Muhafazakâr Halkçılığın Sınırı Olarak Vatandaş ve Rakibi Olarak Kemalist Halkçılık

Taksim Gezi Parkı’ndaki devlet terörizminin tetiklediği ve hayli zamandır birikmekte olan seküler-Türk-küçük-burjuva öfkeyi açığa çıkaran kitlesel başkaldırı sürecinde şu an yan yana, iç içe ve aynı zamanda birbiriyle çatışan kabaca iki çizgi tespit etmek mümkün. Bir teklik, temsil, pedagoji meselesi olarak halk-millete karşı çokluk ve performans olarak vatandaşın isyanı, bir egemene karşı çok sayıda egemenin isyanı, milli iradenin buyurgan temsilcilerine karşı kendi yaşamı, tercihlerine saygı ve tanınma talep eden hak-sahibi bireyin isyanı, merkeze karşı yerelin, aynıya karşı farklının isyanı.  Birinci çizgi bu ve ifadesini İstanbul Gezi Parkı’nda buluyor. Bu isyanın hedefinde, katılımcıları şu ya da bu düzeyde ulusal simgelere başvursunlar ya da başvurmasınlar, Kemalizm’in 6 okundan belki de Kemalizm’i en fazla tanımlayan halkçılık duruyor. Zira bu isyanı ateşleyen temel unsur, bazı bireylerin bireyselliklerinin, yaşam tarzlarının, kısaca kendi kendini yönetme hak ve kabiliyetlerinin halkın kendini yönetme hakkına/milli egemenlik retoriğine müracaatla kategorik ve süreklileşmiş bir biçimde pedagojik ihlali. Diğer bir deyişle, isyankarların Taksim Gezi Parkı’ndaki polis şiddetinde gördükleri şey, kendi bireyselliklerini, ulus adına uygulanan egemenlik pratiğiyle sürekli biçimde değersizleştiren ve böylece henüz parçası olmadıkları o muhafazakar ulusun bir parçası olmaya davet eden buyurganlık. Dolayısıyla bu isyan merkeze karşı özyönetim, asimilasyona karşı tanınma talep eden Kürdün ve üniversite kapısında başörtüsünü çıkarma dayatmalarına maruz kalan İslamcının isyanıyla kategorik bir benzeşiklik içinde. Zira Kürdün ve İslamcının itirazında vücut bulan da, tıpkı bugün küçük-burjuvazinin isyanında olduğu gibi, ulus adına egemenlik kullanan bir grubun kendi normlarını herkese dayatmasından duyulan hoşnutsuzluk ve öfke. Bu isyan milli irade merkezciliğine karşı olduğu oranda merkeziyetçi idareye karşı demokratik özerklik talep eden Kürtlere, bir yaşam tarzının savunusu olduğu oranda da İslamcının direnişine kulaklarını açıyor, ellerini uzatıyor ve ortak bir platformu mümkün kılıyor.

İsyana damga vuran bir diğer çizgi ise AKP ‘nin muhafazakâr milletine karşı Mustafa Kemal’in modern milletini öne süren, bir pedagojiye başka bir pedagojiyle cevap veren, rövanşist bir tepkiciliği içinde barındıran Kemalist tepki. Bu isyanda milli egemenlik merkeziyetçiliğine bir itiraz söz konusu değil. Aksine, hedeflenen, milli egemenliğin Amerikan emperyalizminin uşaklarının elinden alınıp gerçek sahiplerine verilmesi. Dolayısıyla Kürt muhalefetinin yerel yönetim taleplerine kulaklarını açan değil, Ne Mutlu Türküm diyene cevabını veren bir tepki bu. Keza İslamcının mağduriyetiyle de özdeşlik söz konusu değil. Nasıl AKP halkçılığı çerçevesinde başörtüsü zulmü zulümlerden bir zulüm değil de evin sahibinin kim olduğu meselesiyse, Kemalist halkçılar içinde kendi yaşam tarzlarına yönelik saldırganlık sadece bir yaşam tarzına değil akla, bilime, normalliğe bir saldırı. Dolayısıyla İslamcı muhalefetle bir özdeşleşme değil ancak hesaplaşma söz konusu olabiliyor bu zaviyeden bakıldığında.

İki tepkiyi birbirinden ayırmak her zaman kolay değil ama mutlaka gerekli ve imkan dahilinde. Zira vatandaşın muhafazakâr halkçılığa isyanı bazı liberal burjuvaların da içinde olduğu bir temel hak ve özgürlük platformundan kendi yaşamı üzerinde söz sahibi olmayı isteyen ve bu anlamda mekânın kullanım-değerini değişim değerine önceleyen bir anti-kapitalist radikalliğe uzanan geniş bir spektrumda olanaklar sunuyor. Gezi parkı komünü bu spektrumun en radikal öğelerini görebileceğimiz bir deneyim olarak radikal siyasi arayışlarımıza yaratıcılık ve cesaret katıyor.

1 Response

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir