Fındık Piyasası Soruşturması 2: Fındık Fiyatlarını Kim Belirliyor?

Fındık piyasasına dair soruşturmamızdaki ikinci konuğumuz alana dair uzun süreli bir saha çalışması yapan Ebru Tekin Bilbil. Boğaziçi Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde “The Politics of Uncertainty in a Global Market: The Hazelnut Exchange and its Production” (Küresel Piyasada Belirsizlik Siyaseti: Fındık Ticareti ve Üretimi) başlıklı doktora tezini 2012 yılında tamamlayan Bilbil’in cevaplarını ilginize sunuyoruz.

Yüz binlerce üreticisi olan ve tüm Karadeniz sahiline yayılmış bir tarım ürünü olan fındık üzerine her yıl hasat mevsimiyle beraber başlayan ateşli fiyat tartışmalarına şahit oluyoruz.

Topraktan yetişip bir tarım ürününden bir sanayi ürününe dönüşen ve dünyayı dolaşarak global bir ürün haline gelen fındığın nasıl bir piyasası var?

Bu soruya fındık piyasası ile ilk tanışmamla başlamak isterim zira 2006’dan 2009 yılına kadar uzun dönem değişimlerine tanık olan bir çalışma oldu. 2006 yılı sonbahar aylarında Boğaziçi Üniversitesi’nde Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümünde doktora programına devam ederken seçmeli bir derste Ayşen Candaş Bilgen hoca ile konuşurken, ‘fındığa baksana’ demişti. 2006’da Türkiye Ziraat Odaları tarafından organize edilen büyük fındık mitingi basında çok ses getirmişti ve neler olduğunu araştırmak ile başladım. Sonrasında değerli tez danışmanım Koray Çalışkan ile yazım aşamasında çok güzel yerlere getirdik doktora tezimi. Ben 2006 yılında saha çalışması için bölgeye Giresuna ilk gittiğimde her zaman olduğu gibi hararetli tartışmalarda aslında fındığın nasıl bir güç aracı olduğunu gördüm. Ziraat odaları temsilcileri ile olan mülakatlarım hararet doluydu. Tüm aktörlerle o zaman tanışma imkanı buldum. İlk başlarda araştırmacı refleksiyle bir liberalleşme hikayesi dinlemeye gideceğimi tahmin ediyordum. Evet, bir liberalleşme hikayesiydi fakat Karl Polanyi’ye referans verecek olursak, çetrefilli, mücadele alanları yaratan bir hikayeydi bu. Fakat bu mücadelenin yarattığı belirsizliğin piyasayı oluşturucu bir araca dönüşme sürecini incelemek ise antropolojik bir çalışmayı gerektiriyordu. Ve Koray hocamın referanslarıyla “piyasa nasıl işler?” noktasında hareket etmeyi gerektirdi. Daha sonra tekrar 2009’da saha çalışması için gittiğimde 6 aydan fazla kaldım bölgede. Fındığı anlayamazsın “fındık yuvarlaktır” gibi muallak ifadeler ve belirsizlik üzerinde çok kafa yordum. Fiyat kısmı bu noktada kilitti. Herkes fiyat belirleme süreçlerini kara kutu, bilinmez, ulaşılmaz görüyordu. Ben de araştırmanın ortasına belirsizliği koydum. Sizin “ateşli fiyat tartışmaları” dediğiniz aslında her piyasada piyasanın oluşturucu faktörü olarak görülürken, fındıktaki bu durum neden farklıydı? Bu sorunun cevabını ararken aslında piyasayı oluşturanın bizzat bu belirsizlik süreçleri ve bunu yaratan yerel (o dönemde) güç unsurları olduğunu anladım. Kısaca, belirsizlik, belirsizliği oluşturan süreçler ve aktörlerin üzerine gidersem sorularıma yanıt alabileceğimi düşündüm. Fındığın nasıl bir piyasası var sorusuna belki de tek cümle ile, belirsiz, çetrefil, mücadele gücü olan diyebiliriz.

Üreticiden itibaren düşündüğümüzde bu piyasanın aktörleri kimlerdir, bu aktörler arasında nasıl bir ilişki ağı vardır?

Tezin yazımı 2012’de tamamlandı. Bir araştırmacı titizliğiyle piyasayı artık çok takip edemesem de hala lisanslı depoculu tartışması devam ediyorsa demek sahada yani üreticinin ürünü piyasa sunma yönteminde çok da bir şey değişmemiş. Benim araştırmam sırasında üreticiler öncesinden tüccarlardan borç alırlar, hasat sonrası fındık bu borç veren tüccarlara gelir ve sonrasında işlenmek üzere tüccarlar fındığı ihracatçıya satarlar. Üreticiler doğrudan da ihracatçıya gidip fındıklarını satabilirler fakat borç ilişkisi üretici-tüccar arasında geliştiği için ön finansmana ihtiyacı olan üretici tüccar ile çalışmak zorunda kalıyor (özellikle fındık üretiminin yüksek olduğu bölgelerde). Bu noktada ortaya çıkan aracı ilişkisi üretim sürecinde ikinci maliyet (aracı maliyeti) yaratıp üreticinin karından götürür. İhracatçı da önceden anlaştığı fiyatla bağladığı fındığın çoğunu yurt dışı piyasasına satar. Fakat 2014 yılında en büyük fındık ihracatçısı (bunlar genelde piyasada fındık kralları olarak anılır) en büyük ithalatçı Ferrero’ya satıldı. Bu piyasa için çok radikal bir değişiklik. Bunun sonuçlarını üretici, ihracatçı ve aracı açısından değerlendirmek gerekir, olumlu tarafları da olabilir, olumsuz tarafları da.

Fındık üreticileri arasında eskiden beri sıkça dile getirilen söylemlerden biri dünyada en çok ve en kaliteli fındığı Türkiye üretmesine rağmen fındık borsasının Almanya’da olduğu ve fiyatın burada belirlendiğidir. Bu söylem ne derece gerçekçidir?

Saha çalışması sürecinde üreticiden, tüccara, ihracatçıdan ziraat odalarına birçok piyasa aktörüyle katılımcı gözlemler yapma imkanı bulmuştum. O dönemde fındığın borsası Hamburg’ta diyorlardı. O dönemde yine Hamburg’a bir seminer için gittiğimde, bu borsa neredeymiş bir de onlarla konuşayım demiştim. Evet, bir Hamburg Borsası var fakat ithalatçıların temsil edildiği bir birliğin ötesinde bir kurum değil. Evet, etkili bir kurum çünkü Türkiye piyasasındaki tüm fındığı alabilecek finans ve talep yaratacak aktörleri temsil ediyor fakat fiyat oluşturucu bir kurum değil. Etkili olma noktası fındık ihracatçısıyla olan ilişkileri. Bunlar kısa telefon görüşmelerine dayanan pazarlıklar. Yine Paris’te etkin 2 broker’la da görüşmüştüm. Sürekli Türkiye’deki ihracatçılarla irtibat halindeler fakat fiyat şu olsun deme gücüne sahip değiller. Bu Hamburg Borsası hikayesinin metoforik olarak doğru olduğu iki nokta olabilir. Birincisi, Ferrero en büyük alıcı ve fındık kralı da en büyük satıcı ise bunlar arasında ön pazarlıklar ve tahminler üzerine taahhüt edilen fiyatlar olabilir. Bu noktada eğer taahhüt edilen fındık fiyatı hasat sonrası piyasada düşük kalıyorsa ihracatçı kısa dönemli manipülasyonlar yapabiliyor. Buna imkan veren fındıkta rekolte belirsizliği, arz-talep dengesini kuran bir kurumun olmaması ve üreticinin direniş gücü olarak özetlenebilir. Bu noktada fiyat yine yerel faktörler (o dönemde) ile şekilleniyor.

Peki, bugün fındık fiyatları nasıl ve kimler tarafından belirleniyor?

Fiyatın ithalatçı-ihracatçı arasındaki ön pazarlıklarla şekillendirilmeye çalışıldığını fakat bu fiyatın hasat dönemi yukarıda bahsettiğim sebeplerden değişebildiğini gördüm. Fakat Ferrero’nun piyasada en büyük alıcı ve en büyük satıcı olduğu bu dönemde nasıl şekillendiğini yeniden incelemek gerekir.

Neo-klasik iktisatta telkin edildiği üzere fiyatın arz ile talebin kesiştiği noktada ortaya çıktığını söyleyebilir miyiz?

Fiyatlar birçok piyasada arz-talep dengesi üzerinden değerlendirilir. Fakat bu dengeyi değiştiren güç ilişkilerini de göz ardı etmemek gerekir. Mesela ithalatçı her zaman düşük fiyat ister fakat fiyatı manipüle etmesi için yerel güçlere ihtiyacı vardır. Bu noktada ihracatçılar ile işbirliği yapar. Findıkta yüzde bazda değil nominal bazda karlar olduğu için ihracatçı fiyattan çok ihracat miktarının artmasını ister. Bu noktada ithalatçı ile işbirliği içindedir. Diğer bir örnek ise, ziraat odalarıdır. Bunlar üretici tarafındaki güç unsurlarıdır. 2006 mitinginde çok güçlüydüler. Fakat miting sonrasına tekabülün eden dönemlerde Ziraat Odalarının üreticiden tahsis ettiği ödenekleri kesildi. 2009 yılında da ödenek sistemi tekrar geri getirildi fakat piyasada fiyat serbestleşmesi de o döneme denk geldi. Serbestleşme bu noktada Fiskobirlik ya da (sonradan Fiskobirlik yerine devlet adına fındık alan) TMO piyasayı regüle etme adına fındık alan güçlü bir aktörün ortadan kalkması ve fındık fiyatının tamamen serbest piyasada oluşması olarak söyleyebiliriz. Ziraat odaları fiyatın serbestleşmesi noktasında buna karşı çıkmada çok zayıf kaldı. Dolayısıyla, güç dengeleri fiyat oluşumunda çok etkili diyebiliriz.

Fiyatlara dair tartışmalar sırasında arz-talep dengesini imleyecek şekilde her sene farklı odaklar arasındaki rekolte savaşlarına şahit oluyoruz. Bu durum da aslında piyasanın kişiler dışında daha farklı faillikler taşıyan aktörleri olduğunu düşünürüyor. Bunlardan ilk akla gelenleri; rekolte, randıman ve emanet sistemi. Piyasadaki bu başat unsurların konumlarını nasıl tanımlayabiliriz? Aktörler arasındaki güç ilişkileri bağlamında ne tür etkilerinden söz edilebilir?

Yine saha çalışmasında rekolte tespit komisyonlarının saha çalışmalarına da katıldım. Bu komisyonlar özellikle 2006 yılı krizinden sonraki belirsizliği ve rekolte tahminlerinin daha net bir şekilde yapılması için oluşturuldu. Piyasadaki tüm aktörlerin katıldığı bu komisyon bazı matematiksel hesaplarla o sene ortalama ne kadar fındık hasadı olacağını tahmin etmeye çalışır. Alanında uzman kişilerin fikirleri ve tecrübeleri de alınır. Fakat bu tahminler belirsizliklere dayanır. Bir fındık bahçesinde bir ağaç çok iyi fındık verirken diğeri vermez. Burada çok etken ortaya çıkar, bahçenin konumu, ağaçtaki dal sayısı, ocaktaki dal sayısı, çotanak sayısı. Benim de uzmanı olmadığım alanlar ama değişkenler çok. Ben tezimde bir belirsizlik ayrımı yaptım, müdahale edilemeyen (doğal unsurlar, don olayı mesela) bir de müdahale edilen (fiyat, rekolte tahmin vb) belirsizlikler. Sonuç noktasında yıkıcı belirsizlikler üzerinde durdum ki bu noktada temel geçim kaynağı fındık olan üreticiler zarar görüyor. Diğer bir deyişle, piyasada güç unsurları tarafından inşa edilen belirsizliklerin bu belirsizlikleri yaratmada ya da yönetmede herhangi bir gücü olmayanlarca nasıl yıkıcı sonuçlar doğurduğu, mesela gündelik belirsizlikler, üretim kaygısı, geçim zorluğu gibi, ortaya koymaya çalıştım. Rekolte tahminleri gibi emanet sisteminin de getirdiği belirsizlikler söz konusu olabiliyor. Üretici-tüccar ilişkisinde üretici topladığı fındığı stoklama imkanı olmadığı için fındığı emanet olarak tüccara veriyor. Bu emanet fındığın zamanla piyasaya sürülmesi ile piyasada çok dalgalı olmasa da fiyat değişimleri olabilir.

Piyasada artık bugün pek esamesi okunmasa da uzun bir dönem fındık piyasasının önemli bir aktörü olan ve bugün ara ara bir çözüm olarak hatıra gelen bir kooperatif deneyimi de var. Tarım üreticileri için kooperatiflerin önemli deneyimler olduğunu biliyoruz. Fındık özeline geldiğimizde Fiskobirlik üzerinden süreç içinde nasıl bir kooperatifçilik deneyiminden bahsedilebilir? Neden bu deneyim başarısızlıkla sonuçlandı?

Kooperatifler tarımın temeli olduğuna dair binlerce akademik ve ticari araştırma çıktısı bulabiliriz. Daha sonra TMO devreye girse de Fiskobirlik’in devreden çıkarılması piyasa düzenleyici, ürünü bilen, tekil ve yerel bir aktörün saf dışı edilmesi ile sonuçlandı. (Siyasi dinamikleri de vardı tabi, o dönem ki Fiskobirlik yönetiminin CHP tabanlı olması gibi). Bu yerel aktörün saf dışı edilmesi noktasında üreticinin daha da yalnızlaştığı söylenebilir. Fiskobirlik kısmen fındık alımlarına devam eden bir kurum olsa da düzenleyici gücü kırıldı. Üreticinin mücadele alanları daha çok tüccar ve bankalar üzerinden gelişti ve bu da hepimizin neo-liberalleşme süreci olarak eleştirdiğimiz koşulları betonlaştırdı. Fiskobirlik’in sorunsuz bir kooperatifçilik mantığı ile hareket ettiğini söyleyemeyiz belki, burada yıllardır süregelen hantallaşmış, kireçlenmiş bir kurum mantığı görüyoruz. Bunu sadece Fiskobirlik’te değil birçok devlet kurumunda görebiliriz. Karar alma mekanizmalarındaki path-dependency yani geçmişte alınan kararların sorgulanmadan uygulanmaya devam etmesi. Oysa piyasa anlık işleyen bir alan. Evet piyasa mantığını eleştirebilirsiniz. Fakat ben tezimde hiçbir zaman salt kooperatifçilik anlayışını savunmadım. Piyasanın kendini işler haline müdahale etmek değil, düzenlemek olarak bakabiliriz. Fiskobirlik ihracatçılar tarafından bir “karşı” taraf olarak görülürken bunun Fiskobirlik tarafında bir rakip ve müdahaleci güç olarak değil düzenleyici bir piyasa işbirlikçisi olarak çalışması mümkün olabilir miydi diye sormak gerekir. Keza belirsizlik ve risk süreçlerinde kurumlar kendi taraflarına (mesela üreticiye) fayda sağlamak niyetine piyasa mekanizmalarını alt-üst edici kararlar aldıklarında o kararlar bırakın üreticiye hiçbir piyasa aktörüne fayda sağlamıyor. Nisan 2004 tarihinde fındığı don vurduğunda hasat çok zarar görmüştü, tabi düşük rekolte neticesinde fiyat yılların en yüksek seviyesini bulmuştu. Bir yıl sonra Fiskobirlik bu fiyatı referans alıp fiyat belirleme yoluna gidince Fiskobirlik’in bu fiyatlandırması kurumun da piyasada etkinliğini kaybetmesine sebebiyet veren bir unsur oldu. Bu fiyatlandırmada piyasa mekanizmaları ki burada arz-talep tabi ki devreye girmesi gerekirken, güç ilişkileri piyasayı bozucu hale geliyor.

Sizin de söylediğiniz gibi 3 yıl önce Türkiye’nin en büyük fındık ihracatçısı olan ya da diğer bir deyişle “Fındık Kralı” olan Oltanlar şirketinin Nutella adlı ürünüyle tüm dünyada bilinen Ferrero adlı İtalyan şirketi tarafından satın alınması sonrasında piyasadaki hakim pozisyonuna geldiği ve fiyat konusunda tek belirleyici olduğu söyleniyor. Bu anlamda fındık piyasası için en doğru tanımlama ne olabilir?

Evet, salt neo-liberal piyasa örneği olarak yorumlamak mı gerekecek sesli düşünüyorum. Ben tezimi yazarken “fındık piyasasında küresel aktörlerin doğrudan lobi gücü yoktur” gibi bir ibare vardı fakat şu anki durum çok farklı olabilir. Bu noktada yine şeytanın avukatlığını yapmak istiyorum. Yıllar bazında, Fiskobirlik ve devletin pasif olduğu dönemde, fındık fiyatlarını incelersek fiyatların arttığını görebiliriz. Ben bu noktada fındık dikim alanlarının kısıtlandırılmasının bir etkisi var mı diye düşündüğümde bir analiz yapma ihtiyacı duydum. Buna göre, fındık alanlarında anlamlı bir azalma olmadığı halde ortalama fiyatlar ile en düşük serbest piyasa fiyatı artış göstermiştir. Bakınız: Tablo

2008 2009 2010 2011 2012 2013 2014 2015
Alan 663 642 667 696 701 702 701 712
Verim 121 78 90 62 94 78 59 92
ortalama fiyat $/kental 482 631 634 792 581 740 1288 913
Serbest Piyasa en düşük (TL/kg) 3,3 2,4 4,1 3,6 3,85 3,9 8,8 16,35
Kaynak: http://www.giresuntb.org.tr/pagination.php?DSN=6&DA=PiyasaAnalizleri#images/PiyasaAnaliz/PiyasaAnaliz2015_2016/14

Bugün tarım ürünleri arasında ülkenin en önemli ihracat kalemi olan fındığa yönelik olarak dünden bugüne devletin politikalarına dair neler söylenebilir? 2009’dan beri tamamen özel şirketler tarafından yönetilen bir piyasadan bu yıl itibariyle ciddi şekilde TMO’nun tekrar fındık alımına başladığını görüyoruz…

Karadeniz coğrafyasındaki tütün ve diğer tarım ürünlerine üretim kotaları getirilmesi neticesinde fındık üretim alanlarının artması ile fındık ihtiyaç fazlası üretilir hale gelmişti. Bu noktada ürünün değerlendirilebilmesi için düzenleyici bir aktörün gerekliliği kaçınılmazdır. TMO, Fiskobirlik’in devre dışı kalmasıyla (daha doğrusu tekil düzenleyici aktör olma özelliğini kaybetmesinin ardından) devreye girdi. Bu hem Fiskobirlik’e doğrudan müdahale edemeyen merkezi hükümetin hareket alanını genişletti hem de devletin fındık alımlarını piyasa mekanizmalarına daha uygun hale getirildi.

Fındıkta fiyat tartışmaları devam ederken, devletin açıkladığı rakamların üretici tarafından düşük bulunduğu söylendiğinde Ankara’dan Tarım ve Hayvancılık Bakanı’ndan fındık üreticisi için zaten bahçesinin yanına yılda bir uğruyor, ürünü de kendi toplamıyor toplattırıyor fiyatın daha ne kadar olmasını bekliyordu şeklinde bir eleştiri geldi. Bu bağlamda Türkiye’de göç, şehirleşme, tarım politikaları da göz önünde bulundurularak fındık üreticisi için nasıl bir çiftçilik tanımı yapılabilir?

Fındık üreticileri ile olan katılımcı gözlemlerimde onlarla bahçelerinde sofralarında paylaştığım sohbetlerinde temel geçim kaynağı fındık olan üreticilerin çok ciddi mağduriyetler yaşadığını gördüm. Kendini rençber olarak tanımlayan üreticilerin hem doğrudan hem de dolaylı yollardan desteklenmesi gerektiğini düşünüyorum. Genel olarak tüm fındık üreticilerini kategorize etmeye haddim olmadığını düşünüyorum. Fakat tek geçim kaynağı fındık olan üreticileri korumak gerek. Aylarca kaldığım fındık üretim bölgelerindeki köylerde onlarca üretici ile karşılaştım ki tek geçim kaynakları fındıktı.

İşin üretici boyutuna gelmişken, toprak sahiplerinin fındık fiyatlarının düşüklüğünden şikayet ederken ortaya koydukları çeşitli maliyet hesapları olduğunu gördük. Bu hesaplardaki en büyük masraf kalemini fındığın toplatılma maliyeti oluşturuyor. Yani aslında çok büyük orandaki toprak sahibi çiftçinin mahsulü bahçeden çıkarabilmek için dışarıdan iş gücünden yararlanması gibi bir durum da var. Burada nasıl bir işveren-işçi ilişkisinden bahsedebiliriz? Fındık toplayan günlükçü ücretlerinin bölgeden bölgeye değişebildiği ama her sene bir nebze arttığını da görüyoruz? Günlükçü zaviyesinden mesele nasıl değerlendirilebilir? Çeşitli bölgelerde piyasada iş göçüyle de karşılaşıyoruz. Kürt ve Gürcü işçilerin mevsimlik işçi olarak Karadeniz’e geldiklerini görüyoruz. İşin bu boyutuna dair ne tür problemlerden bahsedilebilir?

Fındık toplama işi tamamen emek yoğun bir iş, mesela ben o kadar bahçe gezdim en fazla 10 dk. fındık toplayabildim. Sen gel içeride otur dediler, herhalde baktılar beceremiyorum J. Fındığın en zor yanlarından biri de bu. Tabi eski zamanlarda aileler kalabalıkken ve imece usulü yaygınken hem neşeli hem de eğlenceli bir iş olan toplama işinin günümüzde kendi işçilerini yarattığını görüyoruz. Bu noktada fındık piyasasının yeni bir sınıf yaratacak kadar güçlü olduğunu söyleyebiliriz. Tabi Kürt işçilerin dere kenarlarında kurdukları ve un ve sudan pişirdikleri hamurlar dışında bir beslenme kaynağı olmadan, saatlerce süren yolculuk sonrası Karadeniz’e gelmelerini yine kendi topraklarında kaybettikleri tarımsal üretime bağlayabiliriz. Tükenen her tarım ürünü yeni maduriyet alanları ve sınıflar yaratıyor. Tarımsal üretimden turizme dönen de var, tarım işçisine de. Burada tarım işçisini azımsanması değil onların korunması gerektiğini söyleyebiliriz. Fındık özelinde sadece toplama işçilerini çalışan birçok araştırma var, onlara bakmak gerekir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir