Kış ve Bahar

Hep baharı beklemekle geçti ömrümüz. Doğu’daki baharlar kadar kısa ve kutup kışları kadar uzundu mevsimlerimiz. Şimdilerde beton yığınları arasında neredeyse kaybolmuş, kadri bilinmemiş mimoza çiçekleri gibi çabucak açılan ve bir çırpıda kaybolan umutlar. Mimoza deyince, yıllar önceye gitti aklım. Hiç bitmeyecek denli uzun bir Şubat’a: 28 Şubat’a. Bir avuç insan, İstanbul Üniversitesi’nin önünde bir protesto eylemine katılmıştık. Akşamdı. Kapkaranlıktı ortalık. Biz ise kimilerince mürteci, kimilerince devlet düşmanı, kimilerinceyse teröristtik. Mizansenler ve aktörler değişse de hiç değişmemişti terimler. Aynı nakaratlar dökülmekteydi devletlûların ağızlarından ve bir çırpıda yankılanmaktaydı sokaklarda, haber programlarında, mahkeme duvarlarında…

Nevruz günleri olsa gerek; bir ateş yakılmıştı ve en azından yüzlerimizi görebilmekteydik. Bir de kenarda kalmış bir mimozanın çiçeklerini. Ateşin üzerinden atlamaktaydık çocukça bir hevesle. Aklımda kalan yüzlerden birisi Şanar Yurdatapan’ınkiydi. Bize, koskoca şehirde bu arsız ve haksız zulme tepki için toparlanabilen birkaç göstericiye destek olsun diye kalkıp gelmişti. İlk kez karşılaşmıştık. Soğuk havaya rağmen sımsıcaktı yüzü. Birden, ellerinde meşalelerle bir grup başörtülü öğrenci belirdi; marşlarla ve sloganlarla. Alışılmış bir şey değildi o yıllarda; hem de gecenin bu vaktinde. Belli ki “devlet dersinde öldürül”memişlerdi. Ve yine belli ki ayakları onları, “solgun bir halk çocukları ayaklanmasının” tam da “kalbine”[1] doğru çekip getirmişti. Ve yine belli ki artık ne devletlûlardan ne de babalarından korkmakta idiler. Bu cesaretleri bizi de yüreklendirmiş, âdeta bir şölene dönmüştü ortalık.

Duygulanmıştım, yaşarmıştı gözlerim. Belki de bu yüzden ertesi sabah sokağın tam köşesindeki mimoza ağacı ile karşılaşmam kalbimdeki bir şeyleri kıpırdatmıştı. O “sarışın” güzelliğini betonlarla kapatmadan birileri, “karaşın”[2] bir ilhamla bir şiir döküldü dudaklarımdan dünyanın bütün mimozalarına dair:

mimoza

bir sürgün gibi duruşunda çarpan kalbimdi benim

ince, boynu bükük; köklerini yitirmişcesine

ada[3]nmak senin yurdun, dört bir tarafın deniz

kalsan da kelebekler gibi sırılsıklam, bir sarnıcın dibinde

 

akasyalar mor bir bayrak açmıştı gökyüzüne

direnmekten sararmış bir leylak parşömeni

çivitlenmiş gözlerin hangi çağdan kaldın sen

yüreğin mavi. yasaklanmıştı oysa erguvan[4] rengi

 

ay ışığı şavkıyor pencerelerin o nahif derinliğinde

alevlenmiş meşaleler yükseliyor bir bildiri gibi gökyüzüne

Spartakist[5] bir ayine dönmüştü şölen; (cariyelerdi beklenen)

özgürlük şarkıları söyleyen kızların yüzlerinde…

Yıllar sonra dönmüştü devran. Sahne değişmişti ama mevsimlerin kaderinde bir değişiklik yoktu. Kışlar yine uzun, baharlar yine kısa, mimozalar yine kayıptı sokaklarda. Bu kez başka birileri için, başka bir mekânda bir toplantıya çağrılmıştım.[6] Gündüzdü ve bir tek yüz vardı tanıdık. Yıllar ondan pek bir şey eksiltmemişti. Yorgun ama sımsıcaktı yine gülüşü Şanar Yurdatapan’ın. Birden o eski günlerin borcunu hatırlamıştım. Kimlere borçlanmıştık; daha sonra görmezlikten gelinen, belki de zulmedilen. Tutuklu gazeteciler için ne yapılabileceği üzerine konuşulmaktaydı. Kış değildi mevsim ama kendimi yalnız ve üşümüş hissetmiştim birden. Kabahat mevsimlerde değildi elbet. 28 Şubat’ın o soğukluğunu, merhametsizliğini, adaletsizliğini ve tekebbürünü yaşamış ama sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi davrananlarda da değildi belki. Devlet böyle bir şeydi işte. Güç ve iktidar; kibir ve tahakküm; hoyratlık ve zulüm… Hazırdı ellerindeki ve dillerindeki repertuvar, söylem ve suçlamalar… Sadece adları değiştirmek yetiyordu. Bilsek ki başörtülüler terörist değil, Erbakan gerici değil, Ahmet Altan Fetöcü değil, Osman Kavala terör eylemlerini destekleyecek birisi değil… Bu bilgilerin “devlet dersinde” bir karşılığı yoktu. Sadece ve hep “solgun çocuklar” vardır devletin karşısında. Solgun olmasalar da soğuk ve izbe duvarlar ardında renkleri soldurulacak çocuklar…


[1] Atıflar Ece Ayhan’ın “meçhul öğrenci anıtı” şiirinedir.

[2] Ece Ayhan’ın “sarışın” seçkinlere karşı ürettiği bir kavrama, telmihen.

[3] Akdeniz adalarının çiçeğidir mimoza

[4] Bizans sarayının hâkim rengi olan erguvan rengi, halka, yani karaşınlara yasaktır.

[5] Roma İmparatorluğuna karşı başkaldıran köle Spartaküs ve arkadaşlarına atfen. Terim, yüz yıl önce Almanya’daki devrimci hareket için kullanıldı.

[6] Mazlumların ve madunların dostu, sevgili Mehmet Atak’tı toplantıyı bana duyuran.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir