Evsizlerin Sesleri, ABD’deki Tartışmalar ve Bir Öneri

Tüm mağduriyet ve ezilme ilişkilerinde olduğu gibi evsizlik meselesini de gerçekten anlayabilmek için asıl olarak ezilenlerin seslerine ve öznelliklerine odaklanmak gerekiyor. Tüm sosyal meselelerde olduğu gibi çok boyutlu ve karmaşık olan bu mevzuyu idrak edebilmek, ezilenlerle empatiyi geliştirebilmek ve gerçek çözüm yollarını bulabilmek için bu şart.

Evsizlerle yapılmış olan nitelikli röportajlar bu iş için iyi bir başlangıç. Bize bunu hatırlatan Fatih Pınar’ın bugün yayınlanan müthiş çalışması oldu. Bu vesileyle sizler için bir derleme yaptık ve bu vesile ile evsizlik üzerine ABD’de yapılan tartışmaların izinden konuya ilişkin temel birkaç hususu yerli yerine oturtmaya çalıştık.

Fatih Pınar yine olağanüstü güzel bir video röportaj yapmış. An itibariyle Zeytinburnu’ndaki bir spor salonunda toplanmış olan evsizleri dinlemiş, bizlerle paylaşmış. Allah razı olsun. Hiç araya girmeyelim, hemen bu taze çalışmaya bağlanalım.

(2013-2014 Kışı: Aralık 2013)

Tam bir sene önce TRT haber, yine bir spor salonunda toplanmış olan evsizlerle -Fatih Pınar’ınkiler kadar nitelikli olmasa da- yine de evsizlerin kendi seslerini duymamıza imkân veren bir haber-röportaj yapmıştı. Elbette kanalın niteliğinden ötürü daha güzellemeci bir söylem inşa edilmiş ama evsizlerin sözleri, halleri bize başka bir hikâyeyi de anlatıyor. Selçuk Parsadan’ın oğlu “hadi biz genciz de…” diyerek meselenin bam teline basıyor.

(2012-2013 Kışı: Aralık 2012)

Bir önceki kış ise bu kez IMC tv muhabirleri evsizlerin barındırıldığı spor salonuna gitmiş ve bir haber hazırlamışlardı. Bir amcanın söylediği “korkumuzdan yazın gelmesini istemiyoruz…” diye başlayan sözler vaziyeti, abesliği ve çaresizliği özetliyor.

(2011-2012 Kışı: Şubat 2012)

Evsizler geçici bir süreliğine spor salonlarında ile imctv

Ocak 2010’da yine Fatih Pınar, bizler de dahil olmak üzere pek çok kişinin yüzüne bu meseleyi çarpan, sarsarak farkına vardıran çok iyi bir foto röportaj yapmıştı. Onu da yad edelim.

(2009-2010 Kışı: Ocak 2010)

Peki Fatih Pınar’ın geçtiğimiz hafta içinde konuştuğu evsizlerin akıbeti ne olacak? Bir kısmı hizmetin niteliğinden ötürü ilk fırsatta salondan ayrılacak, kalanlar ise hastaymış değilmiş gözünün yaşına bakılmadan Mart ayında salondan “tahliye” edilecekler. Tıpkı geçen yıl olduğu gibi, aşağıya yapıştırdığımız Hürriyet’in 26 Mart 2013 tarihli haberinde[1] görebileceğiniz gibi.

Bu sorunun en ileri düzeyde yaşandığı ABD’de bugün neredeyse bütün ilgili bilim camiası evsizliğin asıl olarak bir yapısal sorun olduğuna, temelinde uygun fiyatlı konut azlığının ve diğer ekonomik koşulların yattığı konusunda hemfikir.[2] Bu koşullar, içimizden bir grup insanı evsiz kalma riski yüksek bir katman haline getiriyor ve o katman içerisindeki bazı bireyler fiili olarak evsizlik konumuna düşüyorlar. Gowan’ın güzel ifadesiyle evsizler, madenlerde zehirli gaz ihtimaline karşı madencilerin beraberlerinde gezdirdikleri kanaryalar aslında.[3] Yani hepimizi etkileyen toplumsal ve yapısal bir sorun karşısında en hassas durumda olan, bu yüzden de en hızlı etkilenen ve düşen komşularımız, kardeşlerimiz…

Doğru zannedilen birkaç yanlışa değinelim. Evvela akıl hastalığı meselesine. Akıl hastalığı bulunan evsiz oranı Batı dünyasında yapılan araştırmalarda % 30 civarlarında çıkıyor ki bu hastalıkların evsizliğin öncesinde mi sonrasında mı ortaya çıktığı, yani sebep mi yoksa sonuç mu olduğu ayrı bir konu. Her halükarda evsiz kalmadan önce akıl hastası olan insanların evsiz kalmalarının sebebi bizatihi bu hastalıkları değil. Asıl sebep, toplumun akıl hastalarına yönelik ayrımcılığı ve bu akıl hastalarının toplumun dar gelirli katmanında bulunuyor oluşu. Allah aşkına, zengin bir ailenin akıl hastası bir evladı niye ve nasıl evsiz kalsın ki? Akıl hastalığını evsizliğin önemli sebeplerinden biri olarak bellemenin klişe gerekçesi olan ABD’deki akıl hastalarının kurumlardan çıkartılma sürecinin, ABD’deki evsizliğin kitleselleşmesinden çok önce gerçekleştiği, evsizliğin akıl hastalığından kaynaklandığı savının bir mitten ibaret olduğu belirtiliyor.[4]

Gelelim alkol ve uyuşturucu meselesine. 1990’lı yıllarda “sokak çocukları” meselesini, “tinerci”leri çok tartıştık. Sokakta yaşayan çocuklar tiner kullandıkları için mi sokakta yaşıyorlar, yoksa ilişki tersi mi? Öte yandan akıl hastaları için kurduğumuz mantığın izinden gidersek, toplumumuzun orta ve üst sınıflarında alkol ve uyuşturucu kullanımı hiç yok mu ki madde kullanıma böyle bir evsizleştirici güç atfedelim? Elbette alkolizm ve uyuşturucu kullanımının orta halli bir bireyi evsizler arasına sokmasının örnekleri vardır. Ama genel eğilim yoğun madde kullanımının ya zaten evsizlikleşme sonrası başladığı ya da işten çıkarılma, iflas etme, işsiz kalma gibi ekonomik bir darbe veya başka bir trajedi sonrası baş gösterdiği yönündedir. Yetiştirme yurtlarında büyüyen ya da çok yoksul bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldiği için sokaklarda çalışmak, yer yer yaşamak zorunda kalarak madde kullanımına başlayan ve yolu evsizliğe varanları bu noktaya getiren sebebin “madde” olmadığı zaten aşikar olsa gerek.

ABD’de evsizlik meselesinin bireysel hatalardan kat be kat daha çok yapısal sebeplerden kaynaklandığı konusunda öyle bir konsensüs oluştu ki 2009 yılında “evsizliğin önlenmesi ve acil yeniden-konutlandırma” programına tam 1,5 milyar dolar aktarıldı.[5] Oluşan konsensüsün gücünü ve anlamını idrak edebilmek için Amerika’nın “her koyun kendi bacağından asılır” diye vazeden aşırı liberalizmi milli ideoloji olarak benimsemiş bir ülke olduğunu, doğru düzgün bir kamusal sağlık sigortası sisteminin bile henüz bulunmadığını hatırlayalım. İşte buna rağmen ABD’nin evsizlere yönelik sosyal hizmet politikası bugün evsizleri evsiz barınaklarında misafir ve “rehabilite” etme fikrinden çoktan caymış ve “önce-eve-yerleştir” modeline geçmiştir. Bu modelde evsizler devletin kira yardımıyla hızlı bir şekilde, şartsız ve süre kısıtlaması olmadan kiralık ve normal bir konuta yerleştirilirler. İhtiyaç duyan evsizler çeşitli tıbbi ya da başka sosyal hizmetlerle de desteklenir.

Yeniden ülkemize dönecek olursak ise durumun bundan çok uzak olduğunu görürüz. Elbette ülkemizde çok şükür ki evsizlik sorunu Batı toplumlarındaki kadar ileri düzeyde değil. İnancımız ve onun izinde oluşan aile yapımız ve sosyal dayanışma anlayışımız, literatürdeki tabirle tampon vazifesi görüyor. Ancak sizce evsizlerin 2000’li yıllarla birlikte kamusal alanda görünür olmaya başlaması, her kış her yıl giderek artan sayıda evsizin büyükşehirlerde kurulan barınaklarda misafir edilmeye başlanması bir tesadüf mü? Yoksa aşırı liberalizmin toplumumuza, zihniyetimize ve özellikle çalışma hayatımıza giderek artan nüfuzundan mı kaynaklı?

Ülkemizde evsizleri –bırakalım ABD’deki gibi devlet desteği ile normal evlere yerleştirmeyi– 365 gün 24 saat mütevazi koşullarda barındıran sadece iki devlet kurumu var. Biri İzmir Büyükşehir Belediyesi öbürü de Kocaeli Büyükşehir Belediyesi tarafından işletilmektedir. İzmir’deki örnek, hakkında ulaşılabilen bilgilerin çokluğu ve hizmetin niteliği ile evsizlerin acil barınma ihtiyaçlarını karşılama anlamında parlak bir örnek gibi görünmektedir. Ankara ve Bursa’da kış aylarında 4-5 ay boyunca evsizler ya otellerde ya da belediyenin nispeten nitelikli barınaklarında misafir edilmekte sonra yeniden sokağa bırakılmaktadır.

İstanbul’da ise bildiğimiz hikaye, bildiğimiz baştan savmacılık. Spor salonuna doluşturulmuş seyyar yataklarda üç aylık barındırma… Hepsi bu. Elbette bu da bir şey, bu da önemli, bu da çok kıymetli, ama yapılması gerekenden ve İzmir’de ortaya koyulduğu üzere yapılabilecek olandan çok çok uzak. Üstelik 2004’ten beri iyi kötü açık olan Beyoğlu Kaymakamlığı evsizler evinin geçtiğimiz Nisan ayında kapatılmış olmasının akla, mantığa, vicdana uyan bir tarafı yok…

Umalım ki önümüzdeki yerel seçim süreci, başta İstanbul’da olmak üzere tüm büyükşehirlerde en azından İzmir’dekine benzeyen nitelikli barınaklar açılmasına vesile olsun.

Bunu düşünelim, buna hazırlanalım, bunu gündemleştirelim.

 

http://www.hurriyet.com.tr/gundem/22896888.asp

Untitled

CEMRE EVSİZLERİN KAFASINA DÜŞTÜ – 26.03.13

İstanbul Büyükşehir Belediyesi, Aralık 2012’den itibaren, kent sokaklarında yaşayan evsizleri, soğuktan korumak için Tarabya Metin Oktay Kapalı Spor Salonu’nda ağırlamaya başladı.

Evsizlerin yiyecek ve banyo ihtiyaçlarının karşılandığı tesiste kalan 200 kişi, önceki gün tahliye edildi. Bazı evsizler, belediye yetkililerine havaların henüz yeterince ısınmadığını belirterek isyan etti.

Geçen yıl da spor salonunda kaldığını söyleyen Gürol Y., “Bazılarımız çok hasta. Onları bu havada sokağa bırakmamaları gerekiyor” dedi.

Spor salonunda ilk kez kaldığını söyleyen Namık Kemal P. “En azından bizlere iş verilmeli. Bu kadar insan aç susuz sokağa bırakılıyor. Çoğumuzun kimsesi yok. Havalar biraz daha ısınsa belki olabilir ancak böyle bir zamanda bizi bırakmamamız gerekiyordu. Bazıları gerçekten bırakılmayacak durumda” diye konuştu.

Konuyla ilgili sorularımızı yanıtlayan bir belediye yetkilisi ise, “Burası maalesef bir konaklama tesisi değil. Zor ve soğuk günlerde olabildiğince evsizleri misafir ettik. Ancak halk da bize sürekli spor salonunun ne zaman açılacağını soruyor. Mart sonuna geldik. Artık spor salonu gerçek hizmetini vermek zorunda” diye cevapladı.


[2] Barrett Lee, Kimberly Tyler ve James Wright, “The New Homelessness Revisited” Annual Review of Sociology, 2010, Sayı 36.

[3] Teresa Gowan, “Excavating ‘Globalization’ from Street Level: Homeless Men Recycle Their Pasts” Global Ethnography, der. Michael Burawoy, Berkeley, University of California Press, 2000.

[4] Dennis Culhane, “Five Myths about America’s Homeless”, Washington Post, 2010. <http://www.washingtonpost.com/wp-dyn/content/article/2010/07/09/AR2010070902357.html>

[5] Dennis P. Culhane (2013) “Homelessness Research: Shaping Policy and Practice, Now and Into the Future” American Journal of Public Health, Supplement 2, Vol 103, No. S2, s. 181.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir