Abreg Togan ile Söyleşi-1: Taşeronlaşma, İhale Düzeni ve Kıdem Tazminatı

Abreg Togan 1957 Kayseri doğumlu. Üç yıl ilahiyat okuduktan sonra iktisat bölümünü bitirdi. Mezuniyet tezini sendikalar üzerine yaptı. 1975’lerde Akıncılar hareketi içinde yer aldı. 30 yıldır “esnaf” olarak çalışıyor. Togan’ın taşeronlaşma sürecinin getirdiklerine dair bilgi ve eleştirileriyle ortaklık sisteminin hayata geçirilmesine ilişkin deneyimlerini sizlerle paylaşmak istedik. Kendisi ile yaptığımız söyleşiyi 3 parça halinde yayımlıyoruz.

I. KISIM: TAŞERONLAŞMA, İHALE DÜZENİ, KIDEM TAZMİNATI

Ne işle uğraşıyorsunuz, ne yapıyorsunuz?

Ben aslında kamuda hizmet yapan bir müteahhidim. Yani ağırlıklı olarak personelin çalıştığı bir iş söz konusu. Kamu son yıllarda, on on beş senedir hizmetleri özelleştiriyor, klasik kelimesiyle. “Özelleştirme”den kasıt, “devletin yükünü azaltmak”. “Devlet ya da kamu hantaldır” mantığıyla bize bunu böyle sunuyorlar ama benim nazarımda öyle değil. Yani bir köprü ya da baraj müteahhitliği değil bu. Bire bir emekle, insanla, günlük iaşeyle alakalı bir konu. Bu, Türkiye’de bilinçli bir şekilde yapıldı. Bu tür özelleştirmeler yapılmasaydı bizim gibi müteahhitlikler doğar mıydı? Evet doğardı. Zaten burada anlatmak istediğim konu, devletin yapmadığı bazı işleri özel sektörün yapmasından öte, devletin, hükümetin yahut belediyelerin kendi yaptıkları işleri özele kaydırmaları. Ben bunu bize anlattıkları gibi anlamıyorum. Bu süreci anlamak için bunların hangi yasalarla yapıldığına bakmak lazım. Konuyu Kamu İhale Kurumu’nun oluşturulması ve ihale tekniğiyle beraber değerlendirmezseniz anlamazsınız. Ben Türkiye’de sendikaların da, bu konu hakkında konuşan siyasilerin de bu konuyu çok anladıkları kanaatinde değilim.

Nitekim bir hizmet işi özelleştirilirken mesela belediye otobüs şoförleri hizmet işi özelleştirilirken ne tür sıkıntılar doğduğunu anlamazsak bunun niçin yapıldığını anlamayız. Bunları afaki konuşmuyorum. Aslında, kamu ihale uzmanıyım ben, işim bu. Kamu ihaleleri nasıl yapılır, bundan kim fayda sağlar, kim zarar görür, bunun halka faturası nedir? Ama bu topluma başka türlü lanse edilir. Bu algı toplumda hâlâ yaygın: “Devlet rüşvetten, kalitesiz adam çalıştırmaktan, denetimsizlikten, şundan bundan bu hizmetleri çok iyi yapamıyor. Özel sektör mantığıyla bunları yaptığımız zaman çok başarılı oluyoruz.” deniyor. Ben buna inanmıyorum. Ortada teknik tabiriyle personele dayalı bir iş var, bizim tabirimizle emeğe dayalı, yani insan unsurunun yoğun olduğu bir iş.

Oysa, bu işi nasıl ucuza hallederiz mantığı, personele verilecek kıdem ve ihbar tazminatlarını nasıl keseriz şeklinde kurgulanıyor. Bildiğiniz gibi, bir işçi kamuda çalıştığı zaman, kıdem, ihbar, bunları hak ediyor, alabiliyor. Mesela 2 sene çalışan bir işçi dava açıyor alıyor. Kanuna göre bir yıl dolduktan sonra işçi kıdem ve ihbarı hak eder. Fakat özellikle bu hizmet ihaleleri 9 ay, 10 ay, 12 ay olarak çıkar. 12 ayın tamamlanmasına 15 gün kala bu müteahhidin işi biter, yeni bir hizmet müteahhidi gelir: “Efendim daha 12 ay dolmadı ki!” Velev ki 12 ay dolsa, işçi 12 ay çalışsa, o müteahhit tazminat vermek zorunda işçiye. Fakat kanuna göre, ihalede bunun yeri yok. Müşahhas bir örnek vereyim. Bizim yaptığımız bir işte, yıl sonunda işi bitirdik ve sonuçta işçilere kıdem ve ihbar veremedik. Çünkü kamu ihalesine girerken devlet diyor ki, 200 tane personel çalıştıracaksın, şu işi yapacaklar, şu ücreti alacaklar. Yani ihale öyle çıkar, işçinin alacağı ücreti ihaleyi açan kurum belirler. Asgari ücret vereceksin, yahut asgari ücret artı 10, yemek parası 5 lira, yol parası varsa var, diye çıkar ihale şartnamesi. Çıktıktan sonra firmalar alır bunu, oturur hesap ederler. Sonunda, bize maliyeti 5 lira, biz 5,1 atalım, 0,1 lira para kazanalım derler. İşte kamu tarafından bu 5 liralık maliyet, kıdemsiz ve ihbarsız çizgi esas kabul ediliyor. Örnek vereyim. Bir ihale çıktı, 12 ayı geçiyor, dedim ki, kıdemini ihbarını hesaplayın, fiyat çıkarın, kâr etmesek de olur, personel çalışır, iş tecrübemiz artar, vergi ve harçların dışında kâr koymadık. Girdik, fiyat attık, benden başka kimse atamaz dedim bundan daha düşük. Bir baktım, benden % 10 daha düşük atan bir firma var. Dedim ki önemli değil, kanunda kıdem ve ihbarın yeri var, kurum “açıkla bakalım bu fiyatı” diyecek, “bu işi benim yazdığım esaslara göre nasıl yapacaksın?” diye soracak. Bir baktım ki, ihale karara bağlandı ve ona verdiler. İtiraz ettim, bu firmaya veremezsiniz, bu 12 aylık bir iş, 12 ayın sonunda kıdemini ihbarını vermek mecburiyetindesiniz bu işçiye. Hayır, dediler, bizim için kıdem ihbar önemli değil. Ya nasıl olmaz?

12 ay dolmadan işin bitmesine “girdi çıktı” diyorlar. Hatta bunu bazı ufak fabrikalar, atölyeler de yapıyor. İşçiyle 11 ayda bir sözleşme yaparak, işçiye hayatı boyunca kıdem tazminatı ödemiyorlar. Bu 2-3 sene devam etmiş, 3 sene boyunca “girdi çıktı” yapılmışsa, sen de bunu Çalışma Bakanlığı’na götürüp kanıtlarsan, o zaman kazanma ihtimalin var…

Evet, Bakanlık’taki müfettişler işçi lehine karar veriyorlar. Fakat zaten aldığı asgari ücret; hangi işçi avukat tutacak, mahkemeyi izleyecek, ola ki beni tekrar işe alacak diye bu yola tevessül edecek? Ama bazı cevval, atak avukatlar var, işçileri bir araya getiriyor, “ben sizden avukatlık ücreti talep etmiyorum, ben bu davayı kazanırım kardeşim,” diyor. Bu tür olaylar da gördüm. Ama burada daha feci bir sorun var, onu anlatmıyorum. İşçinin 11 ay çalıştığı ve kanunen tazminatı hak etmediği durumu anlatmıyorum. Başka bir şey anlatıyorum. İhale açılmış, 12 ay, ve işçi 12 ay çalışmış. Adamın ihbar ve kıdemini nasıl ödeyeceksin? Devlet ücreti çıplak ücret üzerinden veriyor müteahhide. Müteahhit de aldığı parayı işçiye ödüyor. Devlet diyor ki: “İşçiyi kıdemsiz ve ihbarsız çalıştıracaksın!” Kamu İhale Kanunu’nun anlamı budur. Eğer devlet işçiyi kıdemli ihbarlı çalıştıracaksa, kıdemini ihbarını hesaplar, der ki: “Kardeşim, bu ihalenin en dip fiyatı şudur!” Neden? Yasa, “zararına iş gördürülemez” diyor. Yani bir işin maliyeti 5 lira, bir müteahhit kalksa dese ki ben bunu 4,5 liraya yapacağım. Hayır, diyor kanun, ya sen işçiye para ödemeyeceksin, ya malzemeden çalacaksın. Bu da değil benim anlattığım. Benim anlattığım bir facia: Devlet, işçiyi çalıştır, kıdem verme, çünkü ben sana vermeyeceğim, diyor. Peki sen bana vermezsen ben nasıl vereceğim?

Bunun da müşahhas örneğini vereyim. Bir ihalede biz de kıdem ve ihbarı hesap etmeden fiyat attık yani ihalenin çıplak ücretini ve işi aldık. Sene sonunda işçiler bize dava açtılar. Dedim ki, haklı bu işçiler. Hukukçuma danıştım, dedi ki, sen de belediye şirketine dava aç ve açtık. Bize, “böyle bir ödeme kalemimiz yok,” dediler. Yani devletin, taşeronlaştırmadaki, onların deyimiyle özelleştirmedeki ana fikri kıdemsiz, ihbarsız işçi çalıştırmak. Tazminat miktarını bir kazanç haline getirmek, kapitalin içine sokmak için yaptılar bunu. Yani kamunun bu ihale şartnamesini düzgün çıkarmadığı yerden başlıyor bu iş. Bunu şu ana kadar hiçbir siyasimiz, bu konularla alakalı hiç kimse gündeme getirmedi. “Efendim, işçi kıdemsiz ihbarsız ne yapacak?” Ya kardeşim, Kamu İhale Kanunu çıkarken neredeydiniz?

Sendikalar neredeydi? Bunların hiçbirisinin sendika hükümleri yok, sendika olamazlar. 1 Mayıs’taki gaye nedir? İşçinin çalışma ücreti ve süresiyle alakalı bir eylemdir. Bugün 1 Mayıs’ın rengi ve şekli nasıl değiştiyse… Yüksek sesle bağırır çağırırlar, siyasi ideolojik şeyler, ama bugün reel olarak işçinin sorununu dile getirmez hiçbirisi. Bu hükümet döneminde bu kamu ihale yasaları çıkarken hiçbir sendika doğru dürüst bu konuları dile getirmedi.

Şimdi sizin gibi sivil toplum örgütleri taşeronlaşma diye bağırınca devlet ikinci bir akıl icat etti. Şunu net söylüyorum. Şimdi tasarı olarak görüşülen yasa, yine önceki yasadaki akla sahip. Devlet, görüşülen yasayı işçinin lehine gibi gösteriyor. Ama oradan bir fon, bir kaynak oluşturmak için böyle yapıyor. Nedir yasa tasarısı? Bakan açıkladı. Kıdem ve ihbar artık yıllık değil, üç ay çalışsa dahi işçi ayrıldığı zaman kıdem ve ihbarını alacak. Ama her ay belli bir hesaba bu parayı yatıracaksın, diyor. Bir işçi 10 ay veya 10 yıl çalışsa, hiç ayrılmadan, yatan paradan devlet bir fon oluşturmak istiyor. Hatırlayın, geçmişte bu tür fonlar oluşturuldu, mesela depremle alakalı. Devlet bu paraları biriktirip sonra bunları ne yapıyor, halka işçilere veriyor mu, takip etmek lazım. Bu her halükarda kaynak üretme beyninden çıktı. Yoksa, işçilerin mağduriyetini giderelim kaygısından çıktığını zannetmiyorum. Yine de, böyle olmasına rağmen, eskisinden bir nebze daha iyi, iyi işletilebilirse.

Bütün bunlardan kastım şu: Bugünkü kamu ihale tekniğine göre, siz zannediyorsunuz ki, ihale denince düzgün bir rekabet oluyor… Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nda ne yazıyor? “Demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir.” Aynı onun gibi, Kamu İhale Kurumu’nun internet sitesine girin, Kamu İhale Kanunu’nda yazar: “Temel İlkeler: Madde 5. 1. Saydamlık, 2. Rekabet, 3. Kamu menfaati…” Bana göre hiçbirisi gerçekleşmez. Bizim Kamu İhale Kanunu aynı Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’na benzer. “Herkes eşittir,” der Anayasa, “ancak…” diye başlar, “askerler şundan yargılanamaz, devlet memurları bundan yargılanamaz, şu şöyle olamaz…” Ortada kala kala köylü çiftçi işçi kalır. Aynı, Kamu İhale Kanunu da başlar, “saydamlık, rekabet…” Yani iyi, doğru fiyat veren, hesabını düzgün yapan… Ve “kamu menfaati”. Bu laf o kadar büyük ki! Bizim kamu menfaatinden anladığımız nedir? Halkın menfaatidir. Spesifik olarak devletin menfaati deseler dahi, kamu menfaati bu cümlede olumlu olarak kullanılabilir. Ama hiçbirisi gerçekleşmez. Hemen altından başlar: “İstisnalar”. Buna onlar teknik tabirle 3G derler. “Doğrudan Temin: Madde 22. Aşağıda belirtilen hallerde ihtiyaçların ilân yapılmaksızın ve davet usulü ile doğrudan temini yöntemine başvurulabilir.” Acil, sağlık… Bugün bir Kırım Kongo Kanamalı Hastalığı (kene vakası) çıksa bu memlekette, nitekim de çıktı, kendi sektörüm, Sağlık Bakanlığı bunu acil koduna sokar, istediği ilacı istediği kişiden alabilir. Demek ki orada geçerli değil.

Geçen gün, dikkat ettiniz mi, okullara bilgisayar donanımı alımı, yani birkaç milyar dolar, Bakanlar Kurulu Kararı ile İhale Kanunu’nun dışına çıkarıldı. CHP söylüyor da, altını çalışmadan söylüyor. Bir şey ifade etmiyor. “Efendim, bunu çıkarmamızın sebebi, yabancı şirketler girer de, onlar alır da, bunun işte teknik meknik stratejik falan filan…” Canım, onun önlemi bazı yasalarda var: “Yerli firma lehine % 15 fiyat avantajı uygulanacak,” yaz. Eğer yerliyi korumaksa maksat. Yok hayır o değil, amaç birilerine vermek.

Şu süt ihalesini kim aldı? Büyük firmalar değil. Mesela bir Kayseri firması var. Süt işine ne zaman girdi, bir bakın bakalım. Bana göre son yılların en güzel buluşu, Twitter’da “sütü bozuklar” diye girmişler. Doğru, “sütü bozuklar”, başka anlam yüklemeye gerek yok! Bu sütler bozuktu anlamına gelir. Bu sütler nasıl, hangi ihale tekniğine göre, hangi fiyatlarla alındı? Hiç kimse konuşmuyor bak dikkat edersen. Süt bozukmuş da, tarihi geçmiş de… Ya bu süt kaç liraya alındı, ihaleler nasıl yapıldı, kimler bundan para kazandı? Bunlar şeffaf yürümedi ki. Beni Kamu İhale Kurulu Başkanı yapın, mevcut Kamu İhale Kanunu’na göre ben o ihaleyi istediğim kişiye veririm. Çünkü elli tane fuzuli evrak doldurtturuyor içine. Bu evraklarla ihalenin gideceği firma tanımlanıyor.

Bakın, ben bu Kamu İhale Kurumu’nu bir teklifimi reddettiği için mahkemeye verdim. Kamu İhale Kurulu’nda, şikayete bakan bir komisyon vardır. Şimdi 1 milyar dolarlık yolsuzluktan bahsedilerek içeriye atılan Kamu İhale Kurumu’nun başkanı, komisyon başkanıydı. Diğer komisyon üyelerinden iki komisyon üyesi, bu firmanın şikayeti o kadar ciddi ki, bu işte bir terslik var, bunun savcılığa bildirilmesi gerekir, diyor. Fakat komisyon oy çokluğuyla karar aldığı için, o, gerekçeli karar diye yazılıyor, benim itirazımı reddediyor.

Bakın, birbirinin aynısı iki davada, yüzlerce örnek gösterebilirim müşahhas, birinde A şehrinden yapılmış müracaat, birinde B şehrinden, işler aynı, şikayet konusu da aynı, Kamu İhale Kurulu birisinde lehte karar veriyor, birisinde aleyhte karar veriyor.

Kamu İhale Kurumu’nun bir üst müracaat mercii İdare Mahkemeleri’dir. Hangi müteahhit idareyi mahkemeye verecek? Ben verdim. Bölge İdare Mahkemesi uzun uğraşlardan, 6 ay geçtikten sonra, “efendim, kamu menfaati, iş yürüdü, durdurulamaz” dedi. Orada belirtmeme rağmen, “burada kamu menfaati zedeleniyor, idarenin işi aksamayacak” dememe rağmen anlamadı. Niye? Bunlar İhtisas Mahkemeleri değil ki, bu hakimler karmaşık ihale tekniklerini bilmezler ki. Bilmedikleri için böyle hüküm verdiler. “Ya kardeşim, bu iş durmaz, merak etmeyin, bu tür durumlarda ihale teknikleri var, kamunun işinin durmaması için, bu yollar kullanılabilir,” dememize rağmen anlatamadık.

Sonuç itibariyle Kamu İhale Kurumu’nda yapılan operasyonda bazı yolsuzluklar çıktı ortaya. Neticede beş tane adam, veriyorlar bir raportöre, ahlaklı vicdanlı bir iki kişi varsa gerekçesini yazıyor, bu böyle olur, diye, çoğu da incelemeden tıkır tıkır imzasını atıyor. Bunların çoğu işin ehli bile değil.

Bu Kamu İhale Kurumu mantığıyla, demin bahsettiğimiz özelleştirme/taşeronlaştırma mantığıyla kim kazanıyor? Kazanan kim? Bir, hırsız müteahhit kazanıyor. İki, sözde kamu kurumları kazanıyor gibi görünüyor. Kaybeden kim? Dürüst müteahhit kaybediyor. Çünkü iş alamıyor. Kamu kaybediyor, iş gereği gibi yapılamıyor, en önemlisi kaybetme ve kazanma eylemi işin öznesi olan işçi hakkı üzerinden yapılıyor.

İhalede verdiğin teklif dosyasına kıdem kalemini yazdığında da vermiyor devlet.

Vermiyor değil, öbürü daha düşük olduğu için o kazanıyor. Sen yüksek teklif verdin diyor. “Ya efendim bu adama kıdem vermek lazım, bu bunu hak ediyor” deyince de, “bizi ilgilendirmez, öyle bir kalem yok” diyor. Devlet aslında taşeron işçinin kıdemini yok sayıyor. Öyle bir hakkı yok, diyor. Bu bahsettiğimiz rakam öyle basit bir rakam değil. Şu anda İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin yanılmıyorsam 25 iştirak şirketi var. Belki de daha fazladır, her gün bir tane kuruluyor. Bunlarda çalışan işçilerin % 90’ı taşeron işçidir. Bir gün bir belediye şirketinden gençler geldi bana. Dediler, “biz belediye şirketinde çalışıyoruz.” Belediye şirketinde çalışınca, belediyede çalışıyormuş, bir garantileri varmış gibi görüyor çocuklar haklı olarak. “Ama,” dediler, “bordrolarımızda başka bir firmanın ismi çıkıyor.” Meğerse belediye o işi taşeronlaştırmış. Ne için? Bu kıdemi ihbarı kesmek, sendikalaşmayı kırmak için, başka hiçbir şey için değil. Ne o firmayı biliyorlar, ne o şirketi tanıyorlar. Yine belediye şirketinde ama o firma üzerinden yapıyorlar. Son zamanlarda bu müthiş arttı.

Daha netini söyleyeyim. Bu belediye şirketleri, diğer ifadesiyle BİT’ler, sendikaya giren işçiyi çalıştırmazlar. Onun için de buralarda sendika örgütlenmeleri olamaz. Müşahhas bir durum bu. Yüzlerce arkadaşım var, görüştürebilirim sizi. Atılan tutulan bir şey değil de, herkesin bildiği ve belediyenin de buna itiraz etmediği bir gerçek bu. Bir işyerinde böyle bir sendikal faaliyet başlamış, geldiler, “Bizi çağırıyorlar, ya sizi işten çıkaracağız, ya da sendikadan çıkacaksınız, diyorlar.” “E, nedir sizin kararınız?” dedim. “Ben evime nasıl ekmek götüreceğimin peşindeyim şu anda.” Cevap bu!

Net söylüyorum, hiçbir tartışmaya mahal bırakmayacak şekilde, bütün belediye iştiraklerinde, yani BİT’lerde üst yöneticilerin, müdür, müdür yardımcısı, şef veya referans pozisyonunda olanların hepsi siyasidir. % 99’u bir İlçe Teşkilatı’nda görevlidir. Daha doğrusu İlçe Teşkilatı’nda görevli olduğu için oralarda müdür ya da müdür yardımcısı yapılmıştır.

Sadece yöneticiler için değil. İl’den bir referans alınmadan hiçbir işçi alınamaz. Müteahhit ihaleyle işi kazansa dahi, İl’den İlçe’sinden iki üç referanslı olmadıktan sonra o müteahhit de işçi alamaz. Çok teknik mühendis kadroları farklı bir kategoridedir. Bunun dışında, iş bir uzmanlık gerektirmiyorsa, şoför, güvenlik görevlisi –Güvenlik Yasası’yla alakalı olarak tabii bir belgesi olması lazım–, işçi gibi, alınacak bütün elemanlar, bunları hepsi, İl Merkezi’nde dosyalar vardır, oralardan gelmeyen hiç kimse işçi alınmaz. Aslında belediyenin bütün personel alımının yönetildiği yer orasıdır. Bir tane adam, referanssız gitsin, ben işe girdim, derse, ben ona 10 sene ücret vermeye razıyım. Ama teknik bir konudur, ihtiyaç vardır, zaten o adam her yerde iş bulur. Sistem bu hale getirildi. Benim yanıma geliyorlar bazen çocuklar, bize bir referans ver, diye. Ben kendime referans değilim, size nasıl referans olayım diyorum. Artık bir maharet, bir emek, bir iş becerme ile o işte kalma mantığı çöktü. Bir adam ayarlama, bir referans bulma mantığı hakim oldu. Daha da acısı, çocuklar gidip İl ve İlçe Teşkilatları’na kaydolmaya zorlanıyor. Bu geçmiş dönemlerde de böyleydi. Ama şimdi çok daha büyük bir hızla yürütülüyor bu.

Ne oluyor sonuç itibariyle? Şu anda işçi hiç sesini çıkaramaz. Ne hak talep edebilir, ne başka bir şey. Kaldı ki, şimdi öyle bir hale getirildi ki, bu BİT’lerde aykırı bir fikir söylemek dahi zorlaştırılmış durumda.

Bütün bunları bağlayacağım bir müşahhas örnek vereyim. Bir gün cuma vakti bir şantiyedeyiz, şantiyenin içinde küçük bir mescit var, imamı da var, cumayı orada kılacakken, müdür yardımcıları dediler ki, biz Fatih Camii’ne gideceğiz. Burası da cami, niye Fatih, dedim. Oraya belediye başkanı gelecek, belediye başkanı gelince daire başkanları da gelecek. Belediye başkanına görünmek için Fatih Camii tercih edilir hale geldi. Benim demin anlattıklarım bunun yanında çok cüce kalır.

İşin özeti şu: Çok ciddi miktarda BİT var. Bunlar Türk Ticaret Yasası’na göre benim firmam gibi birer firmadır. Fakat bu işler belediyenin şirketlerine verilir. Bunun yöntemleri, usulleri bilinir. Bunlar bu işleri istedikleri firmalara pas ederler. Bu belediye şirketleri bir kâr alır, kazanır. İşte o demin söylediğim siyasi kadrolardan girenler oralardan beslenir. Alttaki müteahhide verirler, o müteahhidin zaten canını çıkarırlar. Müteahhit bu sistemde nasıl para kazanabilir? Müteahhidin çalmadan çırpmadan bu sistemde para kazanma şansı yok. Neden? Bakın, net ve müşahhas başka bir örnek. Bundan 4-5 yıl önce, belediyenin fakir fukaraya, ihtiyaç sahiplerine Ramazan Kumanyası dağıtım ihalesi vardı. Ciddi rakamlar verdiler. Tahminim, 10-15 trilyon civarı. Bir gıdacı arkadaşım dedi ki, çok önemsiyorum, bu işe ben gireceğim, fiyat vereceğim, çok para kazanmak istemiyorum, iyi bir fiyat vereceğim, alacağım bunu, dedi. Çalıştı çabaladı, fiyatı verdi. Dedi ki, ya benden % 10 aşağı veren var. Ama bu mümkün değil dedi. Ben yıllardır gıda işindeyim, dedi, toptancılık yaparım. Şimdi o ihalede, her şey yazar sözde, zeytinin kalibresi belirtilir; büyüklük, çap, renk, her şey tarif edilir. Bu arkadaş, bu teknik şartnameye uygun olan zeytinin en dip fiyatını vermiş. Öbürü % 10 aşağı fiyat vermiş. Ne oluyor? O ihalede % 10 düşük fiyat veren şu anda milletvekili. Nasıl milletvekili? Zeytin var 5 liraya, zeytin var 3 liraya. Bu kabulü kim yapacak? Bir siyasiye, bir İl Başkanı’na, bir İlçe Başkanı’na posta koyabilir mi bu adam? Orada sıradan bir kabul memuru var, bir mühendis. Biz inceledik, zeytin çok daha aşağı bir kalibrede verildi. Yağ şu evsafta olacak, dendi. Arkadaş, ben bu kalibreden alacaklarını bilsem, % 20 daha düşük fiyat verirdim, dedi. Çalmanın yöntemi ve usulleri bunlardır. Her şey hukukuna uygun. Çünkü garip gurabanın, bana verdiğiniz bu zeytin gerçekten şartnameye uygun mudur, diyecek hali yok.

Şartnameye uymuyor yani?

Tabii ki uymuyor. Ama şartnameye uygun olup olmadığını kim denetleyecek? Bu teklifi verenin arkasında bir siyasi vardır. Onu denetleyen kişi bu siyasiye posta mı koyacak? Zaten o siyasi gelip Daire Başkanı’nın yanında bir oturur. O memuru, o kontrolcüyü bir çağırırlar, bir görünür o, sayın vekilim der, veyahut da bir şey der, o oradan anlar. Mehmet Abi’nin bir işi var, bir bakıver, derler. Eli titrer, çünkü yerinden olacağını bilir. Ha, buna direnen arkadaşlar var mı? Var. Onlara da hiçbir görev vermezler. Pasiftir onlar belediyede. Şu anda belediyede pasif görevde onlarca kişi vardır. Sabah giderler, otururlar, gazete okurlar, kötü bir masa vermişlerdir. Nedir? İşe yaramadıkları için değil. O çarkı döndürmedikleri için, o çarkta bir problem çıkaracakları için. Sistem böyle. İç kanaması var sistemin. Sistem bu kanamaya ne kadar dayanır bilemiyorum.

Hiç kimse de ihaleye inanmaz. A, birileri çıkar deli dolu, rakam atar, şunu atar bunu atar, onun da iflahını keserler. Eğer bir ihalede, istemedikleri bir adam o ihaleyi almışsa, ona kök söktürürler, para ödemesini geciktirirler, kontrol mühendisiyle başını ağrıtırlar, sonunda illallah der, çeker gider. Size şimdi net bir örnek veriyorum. Bir araştırma yapın. Halk Ekmek Fabrikaları kuruldu kurulalı, İstanbul’un ekmeğinin dağıtımını kimler yapar? Malum firmalar. Geçen sene bir firma geldi, ben bu işi yapabilirim, ehil, adama kök söktürdüler, 800 milyar lira da ceza kestiler, iflahını kestiler. Ya, bu nasıl bir iştir? Bir fabrika kuruldu kurulalı hep aynı şirketler mi dağıtır ekmeği? Ne gerekir ekmek dağıtmak için? Kamyon gerekir, personel gerekir. Ama kimse giremez. Niçin? Onlar orada vardır. Geçen sene giren arkadaşlar perişan oldular, geri çıktılar. İşi mi yapamadılar? Onlardan daha güzel yaptılar. Bir bahane bulur, bir ceza keser, iki ceza keser, üçüncüsünde Kamu İhale Kurumu’nda yasaklı duruma getirirler. Sistem daha acımasız hale geldi çünkü pasta büyüdü. Nüfus azsa az ekmek satarsın, çoksa çok ekmek satarsın. Pasta büyüdükçe hırsızlık geometrik diziyle arttı.

Bunları en iyi kendileri biliyorlar. Vicdanlarıyla baş başa oldukları zaman % 90’ı bunu söyleyecek. Diyorlar ki bu tür yanlışlıklar oluyor ama belediye başarılı. Arkadaş, bir belediyenin başarılı olup olmadığını ölçmenin yöntemi, ne kadar para harcadı, ne kadar iş yaptı, ne kadar haklara kurallara uydu, bunlara bakmaktır. Ne kadar para harcadığını biliyor muyuz? Bunu kimse sorguluyor mu? Hiç kimse sorgulamıyor. Ama en çok üzüldüğüm nokta, bu ihale teknikleri şunlar bunlar, hepsini bir kenara koyalım, bu taşeron işçilere yapılan zulümdür. Bu zulmün hesabı bunları zorlar. Net söylüyorum. Bu çocuklar, hiçbir garantileri yokken, orada çalışıyorlar, burada çalışıyorlar, devam ediyorlar… Yarın sabah kapı dışarı edilebilir, hiçbir güvencesi yok. Onun için de sessiz, itaatkar durmaya başladılar. Baskıcı bir idare var. Şef bir şey diyor, a siz onu bilmezsiniz, o filan ilçede İlçe Başkan Yardımcısı veya Meclis Üyesi dediler mi bitti, hiç onu sorgulayamazlar.

Bu yeni yasayla engellenecek filan diyorlar ama temel zihniyet değişmediği sürece bu değişmez.

Benim üzüldüğüm ne biliyor musun? Müslüman kimlikli insanların bu işçi hakkı konusundaki vurdumduymazlıkları. Gece yatınca nasıl uyuyorlar? Benim işçimin derdi bana dert oluyor arkadaş. Net söylüyorum, acayip şekilde dertleniyorum. Belediyeye dava açıp diyorum ki: Ben bu işçiye tazminat ödeyeceğim, bana tazminat ver. Size bir örnek vereyim. Böyle bir davanın bulunduğu yerde böyle bir iş yaptım. İşçiler belediyeyle davalık. Bunun şahitleri var. Gerekirse bu şahitlerin hepsini çağırabilirim, hâlâ görevdeler. Bu BİT hâlâ yerinde duruyor, hâlâ işçi çalıştırıyor. İkinci sene ihaleyi bana vermek için, beni desteklemek için, işçilerle kendilerinin arasında olan problemde kendilerinden taraf olmamı talep ettiler, çünkü onlar taşeronlaştırmış işleri, müteahhite belediyeden vermişler, işçiler dava açmış belediyeye, ayrılanlar var, haklarını talep ediyorlar. Bana dediler ki, siz mahkemeye mecburen gideceksiniz, önümüzdeki yıl ihaleyi istiyorsanız, bu mahkemede belediye BİT’i lehine şahitlik edin. Ben de dedim ki, ben doğrunun ifadesini vereceğim ve sorumluma talimat verdim: Gidiyorsun, evet bu işçinin söylediği doğrudur, bu işçiler bize belediye tarafından verilmiştir, diyorsun. Böyle dediğimiz için o çocuklar tazminatlarını çatır çatır kazandı.

O olayın detayına girebilir miyiz? İşçiler ne için itiraz etmişlerdi belediyeye?

Daha önce bu işi belediye şirketi yapıyordu. İşçiler de belediye şirketinin kadrosundaydı. Daha sonra kıdem tazminatlarını ödememek için, dediler ki efendim biz bunları özelleştirdik, ihale açtık, bir firmaya verdik. Çocuklara da, aynı haklarınızla devam edeceksiniz dediler, oraya geçirdiler. Çalışanı oldu, çalışmayanı oldu, öleni oldu.

O zaman arada yeni sözleşme yaptılar.

Tabii tabii. Firma ihaleye girdi, işe başlangıç tarihi koydu. O yeni firmayla sözleşme yaptı. İşçilerin bir kısmı başka iş buldu, ayrılınca tazminat talep ettiler. Firma da haklı olarak, benim tazminat verme hakkım yok dedi. 4 ay olmuş çalışıyorsunuz dedi. İşçiler 3 senedir belediyede çalışıyoruz, dediler. Belediyeye müracaat ettiler. Belediye, efendim biz o işi özelleştirdik, verdik, dediler. Dava açtılar işçiler toplu olarak. Daha sonra o işe aynı o firma gibi ben girdim, ihaleyi aldım. Yaparken işçiler dediler ki, bizim böyle bir davamız var, senden beklediğimiz adalet, dediler. Nedir dedim konu? Bizim davaya seni de çağıracaklar, bu işçiler nereden geldi sana diye soracaklar. Hiç tereddüt etmedim, biz daha önceki müteahhitten aldık, dedim. Böyle deyince, bunların müteselsilen belediyeden geldiği ortaya çıktı. Ne olur bir belediye için 1-2 milyonluk para? Kaç kişiydi onlar biliyor musun? Tahminen 300 kişiydi. Bu çocuklar şimdi ara sıra gelirler ziyaretime. Allah razı olsun. Ben bir sonraki alacağım işi reddetmek pahasına böyle yaptım. Böyle bir teklifi kabul etmiyorum, ihalenize de girmeyeceğim, dedim. Çünkü bir söz vermiştim. Gerçekten o işi yapsam ve para kazansam şu anda çok sıkılırdım. O gün o basireti gösterebildim. Gösteremeyebilirdim de. Dürüst olmak lazım. Çünkü bir işten bahsediliyor. Ama üzüldüğüm nokta şu: Bunu kurgulayan, bu işin sahibi, kime ne verileceğini, kime ne kıdem verileceğini, adam gibi bu şartnameye yazabilir; “Ey müteahhitler, bilmelisiniz ki, bu işe girenler bu işçinin hakkını verecekler. Vermezseniz paranızdan keser veririm,” diyebilir. Çünkü kamunun bu yetkisi var. Ama bilinçli bir şekilde “efendim, belediyeyi kâra geçirdik,” diyorlar. Ya nereden kâra geçirdin sen belediyeyi? İşçinin hakkı olan tazminatını gasp ettin, belediyeyi kâra geçirdin. Aslında normalde öyle bir kâr yok. Bahsettiğimiz şey 20-30 bin kişi ya, öyle basit bir iş değil. Belediye BİT’lerini öyle basit düşünmeyin. Korkunç rakamlar var. 4.000 çalışanı olan BİT var, 7.000 çalışanı olan BİT var. Bu insanların tazminatları verilmediği için belediye şirketleri kârda. Sen hakkını ver bakalım, kârda mı değil mi? Belediye BİT’lerine sen o işi niye pas ediyorsun? Aç ihaleyi, şeffaf, rekabete açık şekilde, arkadaş ben usul ve esasları yazdım, iş 12 aylıktır, 12 ay dolunca ben sana kıdemini veriyorum, de. Vereceksin, çünkü teminatı olduğu için müteahhidin, parasını alabilmek için sigorta vs. hepsini vermek mecburiyetinde. Kesin hakediş denilen bir şey var. Kesin hakedişin içine tazminatı da koy, bak bakalım nasıl oluyor? Ama devlet, hükümet yahut belediyeler yani işin sahibi bu hırsızlığı yapın diyor müteahhide. Bunun yolunu o gösteriyor. Çünkü bu dosyayı o biliyor, o hazırlıyor. Orada zımnen şöyle yazıyor: Her türlü kanuni hakları… Kardeşim, “kanuni hakları” yazıyorsun da, ben kanuni hakları hesap ederek sana fiyat veriyorum. kâr da koymuyorum. Niye bana bu işi vermiyorsun? İşçinin kanuni haklarını yazmayan adama veriyorsun işi. Başkaları yapabilir bunu. Ben kendimizi eleştiriyorum. Biz Müslümanlar olarak bu hale nasıl geldik?

1 Mayıs’tan bir iki gün önce Antikapitalist Müslüman Gençler televizyonda konuşurken Ankara’dan yeni Hak-İş Başkanı telefondan canlı bağlandı. Dikkat ettiniz mi, orada bir şey söyledi. Vicdanının bir sesi var o adamın. Dedi ki: “Açık söyleyelim. Büyük firmalarda sigortasız ve sendikasız işçi çok azaldı. Sigortasız ve sendikasız işçinin % 90’ı malesef Anadolu Kaplanları’nda.” Kim bu Anadolu Kaplanları? Muhafazakar, sözde Müslüman, mütedeyyin insanlar. Yani bu kaplanlar aslında işçinin hakkını gasp ederek kaplanlaşıyorlar. Başka birisi çalmıyor. Efendim asgari ücretle sigortalayınca iş bitiyor. Bakın, özel sektörde kendi fabrikalarında çalışanlar belediye müteahhitlerinden daha da vahim. Biz, kamu müteahhitleri olarak, şu ücret verilecek denilen o ücret kadar sigorta yaptırmak mecburiyetindeyiz. Mecbursun, sigortaya bildirim yapıyorsun o dosyayla beraber. Yani adam 1.000 lira alıyorsa 1.000 lira üzerinden sigortalıyorsun. Ama Anadolu’daki fabrikalar işçiye 1000 lira veriyorsa onun üzerinden sigorta yapmıyor. Asgari ücret üzerinden sigorta yapıyor.

İstanbul’daki orta ölçekli şirketler de öyle yapıyor.

Sistem buna müsaade ediyor. Bunu bir zenginleşme, bir kalkınma, sermayenin güçlenmesi mantığıyla görüyor. Belediye şirketleri kâr etti, diyor. Bu kâr senin değil ki. İşçinin hakkını çarptın, buraya getirdin, kâr olarak görüyorsun. Örneğin demin bahsettiğimiz şirket 10-15 trilyona yakın bir tazminat ödedi. Eğer o belediye şirketi o 10-15 trilyonu ödemese sene sonunda 10-15 trilyon kâr gösterecek. Aslında işçinin hakkı. Biz hangi paylaşımcılığından, hangi işçi hakkından söz ediyoruz? Müslümanların emek, üretim araçları, üretim ilişkileri, böyle bir dertleri olmamış. Bunları görmüyorlar. Böyle bir şey yok. “Ben,” diyor, “ona iş verdim. O da benim kölemdir, köle gibi çalışacak.”

1 Response

  1. faruk üstün dedi ki:

    En büyük vurgun yapılan yerlerden biri de üniversite yemekhaneleri ve kantinleridir. Buralarda binlerce personel ve öğrenci yemek yer.Hırsızlık iki şekilde yapılır. 1- 500 işçi ile yapılmak üzere ihale edilen işler, 250-300 işçi ile yapılır. Mali işler daire başkanlığına sahte SGK listesi ibraz edilir. İlgili memur, listenin sahte olduğunu bilse bile ya korkusundan ya da avantasından dolayı göz yumar. 2- Gerçek yemek yiyen sayısı günlük 4000-4500 kişi olmasına rağmen 9-10 bin yemek fişi ibraz edilir. Dolayısıyla Sıfır karla ihaleleri alıp ve soranlara “referans olsun diye” yanıt verenler, vurgunu vururlar. Bunu yetkililer de bilmektedir. Herkes payını aldığı için ve “yolsuzluklar ittifakı” en güçlü ittifak olduğu için ne din dinler ne iman dinler ve bu soygun düzeni böyle devam eder.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir