Bir Yas Günü

5 yıl geçmiş üzerinden. İnsanın hayatında yer eden bir tarafı var.

5 yıl önce çok sarsıldığımı hatırlıyorum. Adamı düşüncelerinden ve Ermeni kimliğinden ötürü güpe gündüz ve göstere göstere vurdular. Ve o gün tahmin ettiğimiz, ilerleyen yıllarda mahkemede onlarca delille ortaya konulduğu üzere, devletin belli kurumları hadisenin fazlasıyla farkında, farkında olmayı bir yana bırakalım sürece müdahil idi.

Dink’i tanıyan, yazılarını okumuş biri değildim. Sonradan keşfetmiş oldum. Okudukça niye böyle seveninin çok olduğunu ve sevenlerinin onu neden bu kadar çok sevdiğini anladım. Esaslı ve mert bir insanmış rahmetli, kendimce onu gördüm. Hangi görüşten olursa olsun, gözü kararmamış insanlar kendisinin hayat hikayesi ve yazdıklarıyla alakadar olursa bunu görecektir zannediyorum.

“Dink’ten ve Ermenilerden daha önemli sorunlarımız var.” Böyle yazmış birisi Dink’le ilgili bir haberin altına. Bu yorumu düşündüm bugün Taksim’den Şişli’ye yürürken. Herhalde epey bir insan bu yorumdaki gibi düşünüyor, şu veya bu sebepten.

Niyetleri sorgulamayalım, doğru bir tespit olabilir. Mesela “Irak sınırında yaşanan olay” var. Bir sürü kanal haberi böyle verdi, o da bilmem kaç saat sonra. Başına bir “acı” sıfatını bile çok görenler oldu. Karşılaştırmaktan nefret ediyorum ama bu düşünceyi aklımdan atamıyorum. Ne yazık ki Uludere’de ölen 34 kişiye toplum olarak Dink için koyabildiğimiz tepkiyi koyamadık galiba. Dink için koyabildiğimiz de olması gerekene göre çok azdı belki ama diğerleri için ondan da az. Bunu kendimi de ayırmadan söylüyorum. Bugün kürsüden yapılan konuşmalarda eğer ben kaçırmadıysam Uludere’nin hiç zikredilmemesinden de çok rahatsız oldum, anlayamadım. Eğer ben kaçırdıysam haklarını helal etsinler. Asıl mevzumuz olan yorumu yazanın kastettiği de Uludere filan değildir zaten muhtemelen.

Dink ve Ermenilerden daha önemli meseleler… Mesela terör var. Dış ve iç mihraklar var. Siyasi eğilimine göre, CHP’liyse AKP belası, AKP’liyse Ergenekon kalıntıları, MHP’liyse başka bişi vs. vs. Bunlardan biri olabilir aklındaki. Veya daha iyimser bir tahminle geçim sıkıntısı olabilir belki kastettiği.

Geçim sıkıntısı olabilir, evet. Bu makul, zira bu tip hak, hukuk, ifade özgürlüğü, farklı kimliklerin de eşit haklara sahip olmaları gibi meselelerle orta ve üst sınıftan gelenlerin (o kesimlerin içinden bir azınlık elbette) daha çok haşır neşir oldukları bir vakıa. Bugün de Taksim’den Şişli’ye yürüyenlerin çok büyük çoğunluğu geçim sıkıntısıyla, eve ekmek götürme derdiyle pek haşır neşir olmayanlardı galiba. Ya sınıfsal konumlarından ya da yaşamlarının gençlik, öğrencilik evrelerinde olmalarından.

Bu “asıl gündem geçim sıkıntısı” argümanı orta-üst katmanlardan birilerinden gelince haklı olarak huylanırız. Çünkü biliriz ki “bırakın bu yalancı gündemleri, asıl gündem halkın geçim sıkıntısı” gibi bir şey diyen fakat kendisi üst-orta sınıftan olan biri, bu lafı muhtemelen o “yalancı gündem” bir sebepten işine gelmediği için söylüyordur. Yani başka bir deyişle kendi fikrine ve çıkarına milletin geçim derdini meze ediyordur. Ama yine de böyle bir belirleyici sıkıntı vardır toplumun çok geniş kesimleri için. Pire için yorgan yakmamak lazım. Ve bu sıkıntı üst orta sınıfların çoğu zaman zannettiği gibi de sadece bir “ekmek” sıkıntısından da ibaret değildir, bir haysiyet, bir hor görülme sıkıntısını da her daim beraberinde taşır.

Dar gelirliliklerini, statüsüzlüklerini, eğitimden mahrum bırakılmışlıklarını, iş yerlerinde her daim emireri konumunda oluşlarını, üç kuruş için saatlerce ter dökmek durumunda kalışlarını bir yara olarak taşırlar bu kastedilen kesimler çoğunlukla. Bu yaranın tedavisi zor. Yukarıya tırmanabilmek imkansız olmasa da çok zordur, belki bir küçük dükkan, belki bir atölye, belki başka bişi. Ve zor bela şansını deneyenlerin ciddi bir bölümü de çok geçmeden saflara geri döner, çünkü yukarıda yer her zaman çok sınırlıdır. Tedavi edilemeyen yara en azından pansuman ister ve pek çok merhemden biri, belki başlıcası sembolik ifadeyle Türklükleri ve siyasal ifadeyle Devletleridir. Dink’in bunların her ikisini de sarsan bir duruşu temsil etmesi işçi, emekçi, yoksul, halk, artık her ne diyeceksek geniş kesimlere yabancı gelmesinin sebebi olsa gerek. Fakat sınıf yaralarından muaf, okumuş yazmış orta üst sınıflar, ucundan kıyısından da olsa siyasal söylemlerin üreticileri konumunda olanlar için durum elbette başka. Bu katmana gelince salt siyasi terimlerle konuyu ele alabiliriz.

Gel gelelim siyaset de ahlak ve akılla yapılmıyor. Bunlar hiç yok demiyorum. Ama çoğunlukla ait olunan sosyal çevre, yatırım yapılan sosyal grup, bunlarla alakalı kültürel dünya, grupsal ve kişisel çıkarlar kişilerin siyasetini büyük ölçüde belirliyor. Siyaset herhalde bu yüzden pis bir şey. Dahası bir de siyasetin üzerine konuştuğu toplumun çoksesliliği, toplumsal sorunların karmaşıklığı eklenince siyaset iyice içinden çıkılmaz bir şey haline geliyor. Fakat işte yine de ahlak ve akılla siyasete müdahale alanının genişletilmesi için gayret etmekten vazgeçmemek gerekiyor. Ve bu gayret ve müdahale esnasında da yine ahlaktan şaşmamak. Yoksa siyaset bildiğimiz siyasetten ibaret kalır, dönüştürmek için geleni dönüştürür.

Hrant Dink’in öldürülmesinin, suikastının arkasındaki kumpasın, bu kumpasın ortaya çıkartılmaması için atılan taklaların, Dink’in suikastı üzerinden tüm topluma verilen mesajın niye büyük ve önemli bir zulüm olduğunu burada anlatacak değilim.

Öldürülen bir Ermeni. Doğan Medya hesap sorma tarafında. Yürüyenlerin büyük çoğunluğu “modern” üst-orta sınıflardan. İşin içinde bir de sol var. Sünni halk kesimlerinin bütün sınıfsal, dinsel ve milli duyarlılık, ezilmişlik ve öfkelerinin karşısında mobilize edilebileceği mükemmel bir bileşim. Bir tek Kürtler eksik, onlar da olsa, şu insan hakları hocasının söylediği gibi yollayın bir füze milletçe tüm dertlerimizden bir kerede kurtulalım.

Ve fakat yine de olmuyor. Ortada ciddi bir zulüm öylece duruyor. En az Dink cinayeti kadar önemli başka sorunlarımız da var muhakkak. Ama bu cinayeti küçümsemek adalet terazisini epey sarsmak olur gibime geliyor.

Bu vesileyle kul hakkı meselesi üzerine bir kez daha düşünüyorum. Üzerinde ne kadar dursak, ne kadar düşünsek az gibi geliyor. Ve dahası fikir ve ifade hürriyeti meselesini niye liberallerin tekeline bırakıyoruz, bu hürriyeti kul hakkı ile birlikte ele almamız gerekmez mi diye kendi kendime sormadan edemiyorum. Fikretmenin, fikrini söylemenin mümkün olmadığı yerde kul hakkını nasıl bilecez? Kimin hakkının yenip yenmediğini, kimin hakkının gasp edilip edilmediğini nasıl bilebiliriz? Göz korkutmanın, sindirmenin olduğu, ifade imkanlarının sınırlı olduğu yerde alınan helalliğin ne kıymeti olur?

Elimizle pek bir şey yapamıyoruz, dilimizle bir sese ses katmış olduk. Halihazırdaki “siyasi dengeler” içerisinde umutlu olmak için çok sebep yok, ama inşallah bir hayra vesile olur.

2 Responses

  1. Selahattin dedi ki:

    Yazdığın bir çok konuda haklısın evet Hrant Dink cinayetiyle daha çok orta ve üst sınıf, yada öğrenciler vs. daha çok ilgilendi, Uludere’de yaşanan insanlık dramı daha çok Kürt siyaseti tarafından sahiplenilirken, toplumun büyük bir çoğunluğu oralı bile olmadı. Basının bir kısmı tarafından kaçakçılık yapan kişiler diye lanse edildi. Hrant Dink yargılandığı dönemde şimdi Ergenekon terör örgütüne üyelikten yargılananlar mahkeme önlerinde kendisine tacizde bulunurken, şu anda kendisine sahip çıkıyor görünenlerin birçoğu yanında yoktu, yapılan linci uzaktan seyrediyorlardı, tıpkı bizler gibi. Son yıllarda örneğin 1 Mayıs’a çıkan insan profili ile, Hrant için yürüyüş yapan kalabalık birbirine benziyor. Peki bu ülkede ekonomik anlamda emeği ile zar zor geçinen veya işsiz kesimler niye bu konuda bu kadar duyarsız hatta düşmanca bir tavır takınırlar. Bunun tahlilini yapmak oldukça zor, ben burada bu tahlile hiç girmeyeceğim yalnız benim en çok ağrıma giden şeyler galiba şunlar; Bir ülkede sadece fikirlerinden ve etnik kökeninden dolayı çalıştığı mekanın önünde güpegündüz sırtından kalleşçe vurularak öldürülen bir kişiyle, bir insanla, 1915 yılında yaşanan çok kötü ve talihsiz olayları karşılaştırarak “Ermeniler de bizi öldürdü” ya da “Bunlar Karabağ’da katliam yaptı” diyerek iki olayı birbirine ilintili hale getirip hastalıklı bir intikam duygusu ile hareket eden insanları nasıl izah edebileceğiz. Bu nasıl bir Müslüman zihindir, bu nasıl bir insanlıktır. “Kim haksız yere bir cana kıyarsa bütün insanları öldürmüş gibi olur. Kim de bir canı kurtarırsa bütün insanları kurtarmış gibi olur.” (Maide Sûresi,32) diyen Kuran’a inandığını söyleyen bir müslümanın bu cinayeti tasvip edebilmesi onaylaması mümkün müdür? Kaçakçılığın ağababasını yapanlara sistem sahip çıkarken, bu halk da onay vermiyor mu? O zaman ekmek parası için küçücük çocukların bulunduğu bir kafilenin bombalanmasını nasıl onaylayabiliyorlar? Hani müminler bir tarağın dişlileri gibiydi, Hucurat suresi 10. Ayette “Müminler ancak kardeştirler, Öyleyse kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah’tan korkun ki esirgenesiniz” demiyor mu? Bu nasıl bir kardeşliktir. Son olarak söyleyeceğim bu ülkede bir çok şeyin ve bir çok söylemin içi boşalmış durumdadır. Her söylenen artık sadece bir slogandır ve hayatta hiçbir karşılığı yoktur. Peki böyle bir toplum için Kuran ne der? “Onlardan önce yaşamış olan nice nesilleri böyle zulümleri sebebiyle helak edişimiz, kendilerini hala yola getirmedi mi? Halbuki onların meskenlerinde dolaşıyorlar. Şüphe yok ki bunda, doğru akıl sahipleri için nice ibretler vardır.” (taha-128)

    • alp dedi ki:

      kıymetli katkınız için çok teşekkür ederim selahattin bey. insan hakikaten bazen durup afallıyor, kendine müslümanım diyen insanlar bu lafları nasıl ederler, nasıl böyle düşünürler, davranırlar diye. ama herhalde işte toplumsal düzeni, siyasal ve toplumsal yapıları soğuk analizler yapma pahasına analize katmak lazım. milliyetçiliğin gözü kör ve düşmancıl versiyonları bilmem kaç yerden boca ediliyor insanların üzerine, eğitim, medya, devlet büyükleri vs. bir insan 40 kere duyduğu şeyi doğru bilirmiş. böyle düşününce hayret duygusu azalıyor ve insan madem böyle bu kurumları dönüştürmek için gayret göstermek lazım, başka sesleri daha yükseltmek lazım duygusuna kayıyor galiba.

      “bu ülkede bir çok şeyin ve bir çok söylemin içi boşalmış durumdadır. Her söylenen artık sadece bir slogandır ve hayatta hiçbir karşılığı yoktur.”

      demişsiniz. hissiyatınızı anladığımı zannetmekle beraber, bu kadar karamsarlığa kapılmaya hakkımız yok diye inanmışımdır ben hep. ortalığa adaletsizlik saçanlar durmuyorlar, pek duracağa da benzemiyorlar. iyi kötü bir adalet derdi hasıl olanların da sebat etmesi, sabırla direnmesi gerekir diye düşünüyorum. bu da umutsuz olmuyor, umut fakirin ekmeği diye boşa dememişler.

      adalet için de kafamızdaki hazır ve kitabi kurgularla hareket etmekten çok, adaletsizliğe maruz kalanları, ezilenleri, yoksulları, mustazafları dinlemek, neyin adaletsiz olduğuna ve adaletin neyi gerektirdiğine onlarla beraber karar vermek gerekiyor sanırım.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir