Yıldız Ramazanoğlu: “Vicdanımı genişletmeye çalışıyorum; hepimizin bireysel devrimlerinden büyüyen bir şeyler var.”

Yıldız Ramazanoğlu ile 13 Aralık günü gerçekleştirdiğimiz Perşembe söyleşimizden notlar;

Ramazanoğlu, normalde ele aldığı eserlerin edebi ağırlıklı olduğunu ama canımızı acıtan meselelere ve bunların nasıl algılandığına dair bir söz söyleme ihtiyacından doğan eserler de kaleme aldığını ve bu eserlerden biri olan Bağdat Fragmanı kitabının ortaya çıkış sürecini anlatarak konuşmasına başladı.

Ramazanoğlu’nun anlattığı üzere, Bağdat Fragmanı’nın arka planını oluşturan Doğu Konferansı, 2003’te Irak işgalinin başlaması ile ortaya çıkan bir inisiyatif idi. Farklı görüşten Türkiyeli aydın ve yazarların, uzaktan birşey yapmaya çabalamayı sürdürmek yerine kendilerinin Ortadoğu’ya gitmeleriyle ve Doğu’yu ortaklaştırabilecek bir dayanışma ve direnişin imkanlılığını aramak istemeleri ile bir araya gelindi. Örneğin Suriyeli aydınların Türkiye’de aynı meseleler üzerine uğraşan insanları atlayıp Avrupa’dakiler ile iletişime geçmesi veya yanıbaşındaki Şam’a bir kez olsun gitmemiş kişilerin Ortadoğu hakkında sürekli yazılar yazması gibi tecessüm eden kopukluk hali üzerine birşey yapmak isteyen 40 aydın ve yazarın bir otobüsle yola çıkmaları üzerine kurulan bir inisiyatifti diye özetledi Doğu Konferansı’nı.

Ramazanoğlu’nun da içinde olduğu bu grubun otobüsü önce Suriye’ye, sonra İran’a uğradı. Ramazanoğlu burada beklediklerinden çok daha donanımlı insanlarla karşılaştıklarını belirtti. Örneğin İranlılara karşı duyulan önyargının onlarla karşılaşmaları ve kendilerinin hem doğuya hem de batıya hakim olan birikimleri ve yereldeki çabalarına oluşan hayranlıktan bahsederek, onların bir ‘Doğu Konferansı’ yapmak için çıkıp gelmiş aydınlara yaklaşımlarının neredeyse kibir gibi algılanmasının kendileri ile yüzleşmelerine vesile olan etkenlerden biri olduğunu da belirtti. Ramazanoğlu bu süreçte Aydın Çubukçu’nun muhalif lider Musavi’nin felsefe profesörü, şair ve ressam olan üniversite rektörü chadorlu (çarşaflı) eşi Zehra Nahravard’a hayranlığından ve ortaya çıktıkları amaca dair bir oluşum meydana geldiği takdirde Zehra Hanım’ı liderlik yapma potansiyeli olan biri olarak gördüğünden söz etti. Mısır’da da önyargıların kırılmasından bahsetti Ramazanoğlu. Örneğin ‘abilik’ yapmasını bekledikleri Mısırlı örgütlerin kendilerine aksine yer yer ‘emperyalist’ muamelesinde bulunmaları veya komünist partisinden bazı sözcülerin konuşmaya besmele ile başlamasına şahitlik etmeleri.. Bağdat Fragmanı bu birebir tecrübelerden ortaya çıkan bir kitap.

Ramazanoğlu’nun Görme Bahçesi adlı kitabı ise Türkiye tecrübeleri ve Türkiye’de kendi deyimiyle ‘görme alanımızı genişletmek’ üzerine ele alınmış bir eser. İşgal Kadınları kitabını yazmanın zorluğuna değinen Ramazanoğlu, bu kitabın bir vicdan borcu ve tanıklıktan ortaya çıktığını söyledi. Dünyanın bir “şehadet alanı, algı alanı ve tezahür alanı” olması, gördüğümüz can yakıcı durumların ve içinde bulunduğumuz kurgulanan gerçeklik içinde yaşanan gerçekliğin var oluşuna dair bir söz idi. Dolayısıyla bu kitabı dünyada Müslüman kadınların konumları ve algılanan konumunun üstünden gerçekleştirilenlerlere dair bir yorum idi.

2000 yılında New York’taki Dünya Kadın Konferansı’na Mazlumder temsilcisi olarak gittiğinde orada neredeyse gerçekleşecek katliamların hazırlığı içinde olan bir söylemle karşılaştığından söz etti Yıldız Abla. Dünyanın her bölgesinden hazır bulunan yüzlerce kadın ve konu arasında hep Müslüman kadınların sorun olarak ortaya konuşu ve dolayısıyla onları ‘ezen Müslüman erkeklerin’ elinden kurtarmanın gerekliliği üzerine sarf edilen sözlere değindi. Bunu takiben 2001’de Afganistan saldırıları gerçekleşti ve işgal sırasında binlerce insanın ölmesinde bir meşruiyet aracı bulan söylemsel ve zihinsel olarak da gerçekleşen bir yapay gerekçe olarak yer almış oldu. Buna örnek olarak milyonlarca okuyucusu olan TIME dergisinde bulunan bir resimde yüzlerce burkalı kadın arasında yüzünü açmış bir kadını ve altına “bunun için yapıyoruz” (işgali) yazısını örnek vermek mümkün. Ramazanoğlu bu konunun o dönem ele alınmayışından ve akademisyenleri bu işgallerden hareketle (kendisinin Türkiye’de feminist hareketler ile olan dostlukları bir yana) emperyalizmin feminizm ile oluşan işbirliğine dair çalışmaları teşvik etmek için bu konuları gündemine aldığından söz etti.

Erkek egemen söylemler üzerine konuşurken Yıldız Abla aslında kadın erkek olarak tanımlanmanın vardığı noktanın da aslında bir şiddet oluşturduğunu ve kadınların cinsiyetçi bir kalıbın içinde hapsedilip yerlerinin belirtilmesinin insanların aynı ruhtan ortaya çıkmış olduğu gerçeğine aykırı olduğunu belirtti. Aynı zamanda bunun kadın meselesinin nisbeten görünür ve üzerine çokca söz söylenen bir tarafı olduğundan, örneğin kendisinin Türkiye’deki başörtülü kadınların mecliste olamayışı üzerine çaba sarf etmesinin bu görünürlük ile bağlantılı olduğundan bahsetti.
Başörtülü kadınların, Kürt halkının veya azınlıkların talep ettikleri ve bir eşitlik duygusu içinde teslim edilmesi gereken haklarının bir lütüf gibi görülmesi ve bu kesimlerin ‘artık gürültü yapmamaları gerektiğine’ dair siyasi-muhafazakar tutumun, Leyla Zana ve Merve Kavakçı gibi kadınlar üzerinde somutlaştığını söyledi. Yukarıdan aşağıya ve bir pazarlık halinde hak sunmanın gerekliliğini ve ortadaki ‘verme dilinin’ kalkması gerektiğini belirtti.

Ramazanoğlu, norm olarak görülen bir kadın profilinin hep varoluşundan söz etti. Halide Edip, Nazife Muhittin gibi kadınlardan bugüne kadar erkeklerin çizdiği bir kadın profilinin beklendiğini belirtti. Batıdan veya Cumhuriyet tarihinden kaynaklanan durumları eleştirirken, islamiyet adına gerçekleşen ayrımcılıkların da eleştirisinin yapılmasının gerekliliğini ve bunların tamamının bir bütünlük içinde kadınların gerçekliğini oluşturduğunu söyledi. Olması gerekenden ve teoriden söz ederken kadınların günlük hayatta ve uygulamada yaşadıklarını yok saymamak gerektiğini anlattı.

İktidarın herşeyi yutmuş olduğu ve her hakkı verdiğine dair sorunsuz bir ortam çizildiği bir yerde kurabileceğimiz dil ve alabileceğimiz yön üzerine gelen bir soru üzerine, Ramazanoğlu şu an marjinal olan grupların zamanla kamuoyuna dönüşmesine dair umudundan söz etti; iktidarın el değiştirmediğinden ve İslamcılığın aslında yeni başladığından bahsetti. İktidarın imkan bırakmadığı gibi görünen alanda aslında dünya ile entegre olan, kimlerle hareket edeceğini öğrenmiş ve farklı kesimlerle ilk defa işbirliği halinde olan grupların var oluşunun İslamcılığın bitmediğini aksine yeni başladığını gösterdiğini söyledi.

Ramazanoğlu kendisini feminist olarak tanımlama dayatmasına katılmamakla birlikte kendisinin ‘kırılgan’ bir feminizme sahip olduğundan söz etti. Mücadele edilmesi gereken farklı baskılar ve gerçeklikler karşısında kendi tecrübelerinin ve mücadelesinin, hem Osmanlı’da kadın hareketi gibi önceki kuşakların gerçekleşmiş mücadelelerinin, hem de örneğin Avrupalı ezilen kadınların veya ‘kız kardeşlik’ mücadelesi ile buluşabilen ortak bir tecrübe alanınının gerekliliğinden söz ederek konuşmasını tamamladı.

3 Responses

  1. alp dedi ki:

    yıldız ablanın sohbeti müthişti. pek çok kıymetli söz söyledi yıldız abla, yukardaki notlarda bir kısmı var zaten. benim aklıma kazınan, biraz da daralmak için çokça sebebimizin olduğu şu günlerde içimi açan, muhabbetin sonlarına doğru dediği: “herşey yeni başlıyor, acayip islamcıyım yani” lafı oldu. allah razı olsun diyim istedim. heyecanı heyecanımız.

  2. mehtap çıracı dedi ki:

    kitapların linkini de verelim:

    bağdat fragmanı

    http://www.kitapyurdu.com/kitap/default.asp?id=434730

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir