Direnen Ülker İşçileri: Özcan Keleş

“Adım Özcan Keleş. 1985 Trabzon Of doğumluyum. 1996 yılında İstanbul’a geldim. Lise mezunuyum. Beş yıldır evliyim. 3,5 yaşında bir kızım var. Güngören’de oturuyorum. Ülker’e girmeden önce özel güvenlik işinde çalışıyordum. 3 Mart 2010’da Ülker’e girdim. Biz işe 8 saat olarak girdik ama hep 12 saat çalıştık. Bu koşulların en zor kısmı. Gündüz 11,5, gece ise 12,5 saat mesai yapıyorduk. Sadece yarım saat yemek-çay molamız vardı. Dinlenmek için aramız yoktu. Makinelerle yarışıyorduk. Teknolojiye insan ne kadar dayanabilir? Fabrikada sıcak-soğuk ortamı çok olduğu için çalışmak daha ağırlaşıyordu. Haliyle bu şartlarda ailemize pek vakit ayıramıyorduk. Günde 12 saat çalışıyorsun, ortalama 2 saat yolda geçiyor. Toplam 14 saat bu şekilde gidiyor. Eve git yemek ye zaten düşüp bayılıyorsun. Gece vardiyasından çıktığımız zaman daha kötü. Yıllık iznimiz 18 gün idi. 5 senesi dolanlar ise 21 gün izinli. Ama yıllık izni fabrikanın işleyişi müsait olduğu zaman alabiliyorduk. Bir kerede 12 günden fazla izin kullanamıyorduk. Ancak ustanın izni olursa 1-2 gün daha fazla alabiliyorduk. Asgari ücretten 40 lira fazla maaş alıyordum. 12 saat mesaiyi kattığımız zaman 1600 lira falan oluyor. Fakat artık bu şartlara dayanamadık.

Direnişe Giden Süreç

Mevcut sendikadan zaten yıllardır rahatsızdık. Bir faydası yoktu aksine zararı vardı. Fabrikada meslek hastalıkları aşırı çoğalmaya başladı. Dile getirdiğimiz zaman da bize baskı politikası uygulamaya başladılar. Benim için direnişe giden süreç şöyle başladı. Ben burada meslek hastalığından dolayı işitme kaybı yaşadım. Bana keyfe keder rapor alıyorsun diye mesai vermediler. Vardiyaya çevirdiler. 4 ay gibi bir süre tek vardiyada çalıştım. Tabi bu durumu ekonomim kaldırmadı. Daha sonra bizim abilerimiz haklarımızı almak için sendika değiştirmeyi düşünüyoruz dediler. Ben de varım bunlar benim yevmiyemi kesiyorsa en azından hakkımızı savunalım dedim. İlk defa böyle bir girişimde bulundum. Arkadaşlarla görüşmeye, fikir alışverişinde bulunmaya başladık. Şu anki sendikamızın bize önerilerinden dolayı fabrikadaki mevcut sendikayla görüştük. Bu sefer adımız çıktı. Gizli takipler, bizi bir araya getirmemeler, baskılar başladı. 8 kişiyi bir arada fazla durdurmuyorlar, vardiyaları değiştiriyorlardı. Denk gelemiyorduk. Ya yapacağız ya yapacağız dedik yoksa bizi farklı bahanelerle bir şekilde bitireceklerdi. Zaten 3-4 aydır devamlı görüşüyorduk. Son toplantımızda karar alıp 27 Ekim Pazartesi günü DİSK’e geçiş yaptık aynı gün atıldık zaten. Sonra direniş başladı. Bu süreçte ailem beni desteklese de açıkçası başta biraz tedirginlikleri oldu. Sonuçta kiracıyız ve kredilerimiz var. Nasıl yapacağız diye endişeleniyorlardı. İlk başlarda bilhassa eşimle böyle bir sıkıntı yaşıyorduk. Ama buraya gelip ortamı gördükten sonra daha fazla destek verdi. Eşim de çalışıyor fırsat bulduğu zaman buraya geliyor. Hakkı aramak haktır. Ama ne yazık ki ülkemizde emeğinin hakkını arayanları televizyondan vurdulu kırdılı görüp, solcu, komünist, PKK gibi söylemlerle uyutulduk. Şimdiye kadar biz de öyle düşünüyorduk. Ama direnişe girdikten sonra burası bizim için eğitim kapısı oldu. Bütün algıları yıktık. Zaten olması gereken de budur. Dini yönden de böyle. Şu an içerideki arkadaşlar da aynı korkuyu yaşıyorlar. Biz burada onlara aracı olarak bu şeyi kıracağız.

Dışarıda hayat var onu öğrendik

Şahsım adıma şunu söyleyeyim bugüne kadar solcu bölücü, sağcı ise paylaşımcı diye nitelendirilirdi. Burada tam aksine solcu paylaşımcı olmuş, sağcı, dinci kesim ise biraz bölücü. Niye bölücü bizim yaptığımızı günahmış gibi, suçmuş gibi gördükleri için. Öyle olmadığını burada biz daha iyi anladık. Şu an dışardan arkadaşlar gelip burada kaç gündür ne yiyoruz içiyoruz ilgileniyorlar. İçerideki arkadaşlarımız ise selam vermeye bile korkuyor. Direniş bizim için epey öğretici oldu. Her geçen gün bir şeyler öğreniyoruz. Biz de onlara bir şeyler öğretiyoruz. Dini yönden biraz daha bilgimiz var. Gelen arkadaşlarla kavga etmeden, tartışarak bu konuları çözebilmeyi öğrendik. Bizim için faydalı şeyler oldu. Çevremiz genişledi. Dışarıda hayat var onu öğrendik. 5 yıldır burası mahpushane gibiydi. Güneş görmüyorduk. Karanlıkta gelip karanlıkta gidiyorduk. Sistem buydu. Burada hayatın güzelliklerini öğrenmeye başladık. Son olarak demek istediğim hakkı aramak haktır. Ülker devi, o bu devi diye bir şey yok. Düşünsenize işçiler birleşip ülkede bir gün iş bıraksa kaos olur. Aslında gücümüzün farkında değiliz.

Arkadaşlarımıza bunu öğretebilsek, işçiler birlik olsa her şeyin daha güzel olacağını düşünüyorum.”

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir