Egemenlere Yönelmeyen Her Öfke Eksiktir

13 Mayıs günü Boğaziçi’nde BİSAK’ın düzenleyicisi olduğu etkinlikte konuşmacı olan Nureddin Yıldız’ın kadın düşmanlığı ve istismarı meşrulaştırdığı gerekçesiyle etkinliğin iptali için eylem yapan öğrenciler yoğun polis şiddetine maruz kaldılar. 97 arkadaşımız gözaltına alındı, sonraki gün ise 6’sı tutuklandı. Verdiğimiz mücadelenin sonucunda tüm arkadaşlarımızı aldık. Bu gündeme dair analizimizi ilginize sunuyoruz.


Egemenlere yönelmeyen öfke eksiktir ve hedefine dokunmaktan acizdir. Egemenler; sermaye sınıfı, bu sınıfın çıkarlarına hizmet eden devlet ve topluma yayılmış olan erkek egemen zihniyettir. Durmadan kültür ve ideoloji yaratan, farklı araçlardan kendi kurdukları tahakkümü güçlendirerek sürdürmeye çalışan egemenler yok edilmedikçe herhangi bir eşitlikten ve özgürlükten bahsedilemez. Egemen sınıf ve hakim ideoloji, tıpkı küresel muadilleri gibi, kendi varlığının çıktısı olan ve kendisini hedef alma potansiyeli taşıyan toplumsal öfkenin yönünü saptırmak adına toplumu kültür kamplarına bölmekte ve öfkeyi toplumsal ayrışmanın kültürel veçhelerine sıkıştırmaktadır. Oysa bizim öfkemiz toplumu kültürel ayrışmalara dayalı, baskı ve istismar ile dönüştüren egemen ideolojisinedir. Kültürün toplumsal hayattaki belirleyici konumu, materyalizm iddiası taşıyan siyasal yapılar tarafından, ancak mevcut güç rejimi içerisinde üstlendiği rol ile anlaşılmalıdır. Kültür ve kültürel çatışma, toplumun sevk ve idaresine dair işlevselliği ve karakteriyle birlikte teşhir edilmedikçe egemenlerin elinde işçi sınıfını kendi çıkarları için kullanabilmesinin aracı olarak var olur. 

Özellikle AKP rejiminin yürüttüğü siyasetin bir parçası olarak, egemenlerin sebep olduğu öfkenin yönünün sürekli kültürel odaklı meselelere indirgenmesi ve tahakküm ilişkilerinin konu dışında bırakılması yönetici sınıfın siyasi olanaklarını genişletmek için maharetle kullandığı bir yöntemdir. Merkez siyaset ekseni haline gelen muhafazakar-seküler kamplaşmasının muktedir tarafı olan muhafazakar kampın temsilini AKP üstlenirken hegemonyanın iktidar alternatifi olarak sunduğu  seküler kampı ise CHP temsil ediyor. Fakat bu iki siyaset bu temsiliyetler dışında sınıfsal mahiyetleri ve ürettikleri patriarkal kodlar bağlamında birbirlerinden ayrışmıyorlar. Bu kültürel kutuplaşmanın iki tarafı da farklı kılıflarda sermayenin ve ataerkinin çıkarları doğrultusunda hareket ederken toplumsal öfkenin gerçek müsebbibi olan patriyarka ve kapitalizm ise tartışmaya dahi konu olmadan gözden sıyrılıyor.

Nureddin Yıldız olaylarına dair bizim gözlemimiz, sahadaki haklı ve muhatabına yönelme cüreti göstermiş öfke, hem sosyalist kurumlar hem de iktidar tarafından sürekli olarak kültürel çatışmanın meselesi haline getirilmeye çalışılmaktadır. Bizce Boğaziçi öğrencisinin Nurettin Yıldız’ın Boğaziçi Üniversitesinde konuşmacı olmasına karşı olmasının gerekçeli sebebi, Nureddin Yıldız’ın söylemleriyle yeniden ürettiği patriarkal kodlar ve kadınlara hayatı eşit ve özgür yaşanılamaz kılan lafzın tekrarlayıcısı ve sahiplenicisi olmasıdır.  Bu sebepler her türden kültürel kılıfa girebilir. Nureddin Yıldız, seküler ve “ilerici” kültürü kuşanarak da bu değerleri üretiyor olabilirdi, ki Türkiye’deki seküler kamp tam olarak da bunu yapıyor. Bizlerin derdi Nurettin Yıldız’ın “şeriatçı” olmasıyla değildir. Nurettin Yıldız’ın şeriatı, adaleti emredip erkeklerin kadınlar üzerindeki tahakkümüne karşı konuşabilirdi. Bizlerin derdi Nurettin Yıldız’ın yeniden ürettiği erkek egemenliği iledir. 

Alanda belirli sosyalist kurumlar, kendi siyasetlerinin bir parçası olarak söylemi doğrudan “Şeriate, faşizme, karanlığa geçit yok” sloganına indirgemiş, baş düşmanı şeriat olarak göstermiştir. Biz bu söylemin yukarıda bahsettiğimiz şekliyle iktidarın yarattığı kültürel kamplaşmanın bir parçası olarak görüyor ve gerçek düşmanı, patriarkayı, örttüğünü düşünüyoruz. Yine bu kurumlar tarafından ısrarla kullanılan “ileri” yani aydınlanmacı-seküler, “geri” yani muhafazakar-müslüman çağrışımlarıyla siyaset yapmayı hedef şaşırtma olarak değerlendiriyoruz ve bu ayrımı kabul etmiyoruz. Bizce tarihsel materyalist bir perspektiften, ileri ve geri denklemi yalnızca patriarkal-kapitalizm ve sosyalist-feminist devrim ile kurulan bağ üzerinden okunmalıdır.

Bu sosyalist kurumlardan Türkiye İşçi Partisi kültürel kamp stratejisini sarıklı bir hoca görselinin üzerine yumurta koyarak ve propagandasını bu görseli öne çıkarmaya çalışarak sürdürmüştür. Bu indirgemeci ve ayrımcı yaklaşım egemen söylemin derinleştirdiği yapay ayrışmayı yeniden üretmektir. Yaratılan islam düşmanlığında ve ayrımcılıkta bir beis görülmemekte, üstüne bu alan körüklenmektedir. Peki TİP bu gündemdeki siyasal pozisyonu ve faaliyeti ile ne murat etmektedir? Alanda bu temsili düşmanlıklara sarılan gençler parçaları olduğu işçi sınıfı için mücadele etmeye mi yakınlaşmaktadır? Açıktan ayrımcılık üretilmekte veya ayrımcılığın üretilmesine alan açılmaktadır. Bugün kendi politik hafsalasında müslümanlığın yer edindiği bir genç bu gündeme nasıl dahil olacaktır? Kadın düşmanlığı üzerinden başlayan gündemin aksı, örgütlü bir siyasetle farklı bir ayrımcılığı beslemeye kaydırılmaya çalışılmaktadır. Mücadele bu hattan örgütlenmeye çalışılınca hedef gösterilen yine kadınlar ve göçmenler olmaktadır. Sosyalist-feminist bir perspektiften yoksun ve iktidarın kültür kamplarına yedeklenmiş bir siyasetin sonucu, BİSAK’taki kadınları düşman bellemeye, hedef göstermeye, spesifik olarak göçmenlerin göçmen kimliğine saldırmaya gitmektedir. Yazıktır ki popülizm uğruna bu ayrımcılığa alan açılması dert edilmemektedir. BİSAK’taki birçok kadının hedef gösterilmesi dert edilmemektedir. Şeriatın arkasındaki patriarkal bağlar görmezden gelindiğinde, düşman safi şeriate indirildiğinde yaşanacak şey de budur.

Bugün kültür kamplarına sıkışan bu sosyalist siyasetin birlikte siyaset yapmaya cüret edemediği kadınlar, egemen ideoloji ve onun tanzim ettiği alanlarda siyaset yapmak dışında örgütlü bir alternatife sahip değiller. Müslüman kadınlar, iktidarın düzenlediği alanlar dışındaki siyasi alternatiflerde ayrımcılığa maruz kalıyor, kimliksel kaygılar yaşamak zorunda bırakılıyorsa ve kendilerini var etme imkanını sadece iktidarın açtığı alanda buluyorlarsa, oradaki öznelere parmak sallamak, hedef göstermek ve ayrımcı söylemlerde bulunmak kapitalizmin erkek egemen söylemlerini yeniden üretmektir. İki yüzlülüktür. AKP ve AKP’yle iş birliği içerisindeki Müslüman siyaset yapan STK’ların kadın kolları kadınlara sosyal ve ekonomik ihtiyaçları için alan açmakta, bu alanlardan onları kendi siyasetlerine yedeklemektedir. Nitekim BİSAK da benzer bir örgütlenme faaliyeti yürütmektedir. Bizim bugün en temel görevlerimizden biri, sınıfı bölen bu siyaseti aşarak her kamptan insanı devrim ve sosyalizm uğruna savaşacak bir bütün haline getirmektir. Bizler çalışma saatlerinde namazına izin verilmeyen, oruçlu bir şekilde saatlerce çalıştırılan işçilerin, her gün bedenleri üstünde tahakküm kurulmaya çalışılan özneliği tanımayan kadınların, hayatlarıyla tehdit edilen hedef gösterilen LGBTİ+’ların ve beraber toplumsal hayatı paylaştığımız her bir mustazafın omuz omuza vereceği bir mücadele olmadan bu iktidarın çarkını kıramayız. İşçi sınıfını, ezilenlerin safını bölen her türlü etkeni ortadan kaldırmayı amaçlamadan vereceğimiz her mücadele, patriarkal kapitalizme gerçek bir zarar veremeyecektir. Sermayedar erkekler bir bütün olarak bizim üstümüzde tahakküm kurma yolları arıyorsa, bizler de bir bütün olarak karşılarına dikilecek, hesap soracak, bu düzeni onların başına yıkacağız.



Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir