Halit Bekiroğlu ile Söyleşiden Notlar

5 Aralık Perşembe akşamı Halit Bekiroğlu’nu misafir ettik. Milli Görüş’ün Türkiye siyasetindeki yerini ve geleceğini konuştuk. 1970’lerden itibaren kendini sağda ve solda konumlandırmamaya özen göstererek, merkezin dışında kalan toplumsal kesimlerin temsilciliğini üstlenmiş, adalet kavramı etrafında bir siyasi birikim ortaya koymaya çalışan bir hareketi ele aldık. Bu hareket, 1990’lara geldiğinde muhalefetin temsilcisi oldu ve bazı badireler atlattı. Milli Görüş, bu sürecin tamamında İslami birikimle de bir bağ kurdu. Bizim niyetimiz, adalet söylemi ve İslami birikimle kurduğu bağ etrafında geçirdiği siyasi sürecin, bugün bize ne tür bir miras bıraktığı, bu mirasla bugün bizim nasıl bir ilişkiye girebileceğimiz sorusunu sormaktı. Bu soruyu, hareketin içinde emek vermiş biriyle konuşmayı daha uygun bulduk. Halit abi, ayrıca IHH’da uzun bir süre emek vermişti, şu anda da ÖNDER’in Genel Başkan Yardımcılığını üstlenmiş durumda.

Aşağıda bu söyleşinin özetini dikkatinize sunuyoruz. 

***

Burada, bu konuyu konuşmak için notlar alınca bir kez daha fark ettim ki, Milli Görüş diyince ciddi bir birikimden bahsediyoruz. Buna karşın, Milli Görüş’ün entelektüel alandaki zayıflığı, onun akademik zemindeki yansımalarını da olumsuz etkilemiştir. Araştırdığımızda,  Milli Görüş’le ilgili hak ettiği ölçüde çok geniş ve zengin bir arşivle maalesef karşılaşmıyoruz. 90’lı yıllarda da bu konuyu konuştuğumuzda ciddi çalışmaların olmadığını görüyorduk. En ciddi çalışmaları gazeteci kimliğiyle Ruşen Çakır sahaya inerek yapmaya çalışıyordu. Bunun dışında Nilüfer Göle’nin sosyolojik araştırmaları oldu. Bunda Milli Görüş’ün ilim merkezli bir hareket olmaması ve kendisini belli kitaplara ve mütefekkirlere bağlamamasının da etkisi olduğunu düşünüyorum. Milli Görüş daha çok aksiyon ve siyaset içinde hayat bulan bir hareketti.

Bence en temelde, Milli Görüş İslamcılık dairesinde yer alan bir siyaset biçimiydi. Bu sebeple ben burada Milli Görüş’ü dünyadaki İslamcılık tarihinin bir uzantısı olarak konumlandırmaya ve bazı önemli kırılma noktalarına dikkat çekmeye çalışacağım. Ayrıca Milli Görüş’ün özgün taraflarının neler olduğu konusu üzerinde durmaya gayret edeceğim.

Kanaatimce İslamcılığın tarihinde önemli bazı dönüm noktaları oldu. İslamcılıkta Abduh, Afgani, M. Akif, Said Halim Paşa bir dönemi temsil ettiler. Bu isimlerin ortak bir refleksi vardı; Batı’nın hegemonyasına karşı İslam’ı ayakta tutmak ve bunun sembolik karşılığı olan Hilafeti kurtarmak. Bu kuşak, Osmanlı’yı ve Hilafeti koruma refleksi ile hareket etti. İslam’ı, Batı’nın güçlendiği dönemde yıkılmaktan korumaya çalıştılar. Bu dönemi “koruma evresi” diye adlandırmak mümkün. Bunun tabii ki olumlu ve olumsuz tarafları oldu ama şimdilik konumuzun dışında olduğu için detayına girmeyeceğim.

Sonraki evre ise İkbal, El-Benna ve Mevdudi’lerin bulunduğu dönemdi. Bu evreyi ise bir “uyanış evresi” olarak görüyorum. Aynı dönem’in İran’da da benzer karşılığı vardı. Bu kuşak, Batı’ya karşı yenilgiyi kabul ediyor fakat bu yenilgiye karşı uyanış çabasına çağırıyorlardı. Hareketler olarak karşılığı Pakistan’da Cemaati İslami, İran’da karşılığı Ali Şeraiti ve İmam Humeyni’ye kadar uzanan çizgi, Mısır’da karşılığı ise İhvan-ı Müslimin oldu. Türkiye ise bu evreyi nispeten geç yaşamaya başladı. Cumhuriyet’in aşırı baskısı karşısında Nurculuk, Süleymancılık, tarikatler ve doğuda medreseler uyanışın ilk devresini oluşturdu. Fakat baskıcı rejim bu hareketlerin sosyalleşmesine mani oldu. Daha çok kendini muhafaza etme çabası bu evreyi şekillendirdi. Bediüzzaman’ın “zaman imanı koruma zamanıdır” yaklaşımı bunu açıklayan genel durumu yansıtıyordu. İçe dönük bu aşamadan sonra Milli Görüş’le beraber görünür anlamda uyanış evresi başladı. Bu gelişim İslam dünyasındaki diğer uyanış hareketleri ile paralel bir zamanda oldu.

70’lerden 2000’lere kadar devam eden süreç ise İslam dünyasının birçok yerinde, uyanış evresinden mevzi kazanma evresine geçiş süreci oldu. Pakistan’dan İran’a, Cezayir’den Tacikistan’a kadar bu dönem bir ayağa kalkma dönemiydi. Bunun Türkiye’deki öncüsü ise Milli Görüş’tü. Siyasi, sosyal, iktisadi anlamda ayağa kalkma daha çok Milli Görüş’ün şekillendirdiği bir süreçti. Bu haliyle Milli Görüş’ün İslam dünyasına da belli etkileri oldu. Bu döneme ise kısaca “iktidar evresi” diyebiliriz.

Milli Görüş’ün yürüyüşünde bazı kırılma noktaları oldu. Bugün Erbakan’ın 70’lerdeki bazı metinlerine baktığınızda, anakronik bir değerlendirme yaparsanız milliyetçi bir söylem olduğunu düşünebilirsiniz. Aktardığım İslamcı silsilenin gelişimi gözden kaçırılır ve parçacı bir yaklaşımla değerlendirme yapılırsa, Milli Görüşün sağcı, Türk milliyetçisi veya Sünnici bir hareket olduğu da düşünülebilir. Oysa Erbakan’ın özel sohbetlerine katılmış biri olarak bunları onunla da açıkça konuştuğumuz için söylemlerindeki bu unsurları daha rahat bir şekilde İslamcılık süreci içinde anlamlandırabiliyorum.

60’ların sonu 70’lerin başında kurulma sürecindeki tartışmalara baktığımızda, İskenderpaşa’nın etkisiyle daha güçlü bir tasavvufçu, tarikatçı, belki biraz Sünnici bir damarı görürüz. Bütünlük içerisinde değerlendirildiğinde Erbakan Hoca’nın dünya görüşünün “cihat” kavramı etrafında şekillendiği rahatlıkla görülür. İçerden kuruluşuna baktığınızda daha dindar, daha İslamcı, daha ümmetçi bir hareket karşımıza çıkar.

1969’da MNP, Zahit Kotku Hoca’nın talebiyle, diğer bir deyişle talimatıyla kurulmuştu. Hareket, daha sonra İskenderpaşa’dan ayrıldığında, aslında hareketin özgün taraflarından biri, yani tasavvufla, tarikatle olan ilişkisi kayboldu. Hareketin daha sonraki değişiminde bu nokta önemlidir. Hareketin MNP ve MSP dönemlerinde dindar ve ekonomik anlamda kalkınmacı sanayici bir pozisyonundan bahsedilebilir.

80’lere gelince 12 Eylül’ün de etkisiyle bir miktar tedirginlik olsa da ciddi bir teşkilatçılık faaliyeti öne çıkıyor. Bütün yoksunluklara rağmen ev ev ulaşılacak bir yapı kuruldu. 90’lardaki başarı biraz da bu dönemin teşkilatlanmasına dayanır. 80’ler boyunca darbe sonrası karmaşa ve aynı zamanda tercüme hareketleri etkisiyle Milli Görüş’ten kopmalar da yaşandı. Bugünkü haliyle birçok İslamcı grubun yolu bir şekilde Milli Görüş’ten geçti ya da etkileşim içine girdi.

90’larda ise, Milli Görüş’ün görünür işleri ortaya çıktı. Bu aşamada belediyecilik kritik bir kavşak oldu. Her türlü yolsuzluk ve beceriksizliğin olduğu bir dönemde, belirli bir seçkinliği olmayan; öğretmen, işçi, molla, esnaf vb. olan insanlar belediye başkanı seçildiler ve başarılı oldular. Bu Milli Görüşün halkçı, sosyal adaletçi tarafı, adil düzen teorisinin karşılığı olarak belirdi. Belediyecilik bunun somut karşılığı olarak başarıyla işledi. 89’dan sonra iki dönem üst üste başarılı olan yeni belediyecilik anlayışı; seçkinler dışında/rağmen halktan insanlar eliyle yürütüldü, yolsuzluklar engellendi, hizmette ve paylaşımda adalet gelişti ve en çok da yoksun/yoksul kesimler bu dönemde merkeze alındı. Tabi ki bu da zaman içinde evrildi, sapmalar ortaya çıktı fakat hareket bu yönüyle amacına ulaştı. Türkiye ölçeğinde belediyecilik çıtası da genel olarak yükseltildi. Bu olgu, Mili Görüş’e ciddi bir güvenin gelişmesine neden oldu.

1991’de Türkeş ve Edibali ile yapılan ittifak başka bir kritik kavşak oldu. Kürtlerle ilk kırılma bu dönemde yaşandı. Doğuda Diyarbakır merkezli ciddi bir rahatsızlık oluştu. O döneme kadar Kürtler, Milli Görüş’e hep inanmış ve çok ciddi destek vermişlerdi. Bu güven daha sonra da devam etmişti, çünkü 91 kırılmasına rağmen Erbakan hoca, 94’teki meşhur kongrede çok ciddi çıkışlar yaptı ve anadilde eğitimden, özerk yönetime (bu şekilde tanımlamadı ama) kadar ciddi açılımlar yaptı. Ve malumunuz, partinin kapatılması da Kürt meselesi nedeniyle yapılan konuşmalardan oldu. Elbette başka sebeplerle de kapatabilirlerdi ama bu nedenle kapatmayı tercih etmeleri önemli bir göstergedir. Bu dönemde ayrıca Erbakan Hoca’nın, alevi ve gayr-ı müslim aday gösterme girişimleri oldu. Bu hamleler dönemin şartları içinde aslında İslamcıların da pek alışkın olmadıkları hamlelerdi.

Ardından bildiğiniz 28 Şubat hikayesi ve daha sonra hareket içinde ayrışmalar dönemi var. Buralara konu bütünlüğünü dağıtmamak için çok girmeyeceğim ama ayrışmaya ilişkin kısa bir kanaat aktarayım; Bu ayrışma bana göre aynı zamanda bir zihniyet ayrışmasıdır. Bir gurup “Biz, Türkiye’deki belli güçleri ve küresel güçleri hesaba katmadan iktidar olamayız” şeklinde ifade edilebilecek bir bakışa evrildi. Buna karşın, Erbakan Hoca, “Biz İslam’ı referans alan bir partiyiz, bizim derdimiz İslam ve cihaddır. Dolayısıyla şer güçlerle, Siyonistlerle/emperyalistlerle iş tutarak iktidar olamayız” yaklaşımındaydı. Ayrılmada bu bakış açısının etkili olduğu kanaatindeyim. Çünkü Erbakan hoca, bütün siyasetin merkezine İslam dünyasını alıyordu. Hatta son dönemlerinde Doğu’yu dile getirmeye başlamıştı. Bu paralelde Erbakan hoca, kısa bir süre Doğu-Batı ayrımı üzerinden siyaset kurmayı da savundu. Batılı küresel güçlere karşı çok net bir pozisyonu vardı, D-8’ler biraz da bunun sonucu bir girişim olmuştu. Hatta denebilir ki iktidarına karşı dış güçlerin harekete geçme noktası D-8’ler olmuştur.

Milli Görüşle ilgili birkaç kavrama değinmek istiyorum. Milli Görüş’te baştan beri çok yaygın kullanılan “millilik” kavramı vardır. Bu kavram hareket içi söylemde hep “İbrahim Milleti” olarak tanımlanagelmiştir ve Din’i ifade ettiği şekliyle değerlendirilir. Bu içerik, Hareketi hep ümmetçi bir noktaya çekmiştir.

Siyonizm karşıtlığı da Hareketin önemli dayanaklarındandır. İçine sadece siyonizmi almayan, geniş bir küresel emperyalist yaklaşıma olan karşıtlıktan bahsedilir aslında. Ve bu karşıtlık o kadar belirleyicidir ki zaman zaman geleneğini zorlayacak derecede tüm karşıtlarla işbirliği yapma ya da karşıtların yanlışlarına sessiz kalmayı dahi beraberinde getirmiştir. Milli Görüş partilerinin konjonktürel bazı reflekslerini bu bağlamda okuyabiliriz.

Bence Milli Görüş devrimci bir hareket değil. Geleneksel Ehli Sünnet çizgisini çok zorlamayan direnişçi ve aynı zamanda şiddet karşıtı bir hareket olduğunu söyleyebiliriz. Mücadeleden vazgeçmeyen “ıslahatçı” bir hareket olarak tanımlamak daha mantıklı olur. 28 Şubat dönemini hatırlayın, “Niye masaya yumruk vurmadı?” gibi eleştiriler yapıldı ama Erbakan Hoca geleneksel çizginin bir gereği olarak toplumun fitneye/fesada uğraması, bozulması, dağılması gibi sonuçlardan endişe duyarak hareket etti. Masaya yumruk vurmak yerine “Bu tarihte küçük bir noktadır” dedi. Mesela Erbakan Hoca’nın çizgisi bugün hakim olsaydı, Suriye meselesindeki kalkışmayı da büyük ölçüde klasik fıkıh çizgisinden bakarak doğru görmez; daha tedrici, daha ıslahatçı yöntemi muhtemelen tercih ederdi.

Milli Görüş hareketinin geleceğini konuştuğumuzda ise; unutmamalıyız ki sadece bir siyasi partiden değil, bütün toplumsal alanlarda sivil toplum kuruluşları bulunan bir hareketten bahsediyoruz. Bugün için de Milli Görüş’ü dar anlamda sadece Saadet Partisi olarak düşünmemeliyiz. Milli Görüş bugün ve gelecek için hala söz sahibi olma şansını elinde tutmaktadır. Hem siyasal ve sosyal anlamda, hem de entelektüel zayıflığına rağmen entelektüel anlamda etkisi olacaktır. Çünkü şu haliyle, Saadet Partisi ve uzantısı olan Anadolu Gençlik gibi yapılarıyla sitemin dışında kalabilmiş, muhalif duruşu hala ortaya koyabilen (bazen sessiz kalarak, bazen sözünü doğrudan söyleyerek) ve dinamik bir enerjiye sahip bir hareket var karşımızda. En önemli özelliği ise yaygın olması; neredeyse Türkiye’nin bütün ilçelerinde az ya da çok var olan bir yapıdan bahsediyoruz. Lokal olarak birçok zaaf taşısa bile bu yaygınlık ve dinamiklik onu önemli kılıyor. Söylem açısından ise yine adaletten, yoksuldan, yoksun kesimlerden bahsetmesi önemli bir özellik. Hala bu kesimlerin az da olsa sözcüsü olabiliyor.

Milli Görüş hareketi kanaatimce bugün iki önemli kriz yaşıyor ve bu krizleri aşma çabası aynı zamanda hareketin geleceğini de şekillendirecektir. Birincisi entelektüel kriz; hareket kendini yeniden üretemiyor, tekrar ediyor ve şu haliyle Erbakan Hoca’nın bıraktığı yerden ileriye gidecek hamleleri yapmakta zorlanıyor. Hareket bu noktayı aşmak zorunda, aşamazsa kaçınılmaz olarak bir başka noktaya evrilir gider. Nitekim Ak Parti ve Has Parti deneyimleri bir yönüyle entelektüel krizin diğer yönüyle evrilmenin bir belirtisidir. İkinci kriz ise, entelektüel krize de bağlı olarak yaşanan liderlik krizidir. Bu sorun ise hareketin yeniden çıkış yapmasını, manevra yapmasını zorlaştırıyor. Böylece dünya ölçeğinde siyaset yapma iddiası olan Hareket iç siyasette dahi kuşatıcı olmakta zorlanıyor.

Tüm bu hasbihalimiz sonunda özetle diyebiliriz ki; Milli Görüş yaşamakta olduğu krizlere rağmen orta ve uzun vadede alternatif olabilecek potansiyeli barındırmaktadır. Bu Hareket, İslamcılık tarihinin yaşanmakta olan önemli entelektüel krizini öncelikli olarak aştığı takdirde bulunduğu yeri daha anlamlı kılabilecek ve potansiyeli ile önemli çıkışlara vesile olabilecektir…

1 Response

  1. 31 Ağustos 2014

    […] [9] Detaylı bilgi için: Halit Bekiroğlu ile Söyleşiden Notlarhttp://www.emekveadalet.org/arsivler/11402 […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir