Yoksa Hepimiz Dilsiz Şeytanlardan mıyız? – 5 Aralık Cuma Hutbesi

Emek ve Adalet Platformu olarak Diyanet’in toplumsal sorunlara ve siyasi meselelere değinmeyen, İslam’ın sermaye lehine ve devlet onaylı yorumunu empoze eden Cuma hutbelerine karşı, her Cuma günü arkadaşlarımızın kaleme aldığı Alternatif Hutbeyi okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.


Değerli Müslümanlar,

Pek çoğumuzun kulağına yıllar yılı çalınmış, kimi zaman peygamberimize atfedilmiş olsa da sahihliği tartışmalı; fakat anlamı son derece ağır bir söz vardır:

“Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.”

Bu ifade, zulüm karşısında sessiz kalmanın ne büyük bir vebal olduğunu gösterir. Dünyada ve yurtta her gün şahit olduğumuz tekil yahut sistematik zulüm örneklerini düşündüğümüzde, bu sözü kendi hayatımızda nereye koyuyoruz? Bir haksızlık gördüğümüzde sessiz kalmayı seçerken, kendimizi gerçekten “dilsiz şeytan” olmaya layık mı buluyoruz?

Tarihte olup bitenlerden ve bugün bizzat yaşadıklarımızdan biliriz ki zulmü büyüten çoğu zaman zalimin gücü değil, şahit olanların sessizliğidir. Halklar mazlumun yanında bir araya geldiğinde, omuz omuza durduğunda zulmün şiddetini zayıflatabildiği; hatta durdurabildiği sayısız örnek vardır.

Ne var ki bugün Müslümanların büyük bir kısmı, dini Allah’ın adalet çağrısından koparıp yalnızca ritüeller bütünü olarak görmeyi tercih etmektedir. İbadetlerini eksiksiz yapmayı, Allah’ın rızasını kazanmak için yeterli saymaktadır.

Oysa bu yok sayış, naiflik değil; zulmün sürmesine imkân veren şeytani bir suskunluktur.

Kıymetli arkadaşlar,

Kur’an-ı Kerim’de Rabbimiz şöyle buyurur:

“Size ne oluyor ki Allah yolunda ve ‘Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan şu şehirden çıkar’ diye yalvaran mazlum erkekler, kadınlar ve çocuklar uğrunda savaşmıyorsunuz?”  (Nisa, 75)

Etrafımızda olup biten kötülüklere müdahale etmeden bu dünya sınavını geçip gideceksek, o halde bu ayet kime seslenmektedir? Mazlumun hakkı için savaşacak olan, kendine “mümin” diyenden başka kimdir?

Peygamberimiz, adeta çürümüş bir düzenin içinde adaletin tesis edilmesi için mücadele etti. Allah’ın dinini kabul edenlere dini ritüellerden oluşan bir kurtuluş reçetesi vermedi; ümmetini mücadeleye, yeri geldiğinde hak için zulme uğramaya, aç kalmaya, hatta savaşa ve ölmeye çağırdı.

Kur’an bizlere şöyle seslenir:

“Ey iman edenler! Kendinizin, anne babanızın ve akrabanızın aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutun; Allah için şahitlik eden kimseler olun.”
(Nisa, 135)

Karşımıza alacaklarımız ailemiz ya da en yakınlarımız olsa dahi onların aleyhine bile olsa adaleti ayakta tutmamızı emreden Rabbimizin bu hitabı karşısında bugün nerede duruyoruz?

Bırakalım en yakınlarımızla adalet uğrunda karşı karşıya gelmeyi; bizden hiçbir şey götürmeyecek olsa bile gündelik hayatta gözümüze ilişen küçük bir adaletsizlikten dahi, “belaya bulaşmamak” adına uzak durmuyor muyuz?

Rabbimiz kitabında iyilik yapmaya ve hayır işlemeye en yakınlarımızdan başlamamızı emreder. Öyleyse zulüm ve haksızlıklara karşı durmayı da en yakın çevremizden başlatmak gerekmez mi?

Yakın çevremiz bugün derin bir zulüm sarmalıyla çevrilidir. Memleketin içinden geçtiği bugünlerde düşüncesini söyleyenin susturulduğu, topluma haber götüren gazetecinin yargılandığı; çocuk istismarı vakalarının üstünün örtüldüğü, yeni doğan bebeklerin kirli ticareti oyunlara alet edildiği; kadınların her gün katledildiği, faillerin iyi hâl indirimiyle salıverildiği; yoksulların açlık sınırının altında ezildiği, işçilerin can güvenliği olmadan çalıştırılıp iş cinayetlerinde can verdiği, LGBTİ+’lara nefret kusulduğu bir düzenin ortasında yaşamaya çalışıyoruz.

Dahası, zulme karşı durma iradesi gösterenlerin de en sert biçimde cezalandırıldığına şahit oluyoruz. Geçtiğimiz günlerde MESEM uygulamaları nedeniyle iş cinayetlerinde yaşamını yitiren çocuklar için protesto düzenleyen 16 öğrencinin tutuklandığını öğrendik. Zulme karşı onurlu bir direniş sergileyenlerin iradesinin dahi kırılmak, bu yolla olası yeni direnişlerinin önünün kesilmek istendiğine şahit oluyoruz.

Tüm bu koşullar altında zulme karşı durmak elbette kolay değil; ağır bedelleri var. Ne var ki Peygamberimizin inananları mücadeleye çağırdığı şartlar da hiç kolay değildi. İlk Müslümanlar dönemin iktidar sahiplerinin ağır zulümlerine göğüs gerdiler, nice bedeller ödediler.

Değerli dostlar,

Hepimiz evvelce durup bir düşünelim: 

Allah, şahit olduğumuz zulümler karşısında bizden nasıl bir tutum almamızı murad eder? Yanı başımızda işlenen haksızlıklara susmak, gözümüzün önünde gerçekleşen zulümlere ‘bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın’ diyerek sessizce sırt çevirmek, Rabbimizin bizden istediği adalet şahitliğini terk etmek değilse nedir? 

Rabbimiz bizi, adaleti ayakta tutan; karşısına dikileceği gücün şiddetine rağmen yalnızca Allah için şahitlik etmeyi ilke edinmiş kullarından eylesin.

Âmin.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir