadaşlarımızla haberleşiyoruz. Kendi aramızda bir ağ kuruyoruz ve buradan doğru birbirimize bir iş bulma durumumuz söz konusu. Ama bunu biz daha çok geliştirecek şeyler içerisindeyiz. Şu aralar bununla ilgili kafa yoruyoruz. Dernek kurup dernek üzerinden arkadaşlarımızı işe yerleştirmek, onların güvencelerini sağlamak, gittiği yerde yatılı kalacaksa nasıl bir oda olduğunu görmek ve bu şekilde güvencesini sağlayabilmek istiyoruz. Ama henüz daha hayata geçirmediğimiz, şu an üzerinde çalıştığımız bir proje.

“Yabancıların Türkiye’de İkamet ve Seyahatleri Hakkında Kanun”  ile ilgili 1 Şubatta yürürlüğe giren yeni bir düzenleme yapılmış, artık burada çalışacak olan göçmen işçilerin ikametgâh alma hakkı, kendini çalıştıran işveren üzerinden mümkün olabilecek. Bu konuda ne düşünüyorsunuz?

Bu çok mümkün değil açıkçası. İşveren zaten bu kadınları niye çalıştırıyor? Ucuz oldukları için, bu şekilde sosyal güvencesini yapmadığı için, vs. çoğaltabiliriz yani. Şimdi bu durumda işveren ne yapar? Bu kadınları çalıştırmaz ya da bu kadınları kaçak çalıştırır, gene kaçak çalışmaya mahkûm bırakır. Bunun hiçbir yaptırımı yok esasında ve bu gene o arkadaşlarımızı mağdur edecek bir durumdur. Yani burada eğer bu arkadaşlarımıza çalışma izni verilecekse bunu devletin kendisinin yapması gerekiyor. Bu işte, işveren bu şekilde yapacak, bu şekilde sigortalı olacak bu şekilde çalışma iznini almış olacak. Yok öyle birşey. Zaten sen işverenin insafına bırakmışsın onu. İşveren bunu yapar mı? Zaten işveren bundan kaçıyor. Yok yani bunun hiç bir gerçeklikle uzaktan yakından bir alakası yok.

Türkiye’de ne kadar göçmen işçi var, ne kadarı sizden haberdar?

Yaklaşık 100.000- 150.000 göçmen ev işçisi var. Yani İstanbul için söylüyorum. Bunu Türkiye geneline vurduğunuzda çok daha fazla.

Genelde yatılı işçi olanlar göçmen işçiler değil mi?

Türk işçiler de var ama göçmen işçiler çok daha yoğunlukta. Çünkü onların buraya geldiğinde kalacak yerleri yok. Turist vizesiyle geliyorlar, ellerinde zaten paraları da yok, çok az parayla geliyorlar ve bir an önce işe girmek, çalışmak, hayatlarını kazanmak istiyorlar. Zaten buraya geliş nedenleri bundan kaynaklı. Buraya gelince de işte burada o kadar vicdansız insanlar var ki, fuhuşa sürüklemeye çalışıyorlar bunları, çok başka noktalara sürüklemeye çalışıyolar.  Ki daha önceden, hatta bizim ev işçisi, burada Nişantaşı’nda bir tane danışmanlık vardı, bizim ev işçisi kadınlardan, Türk olan kadınlardan birine şey demişti, “Senin eline bilmem kaç tane göçmen vereceğim, Silivri taraflarında sana bir ev tutacağım. O evde, araban altında olacak, koruman olacak, şu olucak bu olucak, sen bu kadınları çalıştıracaksın orada barlarda. Bu kadınlar gidecek barlarda çalışacak ve sen bu kadınlar çalışıp para getirdiklerinde hepsini kontrol edeceksin, üstünü başını yoklayacaksın. Bu kadınlar para saklıyorlarsa bu kadınları gerekirse döveceksin. Ve bu parayı onların elinden alacaksın” demişlerdi. Bu tam böyle mafya vari bir ağ kurmuş bu kişi. Biz şey yaptık, takip falan ettik. Hadi sen biraz daha bunlarla görüş ne yapıyorlar ne ediyorlar bir öğrenelim, baskın düzenleyelim falan dedik. Daha önce zaten Uğur Dündar’ın programına da bu adam konu olmuştu. Bu şekilde ortaya çıkmıştı yaptıkları. Ondan sonra, arkadaşımıza bir zarar gelir diye, işte bir de işin içine mafyanın da girdiğini gördükten sonra geri adım attık. O zaman DİSK’te çalışmamızı yürütüyorduk bağımsız değildik daha. Bağımsız çalışma yürütmüyorduk. Ondan sonra o şekilde kaldı, devam edemedik ama bu şekilde mafyanın eline düşen ve bu şekilde pazarlanan, buraya ev işçisi olarak çalışmak için gelip de bu şekilde fuhuş sektörünün, fuhuş batağının içine düşebiliyor bu kadınlar. Ya da işte şiddete uğruyor, gecenin bir yarısı sen benim cüzdanımı ya da paramı, şunu mu bunu mu çaldın diyerek, parası da verilmeden, kapı önüne atılıyor. Polisle tehdit ediliyor, yani işte çalışma izni olmadığı için, korkarak oradan çıkıyor ama ne yapacağını bilmeden sokaklarda çok korkunç şeyler yaşıyor. Şimdi biz bu arkadaşlarımıza yönelik yürüttüğümüz faaliyetlerde psikolojik yardımlar sağlıyoruz. Mesela şu an bir arkadaşımızın, şey tarafından.. ailenin adı neydi ya, ailenin adını özellikle hatırlamak istiyorum çünkü aile kendisine dindar bir aile diyor, beş vakit namazında niyazında bir aile ama bu kadını yanında çalıştırıyor ve bu kadının hakkını yiyor. Üç bin doları bu kadının şu anda içerde. Biz şu an onun o parasını kurtarmaya çalışıyoruz.

Peki, daha önce şiddet, taciz ve tecavüz olaylarının yaşandığı evlere yönelik bir çalışma yapıyor musunuz?

Şu anda isim konusunda tartışıyoruz ama cadı kazanı gibi bir başlıkla internet sitemizde böyle evleri yayınlamayı düşünüyoruz. Gidilen bu evlerde şunlar şunlar yaşanmıştır diye yayınlayacağız.  Zaten önümüzdeki günlerde de ayrı bir bülten çıkartmaya başlıyoruz. Bu bültende bunu yazıp arkadaşlarımıza dağıtacağız.

Bu anlattıklarınızdan evlerin yani sizin için işyerlerinizin denetlenmesinin çok önemli olduğu ortaya çıkıyor. Sizin bu konuda bir öneriniz var mı, yani evlere iş müfettişleri mi gidecek ya da ayrı bir mekanizmanın mı kurulmasını istiyorsunuz?

Biz iş müfettişleri tarafından değil ev işçilerinin yapacağı bir denetim istiyoruz.  Evlerde iş müfettişleri ve işveren tamamen yalnız olacak ve orada rüşvet falan olayları çok daha kolay yapılabilir. Bu yüzden sendikamıza denetim yetkisinin verilmesini de istiyoruz.

Sendikanızın pek çok talebi bulunmakta, bu taleplerin karşılık bulabilmesi için örgütlenmeniz oldukça önemli. Örneğin fabrikada bir sendikanın örgütlenmesi daha kolay olabilir çünkü en azından belirli bir mekân var. Ama ev işçiliği yapan insanların böyle bir avantajı yok, belirli bir mekânda değil evlerde çalışıyorsunuz. Örgütlenmenizde bu sorunu nasıl aşıyorsunuz?

Bizim buna yönelik değişik yöntemlerimiz var.  Ev işçilerinin gittiği bölgeler bellidir, siteler, belirli mahaller. Ev işçilerinde örneğin gündüzcüyse birbirleri ile birlikte bu bölgelere gidiyorlar ve bir süre sonra tanışmaya başlıyoruz. Haritalama yapıyoruz yani. Yatılı çalışanlarda ise çocuğu parka götürürken, alışveriş için çıktığında veya başka şekillerde tanışma imkanı doğuyor. Sonuç itibariyle buradaki çalışmayı ev işçisi olmayanlar yürütmeye çalışsa onlar için çok zor olur. Kadınların bölgelerini tespit edecek, çalışma saatlerinde orda olacak, tanışmaya çalışacak. Bu neredeyse imkansız gibi. Ama bizim için öyle değil, mesai saatlerimiz aynı biz zaten ev işçiyiz ve ordayız. Sendikayı kuranlar ev işçisi olduğu için kendi kişisel ağlarımızla birbirimizi buluyoruz. Yani ayrıca bir şey yapmamıza gerek kalmıyor. Birisi diğerine, diğeri diğerine o şekilde örgütlenebiliyoruz.

Peki, bu haritalama dediğiniz yöntemle kendi mahallesinde komşusuna temizliğe giden ya da eş dostla yakın çevresinde çalışan kadınlara nasıl ulaşacaksınız?

Mesela Kuştepe’yi, Armutlu’yu biliyoruz böyle bildiğimiz başka mahallelerde var. Tabi gündelikçilerin tespit edilmesi daha zor biz de bu yüzden ilk toplu sözleşmemizi gündelikçi bir arkadaşımızla yapacağız. Zaten bu toplu sözleşmeyi basına da deklare edeceğiz. Bakın biz bunu yapıyoruz biz de varız diyeceğiz.

Kadın hareketi ile ilişkileriniz nasıl? Emek hareketlerinden veya kadın hareketlerinden destek görüyor musunuz?

Tabi basın açıklamalarımıza destek oluyorlar ama somut anlamda ciddi destekler gördüğümüzü söyleyemem. Biz işte kendimiz el yordamıyla işlerimizi yapmaya çalışıyoruz. Bizim akademik, psikolojik, eğitim vs. pek çok açıdan desteğe ihtiyacımız var.

Mesela davalarımız için Çağdaş Hukukçular Derneği ile iletişim halindeyiz. Ve bu arkadaşların çok desteğini gördük, onlara teşekkür ediyoruz.

Raporlama da yapıyorsunuz değil mi?

Evet, 2012 yılında ocak ve şubat ayında 20 tane şiddet vakası oldu, bir de camdan düşme sonucu bir arkadaşımız hayatını kaybetti. Şu anda Fatma Aldal’ın davası var. Bu davanın kazanımı bizler için emsal teşkil edecek.

(Fatma Aldal 5 Mayıs 2011’de İstanbul Maltepe’de “gündelikçi” olarak çalıştığı evin penceresinin yerinden çıkması sonucu 4’üncü kattan düşerek hayatını kaybetmişti. Devam eden davanın duruşması 28 Mart 2012 tarihinde Kartal 4. Asliye Ceza Mahkemesi’nde görülecek)

Ev işçilerinin uğradığı kazalarda işverenin aileye her hangi bir desteği olmuyor mu?

Mesela Fatma’nın ölümünde biz aileyle hep beraberdik. Adli tıpta, toprağa verdiğimizde sürekli birlikteydik. Bu süre içerisinde arayıp bir baş sağlığı bile dilemediler. Bu yaşananlar çok üzücü ve insan çok etkileniyor tabi nihayetinde biz de ev işçiyiz. Bir de bu kazalar çok basit önlemlerle engellenebilir. Ev işçisinin camın arka tarafına gitmesine gerek yok. Bunu sağlayan paletler ve mekanizmalar var. Bu tamamen devletin bizi güvencesiz bırakmasından ve bu alanla hiç ilgilenmemesinden kaynaklanıyor. İşçi olarak bile tanımıyor ki seni, ölmüşsün kimin umurunda. Şantiye işçilerinde olduğu gibi. Oraya koskocaman bina dikiyorlar işçiler de çadırda kalıyor.

Şimdi ilerleyen günlerde sendikanızın kapatılmasına karşı açtığınız temyiz davanız ve Fatma Aldal’ın davası var. Bununla ilgili bir çağrınız var mı?

Elbette var, biz daha devlete ev işçiliğinin tanımını bile yaptıramamışız. Bu yüzden kamuoyunun bizi desteklemesi ve bizim de güçlenmemiz lazım. Aslında ev işçiliğinin tanımı yapıldığında kendi evinde iş yapan kadınlar da bu kapsama girecek. Bunun doğurabileceği sonuçları istemiyorlar. Sonuçta hükümetin kadına yönelik bakışı da ortada. Yani bizim sorunumuz aynı zamanda bir kadın sorunu. Ev işçisi erkekler de var ama yüzde olarak çok çok düşük. Sendikamızı kapatmaya çalışıyorlar ama bundan sonra bizi durduramazlar artık o kadar kolay değil.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir