Kuran Atölyesinden Notlar: Sabır

Emeğin karşılığını ve adaletin tesisini mücadelede temel noktalar olarak işaret eden Emek ve Adalet Platformu üyeleri ve çevresinden insanlarla, Kuran’la günlük hikayemizde nasıl ilişkilendiğimizi kavramaya yönelik bir çalışma yürütüyoruz. Politik yahut günlük karşılaşmalarımızda proaktif bir kaynak olarak Kuran’ı nasıl kavrayabileceğimizi birlikte okuyarak istişare etmeye çalışıyoruz. Bu çalışmalardan bizlere kalan önemli notları site için derledik. İlgilerinize sunuyoruz.


EMEK VE ADALET PLATFORMU KURAN ATÖLYESİ

     Sabır, gündelik hayatta birbirimize tavsiye ederken, zor durumlarda kendimizi telkinde bulunurken ve daha birçok bağlamda sık sık kullandığımız din referanslı bir kavramdır. Geleneksel anlamıyla yaygın olarak kullanılan sabrın Kuran’daki bağlamlarını ele alınarak ve şükür, tahammül, kanaat, nankörlük, acelecilik gibi yakın veya karşıt kavramlarla beraber mahiyeti hakkında tekrar düşünmemiz gerekiyor. Bu yazı, sabır mefhumu ile Rabb’in ne murat etmiş olabileceğini gözden geçirdiğimiz Kur’an Çalışmaları Atölyesinde konuşulanların bir derlemesidir.

      Sabır kelimesi Arapça sbr kökünden gelen sabr صبر  “tahammül, katlanma” sözcüğünden alıntıdır. TDK’daki karşılığı ‘’olacak ya da gelecek bir şeyi telaş göstermeden bekleme, dayanç’’ anlamlarındadır. Geleneksel anlamda sabır beklemek eylemi etrafından şekillenen bir kullanıma sahiptir. Ayetlere baktığımızda ise sabrın kimi yerde kötülüğe direnç göstermek, kimi yerde başa gelen musibete göğüs germek, kimi yerde aceleciliğin karşıtı olarak beklemek anlamlarında kullanıldığı görülmektedir (3/120, 31/17, 10/18, 18/66-78, 8/66, 2/249) Yazının devamında bu anlamlar beklemek ve direnç göstermek uçlarında incelenecektir.

     Sabır kelimesinin özellikle savaş ayetlerinde geçen anlamı dışarıda var olan kötülükle verilen savaşta sabretmeyi öğütlemektedir. Ragıb el İsfahani, el- Müfredat’ta Sabr maddesinde sabrın anlamlarından birini harp esnasında cesur olmak şeklinde açıklamıştır. Kafirleri bu dünyada yenmek amacı ile canını ortaya koyduğun bir savaşta Allah savaşanlar için sabretmeyi öğütlüyor ve ekliyor ‘’Allah, sabredenlerle beraberdir’’.  Bu ayetlerde sabretmenin geleneksel kullanımının aksine zulüm edenler karşısında beklemek hali olmadığını aksine canla, kanla savaş hali olduğu görülmektedir.

 

Enfal 66: Ama şimdi Allah, sizde bir zayıflık olduğunu bildi de şu andan itibaren yükünüzü hafifletti. Buna göre sizden gerçekten sabırlı yüz kişi olursa, bunlar iki yüz kişiye; sizden aynı şekilde bin kişi olursa iki bin kişiye Allah’ın izniyle gâlip gelir. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir.

Bakara 249: Tâlût ordusuyla birlikte hareket edince askerlerine hitâben şöyle dedi: “Allah sizi bir ırmakla imtihan edecektir. Ondan içen benden değildir. Ondan hiç tatmayan ise elbette bendendir. Ancak sadece eliyle bir avuç alanlara izin var.” Fakat pek azı dışında hepsi ondan içti. Tâlût ve beraberindeki mü’minler ırmağı geçince geride kalanlar: “Bu gün bizim Câlût ve ordusuyla savaşacak gücümüz kalmadı” dediler. Allah’ın huzuruna çıkacaklarını kesin olarak bilenler ise: “Az sayıdaki nice topluluk, çok sayıdaki nice kalabalığı Allah’ın izniyle yenmiştir. Allah, sabredenlerle beraberdir” dediler.

 

      Görüldüğü gibi Kuran’da sabrın belirli bir kullanımı tamamen zalimler karşısında canın pahasına savaşmaktır. Diğer taraftan sabrın nispeten daha pasif bir eylem olan beklemek anlamını da içerdiği inkar edilemez. İmam el Gazali sabrın beklemek anlamını hazzı ertelemek olarak yorumluyor: ‘’Sabrın manası, dini isteğin, nefs isteği karşısında direnmesidir’’.  Diğer bir değişle Rabbin emrettiklerini yapabilmek için bizlere sabır niteliği gerekmektedir yoksa hayvandan insan olma mertebesine çıkamaz, irade gösteremez ve ahlaki bir varlık olamayız. Hz. Eyup’un kıssası ise sabrın beklemek anlamı için bir başka örnek teşkil etmektedir. Hz. Eyup parasını, çocuğunu, sağlığını, itibarını kaybetmiş fakat tüm bu süreç boyunca Allah’a isyan etmemiştir. Kısaca Hz. Eyup’un sabrı, isyan etmemesindedir. Onu isyandan alıkoyan sabır, başına gelen musibetleri yorumlama şeklidir. Bu musibetlerin birer sınav olduğunu, sabrettiği takdirde onu Allah’a yakınlaştıracağını düşünüyor. Sabır, bir bekleyiştir ancak anlamlı ve bilinçli bir bekleyiştir. Başa gelen musibetler karşısında her şeyin Rabb’den geldiği bilgisinin hatırlanması, ahiret bilinci ve gaybe imanla, umutlu ve anlamlı bir bekleyiştir.

      Sabrın anlamlarına dair literatürde çok sayıda, ayrıntılı ve birbirinden farklı sınıflandırma vardır. Biz kısaca sabrın beklemek ve direnç göstermek uçlarında nasıl anlamlara gelebileceğine göz attık. Sabrı bu çerçevede inceleme nedenimiz son yıllarda başta ekonomik olmak üzere ülkedeki sıkıntıları karşısında siyasilerin halka sabrı öğütlemesidir. Bu öğütlemede halktan iktidarın sorumlusu olduğu problemler karşısında hiçbir eylemde bulunmadan sabırla beklemeleri istenmektedir. Sabrın mahiyeti yukarıda da açıkladığımız gibi başa gelen musibetlere hiçbir eylemde bulunmadan sadece beklemek hali değildir. Sabrın Müslüman halkı olan bir ülkede siyasi dilde yerini bulması şaşırtıcı değildir.  Diğer taraftan Müslümanların birbirlerine sabrı öğütlerler ve bu öğütler kurtuluşa giden yolun bir parçasıdır. O halde sabrı tavsiye etmek ne demektir? Siyasiler bizlere sabrı tavsiye edebilir mi?

 

(1-3) ‘’Asra yemin olsun ki, İnsan mutlaka ziyandadır. Ancak iman edenler, salih amel (iyi işler) işleyenler, birbirlerine hakkı tavsiye eden ve sabrı tavsiye edenler bunun dışındadır.’’ 

 

       Sabır, kendinde bir amaç değildir. Allah’ın razı olduğu bir noktaya doğru ilerleyen kişinin bu yola ile mücadele etmekte kullandığı araçtır. Sabrı tavsiye ederken niye sabrı tavsiye ediyorum sorusu sorulmalıdır ve dolayısıyla bir diğeri bana niye sabrı tavsiye ediyor sorusu da sorulmalıdır. Bu noktada siyasilerin kendi iktidarlarının sarsılmaması için sabrı tavsiye edemezler.

 

KAYNAKÇA

Çağrıcı, M. (2008). TDV İslâm Ansiklopedisi. 35, 337- 339. Erişim adresi: https://islamansiklopedisi.org.tr/sabir

https://www.kuranmeali.com/

Huccetü’l-İslam Ebu Hamid Muhammed el-Gazâlî. (2017). Kimyâ-i Saâdet. Çev: Muhammed Taha. İstanbul: Muallim Neşriyat.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir