Barışın Onurunu Kuşanalım – 28 Ekim Cuma Hutbesi

Emek ve Adalet Platformu olarak Diyanet’in toplumsal sorunlara ve siyasi meselelere değinmeyen, İslam’ın sermaye lehine ve devlet onaylı yorumunu empoze eden Cuma hutbelerine karşı, her Cuma günü arkadaşlarımızın kaleme aldığı Alternatif Hutbeyi okurlarımızın ilgisine sunuyoruz. 

Barış ihtimalinin yeniden doğduğu bugünlerde; barışın kıymetini yeniden hatırlıyor, barışın onurunu kuşanıyoruz. 

Em Aştiye Dixwazin!


Selam olsun barışa uzanan ellere! Selam olsun inancı, kimliği, rengi ne olursa olsun; zulmün karşısında “insanlık onuru” safında dimdik duranlara!

Sevgili Cemaat

Minberleri, ekranları ve sosyal medya köşelerini işgal eden korkunç bir karanlıkla yüz yüzeyiz. Kendilerine din alimi, hoca, kanaat önderi diyen birtakım şarlatanlar, ellerinde hayali kılıçlar sallayarak toplumun üzerine nefret kusuyor. Diyorlar ki; “İslam hoşgörü dini değildir, kâfire hoşgörü olmaz! Ya kılıcın altında itaat edecekler ya da yok olacaklar.”

Bu sözler, bu toprakların, bu coğrafyanın ve bizatihi Kur’an’ın ruhuna yapılmış en büyük ihanettir. Onlar dini, insanları köleleştirme aracı sanıyor. Oysa biz biliyoruz ki; bir insanı zorla, korkuyla, baskıyla imana getirmeye çalışmak, kendini Allah’ın yerine koymaktır. Bu, açıkça şirktir, müşrikçe bir davranıştır! Kalplerin sahibi Allah iken, kim elindeki sopayla kalplere hükmedebilir?

Kardeşler, Yoldaşlar!

Bizim referansımız, o nefret bezirganlarının paslı kılıçları değil, Enfal Suresi’nin 61. ayetindeki o muazzam ilkedir:

“Onlar barışa yanaşırlarsa sen de ona (barışa) yanaş ve Allah’a güven! Şüphesiz ki yalnızca O duyandır, bilendir.”

Allah bize “yok edin, tahakküm kurun” demiyor; “Barışa yanaş!” diyor. Barış, acziyet değil; en büyük güvenin, asaletin ve imanın duruşudur.

Bize sürekli “kafirle mücadele” adı altında düşmanlık aşılamaya çalışıyorlar. Oysa biz Hakikat’in Elçisi’nin hayatından bambaşka bir ders alıyoruz. Mekke’nin o en zorlu, en karanlık günlerinde Hz. Muhammed’i kim korudu? Amcası Ebu Talip. Ebu Talip Müslüman mıydı? Hayır. Ama o, “zalime karşı yeğeninin yanında duran” bir adalet ehliydi. Peygamberimiz, “Sen benim dinimden değilsin, senin korumanı, dayanışmanı istemem” demedi. Tam aksine, inançları farklı olsa da, “ezilenin yanında durma” ortak paydasında birleştiler.

Bugün “kafir” diye ötekileştirilenlerle dayanışmayı reddetmek, aslında Ebu Talip ile Peygamber arasındaki o hukuku reddetmektir. Mümtehine Suresi 8. Ayet suratımıza bir tokat gibi iner:

“Allah, inancınızdan dolayı size karşı savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan sürmeyenlere iyilikle ve adaletle davranmanızı yasaklamaz; çünkü Allah adil davrananları sever.”

Mesele kişinin namazı, orucu, başındaki örtüsü ya da kimliği değildir; mesele zalim olup olmadığıdır.”

 

Kıymetli Müminler

Bugün Filistin’de yaşanan soykırım karşısında “barış” demek, sadece ateşkes istemek değildir. Siyonist rejimin o acımasız tahakkümüne karşı, dünyanın dört bir yanındaki Yahudi, Hristiyan, Ateist aktivistlerle omuz omuza verip “Bu zulmü durdurun” diye haykırmaktır.

Ancak barışı sadece sınırların ötesinde arayamayız. Bu ülkede, bu sokaklarda; sırf kadın olduğu için, sırf LGBTİ+ olduğu için, sırf farklı düşündüğü için, sırf mülteci olduğu için “yaşamın kıyısına itilenler” var. Nefret söylemleriyle hedef gösterilen, “bunların katli vaciptir” imalarıyla ölüme sürüklenen canlar var.

Bakara Suresi 217. ayette Rabbimiz ne buyuruyor hatırlayalım: “Fitne (baskı, zulüm ve insanı inancından/yolundan saptırmak), öldürmekten daha beterdir.”

Bir insanı, sırf varoluşu nedeniyle linç etmek, ona hayatı dar etmek, onu intihara ya da yok oluşa sürüklemek; biyolojik bir ölümden çok daha ağır bir cinayettir. Barış istiyorsak, önce evimizin içindeki, mahallemizdeki, dilimizdeki bu “fitne” ateşini söndüreceğiz. Kendi gibi olmayana tahammül edemeyen, eline güç geçtiği an “ötekini” ezen bir anlayış, Firavun’un ahlakıdır; Musa’nın değil.

Sözün özü kardeşlerim;

Bizim dinimiz, korkunun değil, emniyetin; zorbalığın değil, rızanın dinidir. Kimsenin kimseye inancını, yaşam tarzını dayatmaya hakkı yoktur. Herkesin hesabı Allah’adır.

O nefret kusanlara, o “hoşgörü olmaz” diyenlere, o kendinden olmayanı cehenneme odun yapmaya hevesli zorbalara verilecek en güzel, en net cevabımız şudur:

“Lekum dînukum veliye dîn!” “Sizin dininiz size, benim dinim banadır!”(Kafirun, 6)

Gelin şimdi hep birlikte ellerimizi değil, vicdanlarımızı açıp yakaralım:

“Allah’ım! Bizi barışın onurlu yolundan ayırma. Yüreğimize, kendimizden olmayana karşı bile adil olma feraseti ver. Bizi zalimin kılıcı değil, mazlumun sığınağı eyle. Dünyanın neresinde olursa olsun; Filistin’den kendi sokaklarımıza kadar zulüm gören her canın ahını duyur bize. Bizi haksızlık karşısında susanlardan, güce tapıp adaleti satanlardan eyleme. Barışı, özgürlüğü ve kardeşliği bu topraklarda daim kıl!”

Amin.





Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir