Safları Sıklaştıralım – 24 Ekim Cuma Hutbesi

 

Emek ve Adalet Platformu olarak Diyanet’in toplumsal sorunlara ve siyasi meselelere değinmeyen, İslam’ın sermaye lehine ve devlet onaylı yorumunu empoze eden Cuma hutbelerine karşı, her Cuma günü arkadaşlarımızın kaleme aldığı Alternatif Hutbeyi okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.


Elhamdülillâh, hamd âlemlerin Rabbi olan Allah’a mahsustur. Salât ve selâm, adaleti ve zulüm karşısında dayanışmayı öğütleyen Muhammed Peygamber’e ve onun izinden gidenlere olsun.

Aziz müminler, bugün hem dilimize hem yüreğimize değen bir hakikati konuşacağız. Hepimiz emeğini satarak yaşayanlarız. Kimimiz mavi tulumla, kimimiz klavye başında, kimimiz tezgâhtayız. Ortak paydamız alın teri. Karşımızda ise azınlık bir zümre var. Serveti yığan, faizle, rantla, spekülasyonla büyüyen müstekbirler güruhu. Yani burjuvazi var. 

Eğer o “şanslı” (!) azınlıktan biri değilsek, hususen büyük şehirlerde yaşayanlarımız için elimize geçen maişetimiz kirayı dahi zor karşılarken, pazar filesi gün gün hafiflerken, faturalar birikip borçlar insanın gecesini karartan bir gölgeye dönüşürken, Kur’ân’ın adalet çağrısı kulaklarımızda bir kez daha yankılanmanlıdır. “Allah adaleti, ihsanı ve yakınları gözetmeyi emreder; hayasızlığı, fenalığı ve azgınlığı yasaklar.” (Nahl, 90) Öyleyse bugün adalet de zulüm de, ekmeğimizde, kiramızda, yurt ücretimizde, üzerimize giyebildiklerimiz ve giyemediklerimizde, binebildiklerimiz ve binemediklerimizde, yani burjuvazi tarafından el konan ihtiyaç fazlasında aranmalıdır.

Kardeşlerim, Rabbimiz “Birbirinizin mallarını haksızlıkla yemeyin.” buyurur (Bakara, 188). Bu uyarı, yalnız bireysel bir günaha değil, emeği sömüren düzene de yöneliktir. Serveti sayıp yığmayı ilke edinenlere Kur’ân “Vay hâline mal yığıp onu sayanların!” (Hümeze, 1-3) diye seslenir. Çünkü nimeti emanet bilmeyen topluluklar, herkesin payına düşeni sahiplenir, yoksulun hakkını unutur ve elindekini kendi marifeti addeder. Oysa Allah’ın nimetleri kibir için değil, paylaşım ve dayanışma içindir. Yardımlaşma ise asla bir lütuf değil, tam tersi haktır. Maûn sûresi, en küçük yardımı bile esirgeyenleri açık bir biçimde kınar. Duhâ sûresi, “Yetimi ezme, isteyeni azarlama.” (Duhâ, 9-10) diye öğütler.

Sevgili müslümanlar!

Tevhid asla sadece dilimizle “bir” ifadesini zikretmekten ibaret değildir. Tevhid, kula kulluğu toptan reddetmektir. Yani insanın insana tahakkümünü, “kulun kula kul edilmesi”ni bozan bir hakikat ve mücadeledir. Birliğin Rabbine iman edenler, kendi aralarında eşitliği ve özgürlüğü kurmakla da mükelleftirler. Zulmün adı, biçimi, ideolojisi değişir. Elbette her çağda birilerinin alın terine çöken düzenler olagelmiştir. İşte tevhid, tam da bu zulüm sistemlerini görünmez kılan perdeleri yırtar. Eşitliği ve adaleti savunan mücadeleyi öğretir. Hiçbir zulüm ebedî değildir. Tarih kölelikten sömürüye nice düzenin, emekçilerin direnişleriyle geriletildiğini göstermiştir. O halde bizler kendimizi olan bitenleri izleyen birer seyirci olarak değil, bizzat mücadeleyi sırtlayan “özneler” olarak görmeliyiz. Elbette safları sıklaştırmalıyız. Ancak o saf, bizim safımız, borç harç içinde kıt kanaat geçinirken soluyacak bir nefes bulmaya çalışan milyonların safı, hakkı gasp edilen emekçinin safı, yani dayanışmanın ve direncin safı olmalıdır.

Öte yandan kıymetli kardeşlerim, zulüm sadece ekonomik ağlarla örülmez, zihinleri de bağlar. İnsanların sisteme karşı öfkesini, mazlumun feryadını “kader” diye bastırmaya çalışan hiçbir sözün hakikat karşısında bir hükmü yoktur. Bugün Kapitalist çıkar makinesi, “kanaat üretimine” dayalı manevi tahakküm ile ayakta durmaktadır. Düzenin devamlılığı için emekçilere sabır öğütleyen sözümona “kanaat önderleri” emeğin sömürüsünü aklama göreviyle görevlendirilmiş birer memurdurlar. Hâlbuki tevhid, aramızda “üstün” bir sınıf, dokunulmaz bir zümre, eleştirilemez bir otorite kabul etmez. Herkesi hakkın huzurunda eşit kılar ve zulmü meşrulaştıran her türlü istismarı reddeder.

Bir kez daha hatırlayalım. Bizler, hepimiz hayatta kalmak için emek satanlarız. Ancak birimizin kazancı ötekimizin borcuna dönüşürse, orada huzur olmaz. Birimizin evi sıcakken ötekimizin evi soğuksa, orada adaletten söz edilemez. “Adaleti ayakta tutan şahitler olun” (Nisâ, 135) ayetindeki “şahitlik” zannedildiği gibi mahkeme koridorlarında yapılacak bir şahitlik değildir. İşyerinde, fabrikada, plazada, mahallede, pazarda, okulda, tarlada, sandıkta ve sokakta da aynı şekilde geçerlidir. Yoksullardan zenginlere çeşitli yollarla gerçekleştirilen servet transferi son bulmadıkça, kamu imkânları emeğin payını büyütmek yerine azgın bir azınlığın heva ve heveslerine peşkeş çekildikçe Allah’ın bizler için murad ettiği mizan bozulur. Biz ise onu düzeltmek için birleşmeli, örgütlü dayanışmayı büyütmeli, haklarımızı birlikte savunmalı, ranta ve sömürüye karşı birbirimize hakkı ve sabrı öğütlemeliyiz. 

Bu bağlamda “Zayıf bırakılan erkekler, kadınlar ve çocuklar için mücadele etmeyecek misiniz?” (Nisâ, 75) ayeti yürünecek yolu açıkça tarif etmesi bakımından oldukça önemlidir. Benzer şekilde, Kasas suresi 5. ayette ise Rabbimiz şöyle buyurmuştur: “Biz ise o yerde, zayıf düşürülenlere lütufta bulunmak, onları önderler yapmak ve onları (o topraklara) mirasçı kılmak istiyorduk.”

Kıymetli müminler! Rabbimizden niyazımız odur ki, yeryüzünde sömürünün, borcun ve istibdadın esir ettiği değil, emeğin hakkını bulduğu bir topluluk olabilelim. Allah kalplerimize cömertlik, dillerimize hak söz, hayatlarımıza ise direnme gücü bahşetsin. İrademizi kavi kılsın. Borç altında ezileni ferahlatsın, işsizlere helâl rızık kapıları açsın. “Kim zerre kadar bir iyilik işlerse onun karşılığını görür” (Zilzal, 7). Biz iyiliği çoğaltalım ki yüce Allah da rahmetini üzerimizden eksik etmesin. Şüphesiz Allah adaleti ve ihsanı emreder; biz de adaletin şahitleri olarak bir olalım, zulmün her biçimine karşı omuz omuza duralım. Âmin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir