Her bildiri bütün taraflara konuşur mu?

Barış Bildirisi imzacılarının “zamanlama ve birtakım çağrılardaki benzerlik” harici hiçbir mantıkî, nedensel veya örgütsel bağ delili sunulmaksızın “terör propagandası” ithamıyla Ağır Ceza’da yargılandığı haftada Atilla Yayla işten atma ve yargılamaları yanlış bulurken “Siz kimi kandırıyorsunuz Allah aşkına! Ne bildiriniz barış bildirisiydi ne de siz barışçı akademisyenlersiniz. İyi şiddet kötü şiddet ayrımı yapan kimselersiniz. (Türkü ile Kürdü ile) Türkiye solunun klasik şiddet meftunluğuna yakalanmışsınız. Barıştan, barışçılıktan söz ederek insanları kendinize güldürmeyin!” diyerek benim de elbette haksız istihza ve hatta hakaret ve iftira olarak üzerime alındığım sözler sarf etmiş.

Yazı maalesef benim gibi şiddetsizlik felsefesini benimsemiş kişilere iftira hükmüne geçecek “iyi şiddet kötü şiddet ayrımı yapan kimselersiniz” yaftası vurmanın yanında Barış Bildirisi imzacılarının ne denli farklı kökenlerden geldiğini, aslında barış talebi dışında ideolojik hiçbir bakış paylaşmadığını, onun sol ideolojiden yazıldığını sanmasının aksine “Müslüman kimliği” ile öne çıkarılan benim gibi mesela onlarca kişi olduğunu, hatta bu bildirinin hiçbir ideolojinin yedeğinde olmaksızın sadece “barış fikriyatı” ortaklığında çıkmasının onu Türkiye tarihinde çok istisnai bir yere oturttuğunu en hafif tabiriyle gözardı etmiş. Bu yazının talihsizliği.

Ama yalnızca bu da değil. Biz iki yıldır onlarca yüzlerce argümantasyon, illüstrasyon, analoji ve kıyasla ya anlatamadık ya da gerçekten anlama konusunda çok geniş bir insan kesimi nezdinde bir direnişle karşı karşıyayız. Esas sorun edeceğim de bu.

Ben bianet’e açığa alınmam üzerine verdiğim beyanda her bildirinin amacının farklı olduğunu, bir insan hakları örgütü tarafından yayımlanmadığı müddetçe her bildiride belli bir tarafa konuşulabileceğini, bunun diğer tarafı kollamak anlamına gelmeyeceğini çok yalın bir biçimde 2014’teki İsrail’in 51 gün savaşında kimsenin HAMAS’a laf edilmemesini dert etmediğini, 2013 Rabia katliamında da kimi eylemcilerin silahla geldiğini ve onların giriştiği çatışmalarda en az 8 polisin öldürüldüğünü, Rabia kınama bildirilerinde İhvan taraftarlarının şiddet kullanmasının sorun edilmesi ve kınanması bir yana, bilinmediğini söylemiştim.

Yine hatırlayalım: İsrail’in 51 gün savaşı HAMAS’ın bir hücresinin 3 Yeşiva öğrencisi Yahudi “çocuğu” kaçırıp öldürmesi ile başladı. Türk kamuoyu nasıl ki Ceylanpınar’daki 2 polis memurunun vahşice katledilmesini çatışma boyunca olup biten ne kadar can kaybı varsa onu meşrulaştıran bir tetikleyiciye çevirdiyse, İsrail kamuoyu da aynı o şekilde 3 Yeşiva öğrencisinin hunharca katlini 51 gün boyunca süren yıkım ve katliamların gerekçesi kıldı. Bu cinayeti Filistin tarafı uzun bir süre inkâr etti, sonra Salah Aruri Türkiye’de bir toplantıda itiraf etti. (Neden iki yıl sonra Mavi Marmara davasının düşürülmesini hükme bağlayan 2016 İsrail’le Normalleşme Anlaşmasında Aruri’nin sınır dışı edilmesi de olacaktı da sonra kendisi ülkeyi terk edince olmadı?)

Biraz daha geriye gidelim, Fransa’ya karşı FLN (Front de Libération Nationale) tarafından başlatılan ve “terör” ve “terörist” kelimeleriyle yazılarını dolduranların “terör eylemi” demek zorunda kalacağı sayısız eylemin yer aldığı, silahsız sayısız Fransız sivilin bombalı saldırılarla öldürüldüğü Cezayir bağımsızlık savaşı (1954-1962) sürecinde “121’ler Manifestosu” (20 Eylül 1960) olarak bilinen manifestonun Simone de Beauvoir’dan Sartre’a imzacıları da aynı şekilde bu “terör eylemleri”ne değil, kendilerinin Fransız olarak sorumlulukları gereği Fransız devletinin Cezayir halkına karşı işlediği hukuk dışı tavır ve katliamlara odaklanmışlardı.

Onlar bugün de bütün Müslüman halklar ve Doğu halkları tarafından elbette saygıyla anılıyor seviliyor, onların bildirisini de “terörist destekçisi” bulan veya “tek taraflı” olduğu için kınayan, FLN’in “terörist eylemleri”ni yeterince kınamadığı, onlara terörist demediği için onlara sahte barış aktivistleri diyen bir Müslüman veya Türk bilmiyorum.

Şimdi gündemimiz malum yine Filistin. Bizim Filistin dostu Türkiyelilerimizden Filistin davasını Yahudi karşıtı ırkçılığa çevirmemeyi başarmış olanlarımız bolca “Barış İçin Yahudi Sesi” adlı ABD temelli grubun ürettiği malzemeyi ve beyanı paylaşıyor, onların sözlerinden haklı olarak manevi güç alıyor.

Bunların Siyonist Yahudiler tarafından “terör örgütü HAMAS’ı kolluyorlar” şeklinde, “sahte barış aktivistleri” şeklinde yaftalandıklarını söylememize sanırım gerek yok. Tıpkı bizim suçlandığımız yazıların işte bu “vatansız”, kendi “milletlerinin düşmanı,” “self-hating Jews”‘e saldıran Siyonist muadilleri de bolca var. Biri için bkz: https://www.algemeiner.com/…/opinion-jews-helping-hamas-ar…/”Jews Helping Hamas Are No Voice for Peace”

Ne kadar benzer ve tanıdık ifadeler değil mi?

İşte bu “sözde” “barış aktivistleri” Filistin konusunda da 2011 yılında BDS kampanyasına (Boycott, Divestment Sanctions – Boykot, Yatırım Çekme, Yaptırım) topyekun destek verdiler. Biz 2014’te HAK-İŞ’i onların Oakland California’da düzenlediği, Zim Holding’in dünya çapındaki limanlarında liman işçilerine yük indirmeme eylemi”ne katılmaya ikna edemedik ama o Filistin dostu Yahudiler bu eylemi başarıyla tamamladı. Bakın aşağıda bu 2011 tarihli BDS’e destek temalı bildirileri var. Ama bekleyeceğimiz üzere tabii ki “tek taraflı”, tabii ki “içinde terörist kelimesi geçmiyor”, tabii ki Filistin tarafına bir şey söylemiyor, ve tabii ki HAMAS’ın “terörist eylemlerini yeterince kınamıyor.”

Hamas ve terörist demişken lugatinde terör ve terörist kelimesi bulunmayan birisiyim. Defaatle dediğim gibi şiddetin her türlüsünden berî olduğum gibi hiçbir, ama hiçbir silahlı örgütle işim olmaz, olmayacak. Filistin davasını HAMAS, İslami Cihad, FHKC, Hizbullah veya Fetih taraftarı olmaksızın desteklerim, Kürt özgürlük mücadelesini de PKK ile hiçbir işim olmayacak şekilde. Ama terörist kelimesini gerine gerine kullanmaktan hazzedenlere söylemeliyim ki PKK’yi terörist sunmak için örnek getirdiğiniz hangi uluslararası doküman varsa onlar HAMAS’ı da terörist kabul eder; sivillere karşı hangi eylemini örnek veya delil getirirseniz onların aynısından HAMAS için de getirebiliriz. Tutarlı bir insan olmak isterseniz size sadece öncelikle bu iktidar dili olan ve hakikaten hiçbir tutarlı kullanımını bulamadığımız terörist kelimesinden vazgeçmenizi salık vermekle başlayabiliriz. Şiddete, cinayete, katliama, caniliğe işte bu çok aşina, çok kadîm, hiçbir söz suistimali içermeyen bir biçimde kendi adlarıyla adlar verip o şekilde karşı çıkmak inanın en kolayı.

Ve işte Barış İçin Yahudi Sesi’nin 2011 Bildirisi. Ve kimseye terörist demeden Yahudi olarak Filistin davasına destek vermenin örneği. Okuyalım.

“1. Barış İçin Yahudi Sesi’nin BDS (Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar hareketi) hakkındaki açıklaması, 2011

Özet: Barış İçin Yahudi Sesi’nin son dönemdeki büyümesinin tetiklediği süregelen bir değerlendirmenin parçası olarak, BDS politikamızı da gözden geçirdik. BDS üzerine örgütümüz çapında gerçekleştirdiğimiz diyaloğa dayanarak, stratejimizi aynı tutmakla beraber pozisyonumuzda değişiklik yaptık. Barış İçin Yahudi Sesi, Filistin Ulusal Boykot Komitesi’nin hedeflerini paylaşıyor – işgale son verilmesi, şu an İsrail’de yaşayan Filistinliler için eşitlik sağlanması ve Filistinli mültecilerin dönüş hakkının tanınması. Barış İçin Yahudi Girişimi’nin çabaları, İsrail’in Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki işgali ile Gazze Şeridi’ndeki ablukasını doğrudan hedef alan boykot ve tecrit kampanyalarına odaklanıyor. Bunun, Filistinlilerden gelen İsrail’e Boykot Girişimi çağrısının paylaştığımız hedeflerine ulaşabilmesi için Barış İçin Yahudi Girişimi’nin yapabileceği en etkili yardım olduğuna inanıyoruz.

Barış İçin Yahudi Girişimi, bütün İsrailliler ve Filistinliler için tam eşitlik ve demokrasinin teşvik edilmesini hedefliyor. İsrailliler gibi Filistinliler de güçlü bir pozisyondan müzakere edemedikçe, kalıcı bir barışın sağlanamayacağına inanıyoruz. Bu da, mevcut güç dengesizliğinde bir değişiklik gerektiriyor. Barış İçin Yahudi Girişimi, bu değişikliği sağlamak amacıyla şiddet içermeyen stratejilere tam destek veriyor. Barış İçin Yahudi Girişimi’nin parçası olduğu Boykot, Tecrit ve Yaptırımlar hareketi bu çalışmada merkezi bir rol oynuyor.

Filistinli aktivistler uzun süredir İsrail işgaline ve İsrail’in Filistinli vatandaşlara karşı kurumsal, yasal ve toplumsal ayrımcılığına karşı uzun süredir şiddet içermeyen bir direniş sergiliyor. Fakat İsrail’in baskıcı önlemlerine maruz bırakıldılar ve uluslararası medyanın şiddet içeren direnişe odaklanması nedeniyle, faaliyetlerinin tesiri geçmişte azaltıldı.

2015’ten bu yana, Filistinliler, İsrailli müttefikleri ve dünya çapında yüzbinlerce destekçisi, Filistin sivil toplumunun boykot, tecrit ve yaptırım kampanyalarıyla örgütlendi. Bu kampanyaların arasında şunlar var: Batı Şeria ve Doğu Kudüs’teki yerleşimler ile bizzat İsrail’in kendisine karşı ekonomik, kültürel ve akademik boykot; İsrail’in uluslararası hukuku ihlallerinden ve Filistinlilere yönelik insan hakları ihlallerinden kâr eden şirketlere para kazandırmamak; ve İsrail’e karşı ekonomik yaptırım çağrısında bulunmak.

Filistin sivil toplumunun şu an Filistin Ulusal Boykot Komitesi’nin kendisini oluşturan kurumlar ve sendikalar adına başını çektiği boykot çağrısının üç belirli amacı var: İşgale son verilmesi, şu an İsrail’de yaşayan Filistinliler için eşitlik ve Filistinli mültecilerin dönüş hakkının tanınması.

Biz bu hedefleri paylaşıyoruz ve bu hedeflere nihai olarak hem Filistinlilerin hem İsraillilerin refahını gözeten, karşılıklı olarak uzlaşılmış yollardan ulaşılabileceğine ve ulaşılması gerektiğine inanıyoruz.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir