HEY Tekstil İşçilerinin Gerçekleştiremedikleri Bir Protestodan İzlenimler

14 Nisan Cumartesi günü Hey Tekstil işçileri Başbakan Erdoğan’ın Üsküdar Kısıklı’daki evinin önünde protesto gösterisi yapmak için Mahmutbey’den iki otobüs içinde hareket ettiler. Niye mi böyle bir şeye giriştiler? 70 gündür içinde bulundukları mağduriyet ve ortaya koydukları eylemler merkez medya tarafından görülmüyor; işverenleri, devletin ilgili kurumları ya da ziyarete gittikleri TBMM, birkaç vekil dışında, seslerine kulak vermiyordu. Otobüsleri köprüye girmeden durduruldu ve polis nezaretinde geldikleri yere geri götürüldüler. Dört arkadaşımız onlarla birlikteydi. İkisinin yazdığı izlenimi paylaşıyoruz. 

 

Üç çocuk annesi abla 6 yıldır Hey tekstilde çalışıyormuş. En büyük kızı bu sene üniversiteyi kazanmış. Kızı öğrenim kredi bursuna başvuracak olmuş, ama kredi bursu geri ödemeli olduğu için “Boşver alma ben sana para gönderirim” demiş abla kızına. “Böyle olacağını bilseydim en azından bursu alırdı” diyor. Diğer iki çocuğu da okula gidiyormuş, kocası halen bir işte çalışıyor ama oldukça zorlandıklarını da söylüyor. Bir de ev almışlar krediyle “Bari şu evin kredisini ödeyebilseydik” diyor düşünceli bir şekilde. Ailesinin desteğini soruyorum, annesi “Bir daha tekstilde çalışmak yok” diyormuş, kocası karşı çıkmasa da zaman ilerledikçe geçinme derdiyle, direnişi bırakıp işe girmesini söylemeye başlamış.  Abla çok kararlı, “Direnişi kazanana kadar devam edicem” diyor, haklı bir iş yaptığına yürekten inanıyor. Ama çocuklarının okulları, evin kredi borcu derken bunun o kadar kolay olmayacağının farkında. Neredeyse her gün Hey Tekstil’in önüne gidiyorlarmış. Altı kişiden oluşan bir komite kurmuşlar. Gelişmeleri günü gününe takip ederek, bütün işçileri bilgilendiriyormuş bu komite. Yapılacak çok işleri var. Yol parası olmayanlara para vermek, basını ve destek için gelenleri takip etmek, yapılacak eylemleri belirlemek ve en önemlisi direnişteki işçilerin moralini yüksek tutmak gibi bir sürü işleri var. Özellikle erkeklerin bir kısmı evlerini geçindirmek zorunda olduğu için direnişe devam edememiş, iş bulup çalışmaya başlamışlar. Kadınlar çoğunlukta bunu hemen görebiliyorsunuz zaten. Para oldukça büyük bir sıkıntı. Destek olan sendikalar, partiler vs. varmış: “Haklarını yemeyelim, Allah razı olsun yardım ettiler” diyor abla. Ama yine de bu destek ve yardımlar geçici tabi. Düzenli tek yardımı öğle yemeklerini karşılayan EMEP yapıyormuş. “Bak” diyor “bugün öğle yemeği yok, o yüzden bisküvilerle idare ediyoruz.” Bazen yol parası olmadığı için gelemeyen işçiler oluyormuş. Herhalde bütün işçi direnişlerinin can damarı bu, para. Aylarca bir direnişi sürdürmek ve aynı zamanda ev geçindirmeye devam etmek büyük bir sıkıntı. Daha önce destek vermeye çalıştığımız Casper işçilerinin sendikalaşma mücadelesinde de işçiler benzer şeyleri söylemişti.

Polisin eskortluk ettiği araçlarla Mahmutbey'e dönerken. Arkadaki iki çevik kuvvet minibüsüne dikkat.

Sohbetimiz devam ederken trafik polisleri otobüsü durduruyor. Ne olduğunu anlamaya çalışıyoruz. Polis konvoyu ile köprüyü geçtiğimizde, otobüsleri trafik amirliğinin önüne çekiyorlar. İki otobüs dolusu çevik kuvveti görünce otobüsten tepkiler yükselmeye başlıyor. “Vay be neymişiz biz”, “ne kadar korkutmuşuz”. Kimsede korku falan yok, yaşı diğerlerine göre daha fazla olan bir teyze “Bırakın alsınlar bizi, en azından akşam yemeği yeriz” diyor. Tabi moralleri de bozuluyor, seslerini duyurmak istiyorlar. Çünkü şu durumda yapabilecekleri en iyi şey dikkat çekmek ve kamuoyu yaratabilmek. Bunun farkındalar, bu yüzden üzüntü ve kızgınlığı aynı anda yaşıyorlar.

Çevik kuvvet otobüsleri, sivil, resmi polis araçları ve motosikletli polisler eşliğinde tekrar geri dönüyoruz. Trafiğe takılmayalım diye yolu açıyorlar, başbakanın evine gitmeye çalışırken başbakanın konvoyu gibi bir konvoyla hareket ediyoruz. Kimse vazgeçmek istemiyor, en azından AKP il binasının önüne gidelim deniliyor, ama polis tehdit etmiş: “Arabalar durmayacak, duracak olursanız hepinizi alırız.”

Filiz

-o-

 

Polis eşliğinde Mahmutbey'e dönüşten sonra fabrika önünde...

Fabrikanın önünde bir küçük kafede toplanmış bekleme halindelerdi gittiğimizde. Çoğu kadındı, içeri buyur edildik. Kimi masalarda örgü örüyor, birbiriyle sohbet ediyor, kimi bugün yapacakları protesto için döviz hazırlıyor. Bir yandan zor durumdalar, maddi ve manevi olarak gerginler ve yıpranmışlar. Ama hava kasvetten ibaret değil. Neşe, sohbet ve şakalaşma da var. Hayatın cilvesi, insanoğlunun zenginliği. Çoğu belli ki eski arkadaşlar, kimileri akraba zaten.

Kurdukları komitede yer alan iki abla ile sohbet ettik, dertlerini, sıkıntılarını, niye böyle olduğunu, erişebildikleri bilgiler ölçüsünde anlattı. Patronları Ayfer Bektaş ve Süreyya Bektaş isimli bir çift. Aynur Bektaş 2010’da “TBMM Üstün Hizmet Ödülü” almış bir zat, bu ödül kendisine istihdam yarattığı için verilmiş. Bu karı koca hayli büyük, İstanbul’da iki tane, Batman’da ve Çankırı’da olmak üzere bir dizi fabrikada üretim yapan bir tekstil şirketine sahipler. Bir şekilde işleri ya bozuluyor ya da şu an işçilerin de bilmediği başka sebeplerden ötürü işçilerini peyderpey çıkarmaya ve fabrikalarını kapatmaya başlıyorlar. Bu ablaların çalıştığı fabrika Mahmutbey’de 212 AVM’sinin hemen arkasında. 9 Şubat’ta işten atılmışlar, dahası son üç aylık maaşlarını da alamamışlar. Ne maaşlarını, ne tazminatlarını alamadan kapı önünde bulmuşlar kendilerini. “Mahkemeden umutlu değil misiniz ki bunca uğraş veriyorsunuz?” diyecek oluyoruz. Mahkemenin en az bir yıl süreceğini söylüyor, “Hepimiz zaten borca batmışız, 5 aydır maaş alamıyoruz, bu bizim hakkımız hemen almalıyız” diyor. Ayrıca kendilerinden önce işten atılan bir sürü işçinin mahkemeyi kazanmasına rağmen tazminatlarını alamadıklarını, çünkü Bektaş çiftinin üzerlerindeki mal varlığını bir şekilde kaydırmış olduğunu söylüyor. “Üç ay maaş almadan nasıl çalıştınız” diye soruyoruz. “Aslında o zaman iş bıraktık biz, çoğu işçi yemekhanede iş bırakıp patronun gelip maaşlarımızı vermesini istedik. Gelip milletin kafasını karıştırdı, bir şeyler anlattı, çoğu arkadaş ikna olup işe döndü yine” diye anlatıyor. O zaman sıkı duramamış olmalarına hayıflanıyor.

Sohbetimiz devam ederken toplantı haline geçiyorlar. Bugün bir protesto yapacaklar ve yer olarak başbakanın Üsküdar, Kısıklı’daki evinin önünü seçmişler. Çok uğraştıklarını ancak bir türlü basının ilgisini çekemediklerini, bu yüzden böyle ses getirici bir eylem yapmaya karar verdiklerini anlatıyorlar. Çoğu belli ki AKP seçmeni, başbakanlarının onlara sahip çıkması gerektiğini düşünüyorlar. Otobüsler hazır, sağolsunlar bizim de onlara katılma teklifimizi kırmıyorlar, biniyoruz otobüslere.

Hey Tekstil işçileri İstiklal'de

Otobüste Ardahan’lı bir abiyle beraber yolculuk ediyoruz. 8 yıl önce tekstil sektörüne nasıl girdiğini 7 yıldır da Hey tekstil’de çalıştığını anlatıyor. Fason takipçisiymiş, kalifiye bir işçi yani, ama onun da 3 aylık maaşı içerde kalmış, o da tazminatını alamamış. “Herkese aynı şeyi yaptı, kimsenin gözünün yaşına bakmadı” diyor. Hemen arkamızda oturan iki yaşlıca dayının 20 yıldır bu firmada çalıştığını söylüyor. Onlara dönüyorum, abiler öfkeli, “Bu kadar emeğimiz var, içine düştüğümüz hale bak” diyorlar. 20 yıl, dile kolay. Ardahanlı abi kardeşleri ve amcalarıyla hep beraber kendi binalarında oturuyor. Aile dayanışması tam yani, biraz onun sayesinde bu işi sürdürebiliyorum diyor. Başka sohbetlerimizden anladığım kadarıyla fikrine kıymet verdiği bir amcası var, “o nasıl bakıyor bu işe” diyorum. “İyi gözle bakmıyor, boşuna uğraşıyorsunuz gitti o para diyor” diye cevaplıyor, kendisi de emin değil, tedirgin. “Ama uğraşacaz, hakkımızı kolay bırakmayacaz” diyor. Çocuklarından, okullarından bahsederken zaman geçiyor. Tam köprüye yaklaşmışken, polis otobüsü çeviriyor. Polis bırakmayacak, anlaşılıyor. Sonra harekete geçiyoruz, tam ne olacağı henüz belli değil, köprüden karşıya geçer geçmez hemen köprü çıkışında sağdaki karakola otobüs çekiliyor ve bir de bakıyoruz ki orada bizi iki çevik kuvvet otobüsü ve bol miktarda polis bekliyor. Otobüsten şaşkınlık nidaları yükseliyor. Vay vay vay biz neymişiz sesleri yükseliyor. Korku yok ama, iki aydır polisle o kadar çok karşı karşıya gelmişler ki… Daha ziyade hayal kırıklığı, çaresizlik ve öfke. Polisle komitedeki işçiler görüşüyor, ancak hayal kırıklığı ile geri geliyorlar. Polis otobüsün ve şoförün tüm evraklarını almış, Mahmutbey’e, kalkış yerine hiç durmadan gideceksiniz, biz de sizi izleyecez diye de eklemiş.

Yeniden harekete geçiyoruz, bu kez önümüzde ve arkamızda koca bir polis konvoyuyla. “Sanki teröristiz” diyorlar. Yolda yanından geçtiğimiz araçlar bize bakıyor, kim bunlar ne oluyor diye. “Keşke dövizlerimiz yanımızda olsaydı gösterirdik yanımızdan geçenlere” diyorlar, çünkü dövizler bagajda. Yol arkadaşım “Sanki bu memleketin vatandaşı değil de mülteciyiz” diyor. Kimi kadın işçilerden ciddi ciddi “Durduralım otobüsü köprüyü keselim” fikri çıkıyor. Kadınlar sanki daha kararlı. Ama zor tabii, kimse hadi yapalım diyemiyor. “Otobüsle gitmeseydik, herkes teker teker gitseydi keşke” deniyor. Velhasıl bu şekilde derdest ediliyoruz, gerçekten de gerisin geri fabrikanın önüne gidene kadar hem önden hem arkadan dev bir konvoy ile sürükleniyoruz. Hemen arkamızdaki 20 yıldır firmada çalışan ve belli ki komiteyi ara sıra gereği kadar kavgacı olmadığı için şakayla karışık eleştiren yaşlıca bir dayı “Allah’ım sen garibana yardım et, bu şerefsizler her yandan örgü gibi örmüşler” diyor. İç çekiyor.

Alp

Hey tekstil işçilerinin İstiklal Caddesindeki protestosu, 16.14.2012

Hey Tekstil işçileri İstiklal'de

14 Nisan Cumartesi günü öğlen saatlerinde Hey tekstil işçileri iki otobüsle başbakan Tayyip Erdoğan’ın Üsküdar Kısıklı’daki evinin önünde protesto yapmak üzere yola koyuldular. Ancak polis Zincirlikuyu çıkışında otobüsü durdurdu ve köprü çıkışındaki karakola kadar nezaret etti. Orada işçileri iki otobüs dolusu çevik kuvvet ve bol miktarda polis otosu bekliyordu. Polis şoförün tüm evraklarına el koydu ve işçilere ultimatomu verdi: “Polis konvoyu eşliğinde, hiç durmadan ve kimseyi indirmeden geldiğiniz yere geri dönüyorsunuz.” Fazla söze gerek yok. İşçiler dün (16 Nisan) bu hadiseyi Taksim İstiklal Caddesinde protesto etmek için bir basın açıklaması yaptılar. Tabii ki yine merkez medyadan hiç kimse yoktu. Seslerini fazla duyuramasalar da en azından psikolojik olarak biraz rahatladılar. Yol boyunca Hey tekstil’de üretim yaptıkları Mango, Adidas gibi kimi markaların mağazaları önünde özel olarak durup protesto ettiler. Sloganlarından bazıları şunlardı: “Sadaka değil, hakkımızı isteriz” // “Zengine adalet, işçilere sefalet” // “Hükümet uyuma, patronları koruma” // “Nerede hükümet, nerede adalet” // “Susma haykır, hırsızlara baş kaldır”

Bu tip direniş vakalarında genelde olduğu üzere işçilerin bu hak arayışı “sol” bir söylem ve anlayışla ifadesini buluyor. Bu doğal ve zorunlu bir sonuç değil. Bu durumdaki işçilerin yardımına ve imdadına koşan hemen hemen istisnasız sol gruplar oluyor ve bu gruplar ister istemez etkileşim sonucu farklı oranlarda da olsa bu tip işçi hareketlerine renklerini veriyorlar. Mazlumun hak mücadelesinde onun yanında durabilene ne mutlu. Bu sol söylemin, hareketi ortaya çıkaran sebep değil bir etkileşimin sonucu olduğunu anlayamayıp, bu tarz işçi hareketlerine yabancılaşan ve yadırgayanların ise herhalde oturup önce bir kendilerini gözden geçirmesi gerekiyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir