Söyleşi – İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar ile Mazlumder Tecrübesi – 1 Kasım Perşembe

 

1991′den bu yana Türkiye’de hak, özgürlük ve adalet mücadelesinde İslami bir ses, Müslümanca bir soluk getirme gayretinde olan Mazlumder tecrübesini, İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar’dan dinleyeceğiz. ” Kim olursa olsun, zalime karşı mazlumdan yana ” şiarıyla  başörtüsü yasağından Kürt meselesine, cezaevi ihlallerinden göçmen dayanışmasına, 28 Şubat’a adalet meselesinde her daim mazlumların yanında saf tutma gayretinde olan Mazlumder ile “Evsizler için Sabahlama”, “Kardeşlik İftarları” ve son olarak Fatih Camii’nde faşist saldırıya maruz kalan “Uludere İçin Adalet” eylemliliklerinden bu yana gelen bir ortak hareket tecrübemiz de var. Direniş kültürünü yaymanın imkan ve ihtimallerine beraberce bakmak, mücadelenin hafızasını ve hatırasını birlikte dinlemek için 1 Kasım Perşembe akşamı saat 19′da büromuza bekleriz…

 

 

Gün-Saat: 1 Kasım 2012, Perşembe, 19:00

Yer: Kıztaşı Meydanı, Turnalı İş Hanı, No:13 Fatih / İSTANBUL

 

Etkinlik sayfamız: http://www.emekveadalet.org/etkinlik/cuneyt-sariyasar-ile/

 

 

Cüneyt Sarıyaşar’ın “başörtüsü meselesi” üzerine ve “Uludere için Adalet İftarı” etrafında konuştuğu iki söyleşiyi alıntılıyoruz.

İlk söyleşiyi Dünyabülteni, ikincisini ise söyleşiyi yapan Yeni Şafak arşivinde yer almadığı veya bulamadığımız için Mazlumder İstanbul kaynaklı yayınlıyoruz.

 

 

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=156875

 

Cüneyt Sarıyaşar ile başörtüsü meselesi üzerine…

Mazlumder İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar ile başörtüsü meselesi üzerine… 

 

Tülay Gökçimen / Dünya Bülteni 

Mazlumder Kocaeli Şubesi tarafından yedi yıldır her hafta Cumartesi günü aralıksız olarak düzenlenen “Başörtüsüne Özgürlük Direnişi’nin 7. yılında Her Alanda Başörtüsüne Özgürlük” sloganıyla ve yürüyüş şeklinde gerçekleştirilecek. 30 Nisan Cumartesi günü saat 14:00’da Kocaeli Merkez Bankası’nın önünde başlayacak olan bu yürüyüş Sabri Yalın Parkı İnsan Hakları Anıtı önünde yapılacak mitingle devam edecek. Mazlumder İstanbul Şubesi de aynı gün saat 11:00’de İstanbul Vatan Caddesi’nden kaldıracağı  otobüslerle İzmit‘e giderek, bu yürüyüş ve mitinge destek verecek.

Bu desteği konuşmak üzere gittiğimiz Mazlumder İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar ile başörtüsü yasağının ve direnişinin bugün geldiği noktayı ve Türkiye’deki diğer insan hakları ihlallerini konuştuk…

Cüneyt Bey, MAZLUMDER’in kuruluş süreciyle başlayalım isterseniz…

Mazlumder, 1991 yılında özellikle üniversite kapılarına yoğun olarak yığılan başörtülü öğrencilerin eğitim haklarının engellenmesi, bunun yanı sıra özellikle İslami kesimden pek çok fikir insanının fikir suçlusu olarak cezaevlerini doldurması, ardından İslami çalışmaları sebebi ile mevcut sistemin kendisine tehdit olarak algıladığı birçok cemaat, vakıf, dernek nezdinde yapılan bir dizi gözaltılar ve baskınlar sonucunda tutuklanan insanlara uygulanan ağır işkenceler ve bunların arka arkaya gelen insan hakları ihlalleri ve tüm bunların Türkiye’de bulunan insan hakları savunucuları tarafından adeta görmezden gelinmesi sonucu, insan hakları alanında çalışmalar yapmak üzere ortaya çıkan bir kurumdur.

Bir noktada bu camianın ortak çatı kurumudur. Mazlumder insan haklarıyla ilgili bütün alanlarda olduğu gibi aynı zamanda başörtüsü mağdurlarıyla ilgili konuda da öz veriyle çalışmalarını sürdürmektedir. Tamamen hukuksal zeminde yapmış olduğu bu mücadeleyi, insanı önceleyerek insan hakları temelinde bir hakkın iadesi için gerekli olan hukuksal zemin hazırlanması, bu noktada ayrımsız özgürlükçülük uygulanması noktasında bir yandan başörtüsü mağdurlarına diğer yandan bu mağduriyetle paralel olarak aynı derecede uygulanan Türkiye’de dini hayatın yaşam alanlarından soyutlanması ile ilgili çalışmaların karşısında olmuştur. Çünkü temel olarak herkesin ifade ve inanç özgürlüklerinin bir temel insan hakkı olduğunu düşünen bir örgütüz. Bu çerçevede her ne şekilde bir inanca sahip olursa olsun herkesin hem ibadetlerini özgürce yapabilmeleri buna paralel olarak da istedikleri gibi giyinebilmeleri, kendilerini ifade edebilmeleri, istedikleri sembollerle dolaşabilmeleri ve bu çerçevede gerekirse diğer insanlara inanç ve dinlerini anlatabilmelerini öngörmekteyiz. Bunun önündeki özgürlükleri kısıtlayan engellerin, doğru olmadığını düşünüyoruz.

Başörtüsü yasağının bu ülkede sadece belli bir azınlığın sorunu olduğunu söyleyen bazı kesimler var. Başörtüsü yasağı gerçekte kimlerin sorunudur?

Başörtüsü olayı Türkiye’de esasında bir başın örtülmesinden ibaret değil belki bir toplumsal kesimin, o öyle bir toplumsal kesim ki söze gelince yüzde doksan dokuzla ifade ediliyor veya genel ölçüler içerisinde istatistik araştırmalar yapılırsa bu ülkenin kadınlarının yüzde 55’ini oluşturduğu düşünülüyor. Bu yüzde 55’i oluşturan kadınların da yüzde 60’nın başörtülü olduğu düşünülüyor. “İşte böyle bir azınlığın” diyeyim tırnak içinde sorunu. Bunların özgürlük, toplumda meşruiyet ve hukuki çerçevede meşruiyet sorunlarıyla ilgili konular üzerinde bugün konuşuyor bulunuyoruz. Yani nedir bu başörtüsü sorunu? Bu insanlar evlerinde oturan hanım hanımcık annelerse olabilir eğer evlerinin dışında bir iş yapmak istiyorlarsa yapacakları iş ancak bankaların, büyük şirketlerin temizlikçileri herhangi bir devlet dairesinde ise yine hizmet alanında temizlik işlerinde hizmet edebilen insanlar olabilirler. Ama bunların ötesinde bir yerde yer alamazlar. Öğretmen olamazlar, hakim olamazlar… Tabi bunlar için de öğrenci olmamaları gerekiyor. Dolayısıyla da öğrenci de olamazlar. Şimdi böyle bir uygulama ile karşı karşıyayız. Bu uygulamayı tabi ki otuz yıldır uygulayan insanlar, bu zulmü devam ettirenler, bir dizi kendilerince tanımlar getirdiler.

Türban diyerek siyasi bir anlam yüklediler başörtüsüne. Peki siyasal bir simge bile olsa başörtüsüne yasak getirilebilir mi?

Önce türban dediler sonra siyasal simge dediler vs.. Her ne şekilde tanımlarlarsa tanımlasınlar aslında siyasal bir simge olarak da türban dedikleri her neyse o da olsa, insanların bir giysiyi tercih nedenleri sorgulanmaksızın, konunun özgürlük konusu olduğunu düşünüyoruz. Kesinlikle bunu ifade, kılık kıyafet ve inanç özgürlüğü içerisinde değerlendirdiğimizi yirmi yıldır beyan ediyoruz. Bu mücadele kimi zaman bir hastanede hizmet veren doktor hanımla, okuldaki öğretmenle veya görevini yapmak isteyen bir avukatla, birçok alanda başörtüsü ile hizmet yapmak isteyen insanlara engel olundu. Biz Mazlumder olarak onların yanında olduk. Yine bunların yanı sıra eğitimine başörtülü olarak devam etmek isteyen kız öğrencilerin çok değişik zamanlarda her gün gittikleri okullarına bir gün başörtülü olarak giremez hale geldiklerinde, onlar kapılarda kendi ızdıraplarını dillendirirken, emniyet güçleri onların üstüne olanca orantısız güçleriyle saldırdı. Tabi ki, sadece emniyet güçleri saldırmadı. Gittikleri okullardaki öğretmenler, profesörler, doçentler saldırdı. Tabi biz bir şeyi unuttuk.

Sizin okuduğunuz dönemde nasıldı üniversitelerde bu durumlar?

1980’lerin başında okullarda sadece başörtüsü yasak değildi sakal da yasaktı. Sonra sakalın kendilerini fazla rahatsız etmeyeceğini düşündüler. Çünkü sakalı İslami kesimin dışında insanlar da kullanıyorlardı. Benim okuduğum yıllarda, 1980’lerin başında sakallı okula girmek yasaktı. Ama sanırım 1990’lı yılların başında sakalı hiç kimse söz yasak konusu etmedi.

Başörtülü okumak isteyenler üniversitelere örtüleriyle alınmayınca hayatlarını değiştirmek zorunda kaldılar diyebilir miyiz?

Yasak devam edince başörtülü öğrencilerimiz ne yaptılar yoğun olarak yurt dışında eğitimlerine devam etmenin yollarına baktılar, alternatif eğitim yolları aradılar; yani hayatlarını değiştirdiler. Ya mesleğini değiştirdi, ya akademik perspektifte eğitim almayı terk etti ve başka bir alana kendini yönlendirdi. Ya da okulu bıraktı. Direncini üç, beş ay gösterdikten sonra eğer bir çıkmaz sokakta olduğunu anladı ise başka bir alana çekti kendini. Yani siz başörtüsü yasağını önlerine koyarak insanların hayatını değiştirdiniz. Belki de hiç düşünmediği bir şekle soktunuz. Burada asıl olan, siz toplumların önüne böyle bir engeli koyduğunuz zaman; bunu niçin yapıyor zalimler çünkü onun direncini kıracaklar ve değiştirecekler. Bizim burada odaklanmamız gereken şey, onların bu insanlar üzerindeki baskılarının sonuçları. Bu uygulanan baskıların sonuç aldığını tabi ki görüyorlar. Ama bugün tarihin, sosyolojik olarak nasıl tecelli ettiğini Kuzey Afrika ülkelerinde hep beraber görüyoruz. Otuz yıl, kırk yıl insanların üzerine baskı uygulayabilirsiniz. Bir gün bardaktan damla taşar, o diktatörler o baskıların altında yaşayamazlar. Yani halk o engeli aşmayı öğrenir.

Bu ülkede MÜSLÜMAN KİMLİĞİ üzerinde ne gibi baskılar var?

Başörtüsüyle ilgili direnişin, Türkiye’de zaman zaman tepki noktasında azaldığını gözlemliyoruz ama bu tepkilerin hiçbir zaman başörtüsüne yönelik talebin azaldığı ya da başörtüsü meselesinin hallolduğu şeklinde yorumlamıyoruz. İnsanların bireyler olarak çözüm konusunda kendilerine bir yol bulamamalarını, bir hakkın sorun olarak ortadan kalktığı kanısı yanlıştır. Hiç kimse o hakkı talep etmese bile o hakkın verilmesi bizim açımızdan temel bir bakış açısıdır. Bunun yanında biz ciddi oranda baskıların kalktığı zaman toplumda ne kadar başörtülü öğrencilerin ve hizmet verenlerin arttığını gözlemliyoruz. Esasında bastırılmış olan o özgürlüklerin toplumda bir talebin karşılığı olduğunu görüyoruz. Bugün başörtülü milletvekili serbest diyin bakın ne kadar başvuru olacak, ne kadar aday gösterilecek seçilebilecek yerden. Bu ülkede Müslüman kimliği üzerinde çok ciddi baskılar var.

İKNA ODALARI BASİT BİR OLAY DEĞİLDİR!

Müslüman kimlik bu ülkede tanınmamaktadır. Bu ülkenin yüzde doksan dokuzunu ifade eden dinin özgürce yaşam alanı hala bu ülkede yoktur. O dinin gereklerini yerine getirememektedir insanlar. Siz, on sekiz yaşında bir genç kızın, üniversite kapısında, başörtüsü yani ebedi bir hayatla ilgili beklentisine, onla ilgili insancı sebebiyle, Rabbine karşı sorumluluğunu yerine getirmek için, tabi ki çok da kolay olmayan şeyi tüm kalbi duygularıyla, bütün o duygu dünyasıyla, o kapının önünde çok mu rahat başını açtığını düşünüyorsunuz? Onların gözyaşları belki kalbine akıyor olabilir, yasakçılar bunu görmüyorlar ama biz biliyoruz. Bu basit bir şey değil ama çok basitmiş gibi gösteriliyor. Biz bunun çok can yakıcı bir hak ihlali olduğunu düşünüyoruz. İkna odaları basit bir şey değildi, işkenceler sadece Filistin askıları ile yapılmıyor. İnsanların ruhlarına geçirilen çengeller, bedenlere geçirilenlerden belki çok daha acı vericidir. Onun için başörtüsü Türkiye’de çok ciddi bir toplumsal yaradır.

Başörtüsü haricinde Türkiye’nin ağırlıklı diğer insan hakları sorunları nelerdir?

KÜRT SORUNUNU DA GÖZ ARDI EDEMEYİZ! 

Türkiye’nin ağırlıklı insan hakları sorunu dediğimiz zaman, Kürt sorununu göz ardı edemeyiz ve gerçekten can yakıcı bir şekilde devam etmekte ise Kürt sorunu, başörtüsü sorunu da öyle can yakıcı bir şekilde devam etmektedir. Bu yasakta asli sorun bir insanın yok sayılmasıdır. Başörtüsü sorunu temsili bir sorundur. Arkasında Müslüman kimliği görünürlüğü problemi vardır. Tam da devletin ideolojik egemenleri yani devletin hakim ideolojisinin savunucuları bunu yok saymaya devam etmek istiyorlar.

Türkiye’de yakın tarihte planların tüm darbelerin ardında Ergenekon sanıklarının olduğu düşünülüyor, ortaya bunlarla ilgili belgeler çıkıyor. Sizce inananların hiçbir alanda başını örtmesini istemeyenler de bu zihniyet olabilir mi?

Bugün mevcut hükümet, egemenlik alanı içerisinde kuralları değiştirmeden sadece uygulamada bir zayıflık oluşturdu. Bu zayıflık bizi rehavete sürüklüyor. Bu zayıflık başörtüsü yasağının kalkmakta olduğu gibi bir izlenim oluşmasına neden oluyor. Biz siyasilerin kendi manevralarını ve ondan nasıl sonuç alacaklarını bilmiyoruz. Bildiğimiz bir şey var; 28 Şubat’ta Müslüman kesime yapılmış olan zulmün, başörtülü insanlara yapılan bu hak ihlallerinin, topyekün bir kesim üzerinden yapılan baskının sonrasında, her darbeden sonra toplum o darbenin madur ettiği ezilenden yana nasıl oluyorsa yine 28 Şubat zamanı baskılanan Müslüman kimliğin karşılığını alan bir hükümet var 2002’den beri. İktidarını bu insanlara borçlu olan bir hükümet var. Sekiz senedir her şeye çare buldular ama başörtüsüyle ilgili bir adım atamadılar. Böylelikle başörtüsü yasağının ne kadar derin bir yasak olduğunu gözlemliyoruz.

BAŞÖRTÜSÜ İNSANIN YAŞAMINDA HİÇ BİR ŞEYİ ENGELLEMEZ!

Başörtüsü basit bir giysidir. İnsanın örtünmeyle ilgili olan ihtiyacını karşılayan bir giysidir. Yani ceket neye engel olmuyorsa başörtüsü de hiçbir şeye engel olmaz. Engel olan bugün başörtüsüne karşı olan zihinlerdir. Örümcek kafalı zihinler bugün insanların başörtüsüyle akıllı olup olmayacaklarına veya herhangi bir yerde irade kullanıp kullanamayacaklarına karar veriyorlar. Aslında bu çok ciddi bir aşağılamadır. Başörtülü kadınların beylerinin veya babalarının emrinde iradesiz varlıklar olarak kabul etmektedirler. Aslında başörtülü kadınlarımız kendi iradeleri ile başlarını örtmektedirler. Herhangi bir baskıyla başlarını örtmeleri durumunda bu ne manevi olarak makbul bir örtünme olabilir ne de kişi içine sindirebilir. Eğer siz zorla, baskıyla, döverek bir kıza zorla başörtüsü örttürdüyseniz o kızımız Mazlumder’e müracaat etsin biz o kızımızın başımın örtmek istemeyişinin de yanında oluruz.

Yaklaşan seçimlerde hiçbir başörtülü adayın seçilebilir yerden milletvekili adayı gösterilmemesini neye bağlıyorsunuz? 28 Şubat süreci devam ediyor diyebilir miyiz?

Biz her alanda başörtüsüne özgürlük diyoruz çünkü insanlar başlarını Allah’ın emri olduğu için örtüyorlar. Üniversite’ye başörtülü girebilmenin başörtüsü yasağının kalktığı anlamına geleceğini mi düşünüyorsunuz? Siz bu okuttuğunuz öğrencileri sonra ne yapacaksınız? Avukat olacak, bu faşist barolar avukat olana belge vermeyecekler, hakimler kendi karşılarında başörtülü bir avukatı istemeyecekler. Biz bunu kabul etmiyoruz.

Hakların verilmez alınır olduğunu gören birçok STK hak ve özgürlükler adına yurt çapında başörtüsü yasağını gündeme getiren çalışmalar yaptı hala da yapıyorlar. Van’dan Kocaeli’ye, Kayseri’den Adana’ya bu çalışmalar birçok ilimizde devam ediyor. Bu konuyu bundan yedi yıl önce görkemli bir yürüyüşle kamuoyunun gündemine taşıyan tek kurum Kocaeli Mazlumder şubemizdi. Kocaeli Mazlumder şubesiyle ortaklaşan Kocaeli sivil toplum kuruluşları ve gönüllü kültür teşekkülleridir. Onların başlattığı bu çalışma yedi yıldır çevre illerden gelen değişik sivil toplum kuruluşlarının katılımıyla her cumartesi devam ediyor. 30 Nisan’da bu direniş, yedinci yılını dolduracaktır. Bu yürüyüşün bir seneyi devriyeden öte bir buçuk ay sonra yapılacak seçim öncesi düzenlenmiş olmasının sebebi gasbedilen hakların geri alınma istemidir. 28 Şubat’ta Merve Kavakçı’dan alınan hakka tekrar dikkatleri çekmektir. Kimse 28 Şubat bitti zannetmesin. Kavakçı’nın gasbedilen hakkı geri alınmadıkça 28 Şubat bitti diyemeyiz.

MAZLUMDER, sadece başörtüsü yasağı mağdurlarının mı haklarını savunuyor?

Biz başörtüsüne kitlenmiş bir dernek değiliz. Başörtüsü dışında bütün insan hakları ile ilgili alanlarda etkin çalışmalarımız devam ederken, sürekli kanayan bir yara olan başörtüsü konusunda da önümüzdeki zamanlarda daha etkin çalışmalar yapma konusunda kararlıyız. Bu sebeple de birinci adımın özgürlükçü bir anayasadan geçtiğini biliyoruz. Bunun için önümüzde toplumsal sözleşme hükmünde, yasakçılığı bulunmayan bir ideolojiye dayanmayan, toplumun bütün kesimlerinin taleplerini karşılayan bir anayasanın zaruri olduğuna inanıyoruz. Bunun için bir anayasa kurucu meclisi oluşturulmasını istiyoruz. Bu süreçlerle gerçek özgürlükçü bir Türkiye’ye kavuşacağımıza inanıyoruz.

BİRİMİZ ÖZGÜRLEŞİNCE HEPİMİZ ÖZGÜRLEŞMİYORUZ!

Başörtüsünün özgür olması için, anadilde eğitimin serbest olması, anadilde eğitimin serbest olması için azınlıkların mülkiyet haklarının geri verilmesi, onların özgürleşebilmesi için on iki yaş sınırının ortadan kaldırılması, toplum olarak özgürce yaşamamız için özgür bir anayasaya ulaşmamız gereklidir. Bütün özgürlük kısıtlamaları birbirine bağlıdır. Birimiz özgürleşince hepimiz özgürleşmiyoruz! Hepimiz özgürleşmeden de hiç birimiz özgür değiliz.

HER EYLEM BİR DUADIR!

30 Nisan’da Kocaeli’nde yapılacak olan yürüyüşe biz İstanbul’dan otobüslerle giderek katılmayı amaçlıyoruz. Türkiye’nin seçim atmosferine girmesi ve bu seçimin yeni bir anayasa hazırlığı ile ilgili bir seçim olması sebebiyle bu yürüyüşü çok önemsiyoruz. İstanbul’da Vatan Caddesi’nden kalkacak olan otobüslerle İzmit’e gideceğiz. Diğer şube illerimizden de yoğun bir katılım bekliyoruz. İzmit’teki insanların da çok yoğun bu yürüyüşe katılacaklarını düşünüyoruz. Yine İstanbul’dan, Bursa’dan, Ankara’dan, Konya’dan, Sakarya’dan ve şu an da sayamadığımız birçok sivil toplum kuruluşu bu yürüyüşe destek vereceklerini beyan ettiler. Başörtülü insanların haklarını gerek seçenlere gerek seçilenlere bir kere daha hatırlatacağız. Duanın gerçek muhatabı da Rabbimiz’dir.  Bu hak arayışına herkesi davet ediyoruz.

 

 

http://istanbul.mazlumder.org/faaliyetler/detay/basin-aciklamalari/1/cuneyt-sariyasar-yasadiklari-saldirinin-ayrintilarini-yeni-safak-gazetesine-verdigi-demecte-anlatti/9264

 

Cüneyt Sarıyaşar, Yaşadıkları Saldırının Ayrıntılarını Yeni Şafak Gazetesi’ne Verdiği Demeçte Anlattı

Cüneyt Bey, olayı bir kez de sizden dinleyelim.

Biz orada iftarımızı yaptık ve yürüyüş kortejini kurmakla ilgili toparlamamızı yaparken “Adalet her zaman her yerde”, “Roboski’ye adalet siyasetin gölgesinde kalkmasın” gibi temel bakış açımızı ifade eden ana pankartlarımızla yürüyüşe hazırlanmaya çalışıyorduk. Gençlik örgütlerimiz de kendi getirdikleri pankartları hazırlıyorlardı. O sırada aniden Malta Kapısı tarafından 4-5 kişinin alana doğru hızla gelerek “Lan burada ne yapıyorsunuz, Kürt dedirtmeyiz lan burada” diye saldırmaya başladılar. Bizim el dövizleri hazırlayan gençlerimizden bir tanesinin yere koyduğu bir el dövizi vardı, Kürdistan kelimesi geçiyordu dövizde, onu ve diğer dövizleri yırtmaya başladılar. “Kürdistan-mürdistan dedirtmeyiz lan burada burası Türkiye” diyerek saldırıya devam ettiler.  Aslında bu saldırgan 4-5 kişinin tamamını yan yana koysanız bunların her biri ayrı bir sosyolojiye ait diyebileceğimiz insanlar. Bir tanesi badigart kılıklı dövmeli, bir tanesi elinde sopası döner bıçağı bulunan farklı bir tip,  bir tanesi camide rastlayacağınızı düşündüğünüz bir tip, bir tanesi İsmail Ağa Camisi çevresinde görebileceğiniz bir tip ama bu ayrı ayrı tipler bir araya gelmişler ve orda birlikte bize doğru bir saldırıda bulundular. O anda biz müdahale edip “Bir dakika kardeşim ne diyorsunuz, biz burada Müslümanlar olarak bir araya toplandık, İslam’ın duyarlılığıyla bir araya geldik, siz neden bahsediyorsunuz” dedik.
Kürdistan da bu milletin bir parçası, Kürtler bir parçası, burası coğrafi bir isimdir.  Daha düne kadar bu topraklarda, yüz yıldır bu insanlara zulmeden TC Devleti kurulmadan önce, TC Devletinin ilk kuruluş safhasında da 1. Meclisin, halkın meclisinde de Kürdistan milletvekilleri vardı. Ne diye hemen bir kelimeye takılıp onun üzerinden farklı yorumlar yapıyorsunuz. Yapmayın bunu, anlayın, buradaki insanların duruşu farklıdır.
Biz orada insani olarak izah çabası gösterirken dinliyor gibi davranıp arkasından oradaki adam “Yürü lan” diyip palasını çekip millete saldırdı. Tamamen provokatif, orayı dağıtmak, insanlara saldırmak için gelmiş bir ekipti, söz konusu olan da o dövizler değildi, ne yazıyor olursa olsun fark etmeyecekti. İlginçtir, bu ekip oradan geçerken bir kelime gördü de öfkelenip arkadaşlarını çağırdı durumu yok, çünkü bizim bu el dövizlerinin açılıp da sıra sıra dizilmesiyle bunların gelmesi arasında birkaç dakika var. Birden gelip sopalarını, bıçaklarını, silahlarını çıkarıp millete saldırmaya başlayınca ve biz de laftan anlamadıklarını görünce hemen “arkadaşlar sakin olun” anonsunu yaptık ve “kesinlikle müdahale etmeyin geri çekilin” dedik. Bu arada bir tanesi tabancasını çekti, namlusuna mermiyi yerleştirdi, bunları gördüğümüz anda provokasyonun aleniliğinin farkına vardık, hemen “arkadaşlar hiç kimse müdahale etmesin, geri çekilin, tamam kardeşim pankartlarımızı topluyoruz, alanı boşaltıyoruz, herkes dağılsın” anonsu yaparak, insanları sükunete erdirmeye çalışarak geri adım attık. Ama bu arada o sakallı şalvarlı provakatif kişi Haliç Caddesi kapısından hızla içeri “Alahuekber” diye dalarak hiç tanımadığı bilmediği insanlara tekme tokat girişti. Birden yeni bir arbede oldu. Bu sırada bazı arkadaşlarımız darp edildiğinden yere düştüler. O sırada bir arbede daha yaşandı. Arkadaşlarımızın bir kısmını caminin içerisine sokarak o alandan çıkmaya çalıştık. O arada, saldırganlar içeri doğru girdikleri sırada daha önce etrafımızda gezen sivil polislerin yavaşça bizim alanımızı terk ettiklerinin farkına vardık. Biz saldırı öncesi hazırlıklarımızı yaparken sivil polisler etrafımızda, resmi polisler de cenaze kapısının dışında bekliyorlardı. Bir arkadaşımız bana gelip “Alanda hiç polis kalmadı. Bu adamlar girdiği anda polisler geri çekildi” dedi. O anda ciddi bir problemin içinde kaldığımızı fark ettik. Arkadaşlara geri çekilin anonsları yapılırken ben koşa koşa cenaze kapısına gidip polislere “Adamlar orda bize silahla saldırıyor siz burada ne duruyorsunuz” diyerek o ekibin alana gelmesini sağladım. Resmi polisler oraya doğru gelirken ben arkadaşlarımıza sakin olun polisler geliyor uyarını yaptım. Adamlar bunu duyar duymaz hemen kaçtılar. Biz emniyet güçlerinin gerekli güvenliği sağlamasıyla eylemimize kaldığımız yerden devam ettik.  Fakat böyle bir saldırıyla karşı karşıya kaldık. Hamdolsun bütün duyarlı arkadaşlarımızın ve gençlerimizin olgun davranışlarıyla provokasyon amacına ulaşmadan bu saldırıyı atlattık.
Peki, Cüneyt Bey, şöyle bir durum var; Muhakkak iyi niyetli bir pankart ama şehit haberlerinin de olduğu bir dönem, bu dönemde o pankartın açılması biraz sıkıntı yaratmış olamaz mı?
İki tane şeye açıklık getirmemiz lazım; Birincisi pankartla döviz arasında çok ciddi bir fark var. Çünkü pankart o yürüyüşün ana damarını temsil eder. El dövizleri ise bireysel inisiyatifle, kişilerin kendi hassasiyetiyle katkı sunmak amacıyla hazırlanmış materyallerdir.  Biz, fikir özgürlüğünü savunan bir derneğiz ve süreç de bu toplumda fikir özgürlüğünün önünün açıldığı bir süreçtir. Evet, Kürt sorununda çatışmalı bir süreç de vardır ama bu süreç Kürt Sorununun tanımlanmasını, özgür ifadeleri engellememeli. Bu duruma korku imparatorluğu derler. Zaten 80 yıldır bu topraklarda insanlar üzerindeki baskı budur. İnsanları öldürerek, insanlara ölüm merkezli çözümler sunarak, devletin de sürekli bu çözümleri dayatmasıyla insanlar bir korku imparatorluğunda yaşatıldı. Bizim bu dönemde özellikle önünü açtığımız ve önünü açmak için misyon yüklendiğimiz konu özgürlüklerdir. Bizim, bir arkadaşımızın kimseye hakaret içermeyen, birisini aşağılamayan, insani değerlere müdahale etmeyen el dövizini ortadan kaldırma veya bu ifadeye karşı tavır alma durumumuz söz konusu olamaz.
Yani biz dövizin arkasındayız diyorsunuz.
Biz dün yaptığımız açıklamamızda da şunu söyledik; İttihat Terakki geleneğiyle bu toraklarda 2. Meclisle beraber deli gömleği giydirilerek baskı altına alınan halkların kendi iradesini yok ettikleri sürecin dışında ve evvelinde bu memlekette Kürdistan ve Ermeni milletvekilleri vardı ama bu topraklar bölünmemişti. Bilakis 7 düvele karşı savaşılmış, Kürdistan milletvekilleriyle birlikte bir meclis oluşturulmuştu. Kürdistan lafı öyle devletin bize dayattığı gibi alerjik bir laf değil. Açıkça şunu ifade ediyorum; Birileri Kürdistan kelimesini ayrılıkçı bir ifade olarak bu toprakları bölmek için kullanıyorsa biz açıkça bu topraklarda yaşayan sosyolojiyi bölmek için kullanılan her tür kelimeye karşıyız. Zaten MAZLUMDER dediğiniz zaman herkes bunu bilir. Bizim böyle bir konseptimiz yok. Biz Türkiye’de Kürt siyaseti üzerinde savaşa endeksli, şiddete endeksli politikaları güden ve topluma bu noktada kendi siyasetini dayatan örgüt ve de tüm çabalara karşı olduğumuzu açıkça ifade etmişiz. Ama temelde birlik politikalarının bir örgüt politikasına endekslenemeyeceğini, devletin kendisinin belirgin bir politika üretmesi gerektiğini, bu politikanın halkın özgürlükleri doğrultusunda olması gerektiğini açıkça ifade ederiz. Bu örgüte endeksli bir dil kullanmayız. Bunun sebebi burada asli iradenin devletin olmasıdır. Çünkü biz vergimizi bu devlete veriyoruz, oyumuzu bu devletin meclisi için kullanıyoruz ve diyoruz ki “Hukuki ve meşru olan mekanizma sensin ve hukuk içinde kalarak bu sorunları özgürlükler çerçevesinde sen halletmelisin”. Bunun için bizim muhatabımız örgüt değil devlettir. İnsan haklarının dili budur. Şimdi Kürdistan kelimesinin kullanılmasından hareketle MAZLUMDER’i, MAZLUMDER’e gönül verenleri, adalet için yürüyen insanları kalkıp başka bir siyasetin peşine takmak hele bir örgütün peşine takmak insafsızlıktır, vicdansızlıktır, adaletsizliktir. Bunu kabullenmemiz de mümkün değildir.
Bu provokasyon, bize yapılan saldırı kadar toplumu sosyolojik olarak da bölücü bir provokasyondur.  Hiç kimse bu noktada kelimelerin arkasına saklanarak MAZLUMDER’in adalet talebini görünmez kılmaya çalışmasın, bunu başaramayacaklardır.  Biz 21 yıldır nice iktidarların, nice siyaset güdenlerin geçtiği süreçlerde dimdik, adalet talebiyle ayakta kalan bir örgütüz. Bu adalet talebimizi hayatımız olduğu sürece de dillendirmeye devam edeceğiz. Yeni genç nesillerimiz bu gün ordaydılar, yani MAZLUMDER bu genç nesillerle beraber. Bu demektir ki MAZLUMDER’in meşalesi daha uzun yıllar yanmaya devam edecektir.
Cüneyt Bey, anladığım kadarıyla oradaki Kürdistan ifadesi bir coğrafi tanımlama manasında değil mi?
Kesinlikle coğrafi bir tanım, zaten bizim temel yaklaşımımız budur. Biz Medine Vesikasını esas alan bir kurumun insanlarıyız. Oturup, ortaklaşıp Medine Vesikası örnekliğinde olduğu gibi insanların hür iradeleriyle, ortak metinlerle toplumsal sözleşmelerin inşasından yana olduğumuzu açıkça belirtiyoruz. Anayasa bağlamındaki çalışmalarımız da bununla alakalıdır, anayasa çalışmalarımızda zaten bunları görürüsünüz.
Saldırı sonrası tutuklamalar var mı? 
Saldırı sonrası tutuklamalar oldu. Bu gece sahur vakti öğrendik ki bu tutuklamaların salıverilme durumu da olmuş. Tabi ki biz hukuki olarak bunun peşindeyiz, avukatlarımız konuyu takip ediyorlar. Saldırının tamamının video kayıtları elimizde, saldırganların fotoğrafları var, kim olduklarını biliyoruz. Biz bu konuyu takip edeceğiz ve adil bir yargılama ile hak ettikleri şekilde yargılanmalarını istiyoruz. Üstünün örtülmesine kesinlikle müsaade etmeyeceğiz.
Tutuklananların kaç kişi olduklarını biliyor muydunuz ve hepsi serbest mi bırakıldı?
Biz 5 kişi olarak biliyoruz, bize sözlü gelen bilgi çerçevesinde hepsinin serbest bırakıldıklarını öğrendik. Ama bunu resmi kanaldan teyit etmedik.

Peki, sizce bu döviz olmasaydı da saldırı gerçekleşir miydi? 
Kesinlikle gerçekleşirdi, o döviz keçeli kalemle yazılmış küçük ebatta bir dövizdi, biz bile görmedik, haberimiz yoktu. Saldırganlar geldikten sonra koşarken gördüm. Bu adamlar oraya hazırlıklı gelmişler, ellerinde palalar, silahlar, sopalarla geldiler. Sadece Türk Bayrağı eksikleri vardı provokasyonu tamamlamak için, kavga sürerken sonradan gelip saldıran sakallı o eksikliği tamamladı. Bu kişiler bilinçli bir şeklide sadece bize saldırmak amacıyla gelmişlerdi. Polisteki açık ifadelerinde de şunu söylüyorlar; Efendim PKK bayrağı açılmış, PKK’lılar Fatih Camii’ni basmışlar, eylem yapıyorlarmış. Geldiklerinde gerçekten bir PKK bayrağı mı gördüler? Hayır, orda namazdan çıkmış, orucunu tutmuş Müslüman muvahhit insanları gördüler. Peki, o İsmail Ağa’nın klasik uzun sakallı şalvarla gelen adam, karşısındaki adamların namazdan çıktığını, iftarlarını açmak üzere olduklarını gören o adam provokatif bir adam olmasa, su içine yılan bile dokunmaz denilen bir kültürde nasıl o insanlara tekme tokat dalıyor. Videosu var, alana koşa koşa geliyor, ilk bulduğuna vuruyor. Ondan sonra da cebinden bir bayrak çıkarıyor, bir yandan tekbir getirip bir yandan da bu ülke bölünmez gibi atabildiği bütün provokatif lafları atıyor. Biz sonradan öğrendik ki bu insanların bir tanesi adam öldürmekten içeri girip şartlı tahliye ile çıkmış, bir tanesi uyuşturucu kullanıyor, bir tanesi çete işlerinin içinde. Bunların tamamı Fatih’te bilinen, provokatif işler yapan, insanların şerrinden kaçtıkları insanlar. Biz bu insanların peşini bırakmayacağız, adil yargılanmalarının peşinde olacağız.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir