Zeytin Ağaçlarının Gölgesinde Direnmek – Queen Tarım’dan bir İşçinin Portresi

H. ŞAMİL ÖZÇELİK

Yoldaşımız H. Şamil Özçelik’in, Queen Tarım işçisi Meltem’le yaptığı, emekcalisma.org’ta yayınlanan röportajı sitemize iktibas ederek ilginize sunuyoruz.


Meltem ablayla Queen Direnişi esnasında tanıştık. Queen Tarım içindeki sendikal örgütlenmede öncüleşen kadın işçilerden biri kendisi. Dikili’nin kavurucu sıcağından kaçmak için, direniş alanında, gölgesine sığındığımız bir zeytin ağacının altında gerçekleştirdik bu konuşmayı. Hem Meltem ablayla hem de DİSK/BTO-Sen’de örgütlendikleri için işten çıkarılan diğer kadın işçilerle iki haftadan uzun bir süre boyunca çok defa sohbet etme fırsatım oldu. Onların hayatlarını, hikayelerini, deneyimlerini dinlemeyi, mücadelelerinden öğrenmiş olmayı hayatımdaki en değerli tecrübelerden biri sayıyorum…

Meltem abla 33 yaşında, İzmir’in Kınık ilçesinde yaşayan bir tarım işçisi. Neredeyse bütün hayatını çalışarak geçirmiş. Çocukluğunda mevsimlik işlerde çalışmış. Hafta içi okula hafta sonları da tarlaya gittiğini söylüyor. Yazları da tütün tarlasında mevsimlik işçi olarak çalışıyormuş.

Ortaokulu bitirene kadar mevsimlik işlerde çalıştım. Yazları domatese, bibere giderdik. Tütün işi çok yaygın buralarda. Tütün tarlasında da çok çalıştım. Tütün bitince pamuk başlardı, ondan sonra zeytin… Kendimi bildim bileli, 8-9 yaşından beri, giderim tarlaya.

Liseyi bitirdikten sonra hayat koşulları gereği düzenli bir işe başlamak istemiş. Okumak da varmış aklında. Birkaç defa sınava da girmiş ama iş-ev arasında mekik dokuduğu için ders çalışmaya pek vakti olmuyormuş. Yıllar geçtikçe eğitimi kafasından silmek zorunda kalmış.

İş hayatına atılıp ağır koşullarda çalışmanın duygu durumunda yaşattığı dalgalanmaları, kişiliğine ve sosyal yaşamına olan etkilerini şöyle anlatıyor:

16-17 yaşlarıma kadar çok hareketli bir kız çocuğuydum. Çok sosyal bir insandım. Okulda etkinliklere katılır, çeşitli sporlarda arkadaşlarımı da teşvik etmek için okul takımlarına girerdim. Lisedeyken annemin yaşadığı bir sağlık sorunu nedeniyle okula ara vermek zorunda kaldım. Ablam da lisedeydi ama onun son senesiydi, birimizin fedakârlık yapması gerekiyordu. İki sene ara verdikten sonra devam ettim okumaya. Liseyi bitirip iş hayatına atıldıktan sonra birkaç yıl içerisinde çok değiştim, kendi içime dönmeye, kimseyle çok konuşmamaya başladım. İlk olarak Agrobay’da işe girdim. Sabah 7 akşam 6 arasında mesaimiz vardı. Çalışırken kulaklığımı takıp işime bakardım. Bazen yemek molalarına bile gitmiyordum. Düğünlere, eğlencelere, kermeslere gitmeyi de çok severdim eskiden. Çalışmaya başladıktan sonra artık kalabalık, sesli yerlere gidince bunaldığımı hissediyordum.

İşçiler ağır çalışma koşulları içinde hem bedensel emeğini hem de zihinsel kapasitesini üretim disiplinine tabi kılmak zorunda kalıyor. Üretim süreçlerinin işçileri nasıl mekanikleştirdiğine dair bir örnek oldu konuşmamızın bu kısmı. Yıllar boyu her gün tekrarladığı hareketler bedenini bir makine gibi çalışır hale getirmiş.

Tarım işinde çalışıyor olmanın da etkisi var bunda. Bedenen zaten yoruluyorsun ama çiçekçilik işinde yaptığın her şeyin kaydını da tutman gerekiyor. Zihnen de yoruyor insanı. Ne bedenen ne zihnen başka bir şey için enerjim kalmıyordu. Haftanın üç dört günü zorunlu mesaiye kalıyorduk. Evden işe, işten eve… Çok uzun yıllar aralıksız çalışmak insanı çok monoton bir hayata sürüklüyormuş. 15 yıldır böyle bir işte aralıksız çalışınca robot gibi oldum. Bedenim, zihnim başka bir şeyi kabul etmiyor artık. İşe ilk girdiğim zamanlarda rüyamda paket yaptığımı, kırım yaptığımı görüyordum. Şimdi çiçekler beni rüyasında görüyor artık. Yıllardır alıştılar onlar da bana.”

Meltem ablanın yaşadığı yer Soma havzasına çok yakın. Yaşadığı bölgedeki temel geçim kaynaklarından birisi maden işçiliği. Babası da 26 yıl kadar maden işçiliği yapmış. Bu sebeple sendikal pratiklere az çok hakim olduğunu söylüyor.

Ücretsiz izindeyken ablasıyla birlikte iş yerindeki müdürlerle, banka promosyonuyla alakalı bir meseleden ötürü sorun yaşamışlar. Hem bu sorunun çözümü hem de iş yerindeki çalışma koşullarını iyileştirmek için ne yapabiliriz diye düşündüklerinde de akıllarına sendikalı olmak gelmiş. O süreci şöyle anlattı:

Biz ücretsiz izindeyken bir akşam 11-12 civarları ablamla birlikte DİSK/BTO-Sen’e üye olduk. İnsanların kafasına da sendikalı olmayı koyarız yavaş yavaş dedik. İzinden döndüğümde serviste sendikal faaliyetin ne olduğunu, sendikanın ne işe yaradığını, herhangi bir haksızlığa uğradıklarında ne yapmaları gerektiğini anlatıyordum iş arkadaşlarıma. Ben az çok hakimdim sendika işlerine. Benim yaşadığım bölgede maden işçiliği çok yaygın. Babam Soma havzasında 26 yıl maden işçiliği yaptı. Bizim oralarda çok fazla kalkışma olur madenlerde. Onlardan alışkınız hem direnişlere hem de sendikal faaliyetlere. Daha iyi şartlarda çalışmayı, yaptığımız işlerin ağırlığına uygun bir maaş almayı istediğimiz için sendikayı getirdik Queen’e. Tabii yalnızca kendi uğradığım haksızlık değil, buradaki çalışanlara uygulanan muameleler de yapılan saygısızlıklar da bizi sendika getirmeye itti. En başlarda etrafımdaki insanlara anlatıyordum sadece ama eylül ekim aylarında açıktan örgütlenme faaliyeti yapmaya başladım ben de. Sonrasında BTO-Sen’e yetki aldırdık. Kafamda temsilci olmak yoktu o zamanlar. Burada çalışan işçilerin çoğunluğu kadın olduğu için 3 temsilciden en az 2 tanesinin kadın olması gerektiğini düşünüyordum. Diğer kadın arkadaşlara da söyledim bunu. Sorumluluk almam gerektiğini hissettim o noktada. Beni aday göstermek istediler, nihayetinde ben temsilci seçilmiş oldum. İlk görüşme için İstanbul’a gittim. Gittiğim bütün toplantılar için masraflarımı kendi cebinden karşılıyordum. Aldığım sorumluluğun bilinciyle hareket ediyordum. Yani aslında işçilere bu görüşmelerde konuşulanları bir başkasının ağzından aktarmak yerine sorumluluğum gereği bizzat gidiyordum görüşmelere. İstanbul’un ardından İzmir’de de bir görüşme oldu, 25-30 kadar maddede uzlaşılmıştı ama sonrasında yetki itirazı için dava açtı iş yeri. İşverenin baskıları, tehditleri, araya çantacı bir sendika sokması vs. derken iş buraya, bizim işten çıkarılmamıza kadar geldi.

Yaşanan tüm zorluklara rağmen Meltem abla ve diğer kadın işçilerin gösterdikleri irade çok etkileyici. Bu süreçte öncüleşen kadın işçiler kendilerinin işe geri alınması ya da sendikanın iş yerinde toplu sözleşme yapmasının daha ötesinde bir kazanımı da hedeflediklerini söylüyor. Önümüzdeki yıllarda Bakırçay havzasında bir Organize Tarım Bölgesi kurulacak. Büyük çoğunluğu kadınlardan oluşacak 3500 kadar işçinin burada istihdam edilmesi hedefleniyor. Queen Direnişinin kazanımları yalnızca Queen Tarım işçileri için değil bölgede istihdam edilecek yeni işçiler için de olacak. Verdikleri mücadelenin böyle bir tarafı olduğunun da bilinciyle direniyor Queen işçileri.

Ailem ilk günden beridir destek veriyor direnişimize. Annemin, babamın desteğini hissetmek bana güç veriyor. Onlar için de zor süreçler tabii ama devam edeceğiz. Biz geri işe alınana kadar bu süreç devam etmeli. Bu meselenin bir başka önemli tarafı da ilk kez bir serada toplu sözleşme imzalama imkânının olması. Buradaki direnişimizi kazanıp diğer seralar için de, tarım sektöründeki diğer firmalarda da sendikalaşmanın önünü açmak istiyoruz. Heyecanlandırıyor bu ihtimal beni.”

Meltem abla çalışma hayatındaki kadın-erkek eşitsizliğine ve iş yerlerindeki koşulları kadın olarak deneyimlemenin yarattığı zorluğa dair şunları söyledi:

Buradaki firmaların çoğu kadın işçi istihdamından teşvik parası alıyor. Bölgede çalışan kadın yoğunluğunun fazla olmasının bir sebebi de o. Sürekli kadın işçi çalıştırdıkları için erkek işçilerin daha rahat bir şekilde yapabileceği ağır işleri de kadınlar üstlenmek zorunda kalıyorlar. Ben Agrobay’da çalışırken asit tanklarını da bize yıkatıyorlardı. Normalde erkek işçilerin teçhizatlarıyla yaptıkları işleri biz birkaç kadın arkadaşımla birlikte hiçbir tedbir olmadan yapıyorduk. Yeri geliyordu hasır arabalarındaki kasaları taşıyorduk. Çoğu erkek asgari ücretle çalışmayı kabul etmiyor, şartları beğenmiyorlar. Öyle olunca erkek işçilerin yapacağı işleri de kadınlar yapmak zorunda kalıyor. Kadın-erkek eşitsizliği her yerde, fabrikalarda, seralarda… Ataerkil bir toplum içinde yaşadığımız için kadınlar evde, işte, hayatın her alanında eziliyorlar. Umarım gelecek nesiller kırabilirler bunu.

Söyleşimizin son kısmında hayalleri, gelecek planları hakkında konuştuk.

Hayatı sürekli bir koşuşturmayla, gelecek endişesiyle yaşamak istemiyorum. Ablamla çok uzun zamandır bir karavan almak istiyoruz. Bu yaşıma kadar hiç evlilik odaklı yaşamadım. Hayatı oluruna göre yaşamak istedim. Evleneyim, çocuk sahibi olayım gibi bir düşüncem olmadı. Hayatta mümkün olduğunca isteklerim doğrultusunda hareket etmek istedim. Bundan mutsuzluk duymuyorum. Gürcistan’a gitmiştik ablamla bundan birkaç sene önce. Dünyada görmek istediğim çok yer var. Karavana atlayıp Kafkasları, Asya kıtasındaki bazı yerleri gezmek istiyorum. Umarım bir gün olur.

Memleketin dört bir yanında filizlenen işçi direnişleri bugün sınıf savaşının en önemli mevzilerini oluşturuyor. Direnişlerin sesini dinlemek, işçilerin hikayelerine temas etmek en önemli ödevlerimizden biri. Bu söyleşiyi, her geçen gün toplumsal hayatın daha da dışına itilmeye çalışılan işçi sınıfının, ezilenlerin mücadelesini yaşamın göbeğine taşıma şiarıyla gerçekleştirdik. Bu süreçte kendilerinden çok şey öğrendiğim, mücadelelerine şahitlik etmekten onur duyduğum Queen Tarım işçilerine teşekkür ediyorum.

Fabrikalardan tarlalara, atölyelerden seralara, her şeyin direnen emekçilerin olacağına dair inancımızı diri tutanlara selam olsun…

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir