“İslam, Sosyal Adalet ve Barış” Paneli

SAHİ-Der ve Anti Kapitalist Müslümanlar, İnşa Kültürevi ev sahipliğinde düzenledikleri “İslam, Sosyal Adalet ve Barış” paneline bizi de konuşmacı olarak davet ettiler. Arkadaşımız Sevgi Alkan’ın sunduğu bu konuya dair ortak metnimizi ilginize sunuyoruz. Panelin örgütlenmesinde emeği geçenlere teşekkür ederiz.


“İslam, Sosyal Adalet ve Barış”

Bunlar çok büyük kavramlar. Zamansız, mekansız, evrensel ilkeler gibi duyuluyorlar, böylesine tek tek kullanılınca. Fakat bizi buraya toplayan ve bu üç büyük kavramı bir araya getiren somut bağlamı aslında biliyoruz. Dolayısıyla daha gerçek, somut ve güncel adını koyarak başlayalım konuşmaya, biz bu konferansı şu şekilde anlamlandırıyoruz: Türkiye’deki anti demokratik uygulamalarla birlikte düşününce, Kürt halkının 100 yıllık cumhuriyet düzenindeki sömürüsünde Müslümanlar olarak nerelerdeyiz, nasıl bir siyasi öznelikten bahsediyoruz; ne yapmalıyız?

Dolayısıyla İslam, Sosyal Adalet ve Barış kavramları arasında, soyutlama düzeyinde bir teorik tartışmadansa; yakıcılığını koruyan “barış ihtimali” üzerine değerlendirme ve önerilerimizi sunacağız burada. Paneli organize edenler bu konuyu yalnızca geniş bağlamında değil, Müslümanların da gündemindeki özgünlüğünü vurgulayarak bir çağrıda bulunmuş, bunun için de emeği geçenlere teşekkür ederiz.

Şu an AKP-MHP iktidarının başlattığı, milli kardeşlik gibi ifadelerin çokça yer aldığı ve hedefine “terörsüz türkiye” gibi bir hayali yerleştirdiği sürecin içindeyiz. Bu süreçte Kürt Özgürlük Hareketi mücadelenin silahsız bir aşamada yürütülmesi konusunda net karar aldığını, başka bir örgütsel ve siyasi düzlemde mücadele ve müzakereye devam edeceklerini açıkladı. Barış ve Demokratik Toplum inşası, Kürt Özgürlük Hareketi’nin birbirinden ayırmadan talip olduğu, Türkiye’nin hem iç hem dış siyasetine sirayet eden çeşitli önermeleri ve talepleri içeriyor. Buna karşın “Terörsüz Türkiye”ciler Cumhurbaşkanı rakibi olarak İmamoğlu ve akabinde yüzlerce genci tutuklamaya yönelebiliyor, sokakta mücadeleci bir gazeteci dövülerek öldürülüyor, Rojin Kabaiş cinayeti aydınlatılmıyor, sosyalistlere karşı ceza ve tutuklamalar sürüyor, Filistin dostları derdest ediliyor, 11. yargı paketiyle “genel ahlak” bahane edilerek yasal düzlemde insan hakları hiçe sayılıyor.

10 yıl sonra tekrar gündeme gelen “süreç” başlangıcı, bir öncekine nazaran başka denklemler üzerinde inşa olmuşa benziyor. Toplumsal dinamikler, Türkiye içindeki sıcak çatışma, Kürt halkının doğrudan talebi olarak barış arayışları, bir önceki çözüm sürecinde daha belirleyici bir konumdaydı. Dolayısıyla toplumsal tabanın daha büyük bir ilgisinin ve etkisinin olduğu bir süreçti. Bugünse daha çok kapalı kapılar ardına, bürokrasiye ve siyasi elitler arasında cereyan eden bir müzakere süreci var gibi duruyor; ve temel belirleyen ise emperyalist paylaşım süerçlerinde denklemlerin değişmesi, Türkiye Cumhuriyeti’nin Orta Doğu’daki hegemonya ilişkilerindeki yeni arayışları. Yani, içeriden, toplumsal bir baskının ve taleplerin ateşlediği bir süreçten ziyade, AKP-MHP’nişn uluslararası hegemonya ve iktidarda kalma arayışlarının stratejik adımları olarak Kürt Halkı’nın mevcut temsilcilerini muhatap alması ile karşı karşıyayız.

Ancak bugünün hal-i pür melali ortada. Ne ilk çözüm süreci ardından demokratikleşmiş bir Türkiye’den, ne de bu konuda ümitvar bir atmosferden bahsedebiliriz. Öte yandan başta Kürtler olmak üzere Cumhuriyetin Kurucu kodları olan ırkçı, aydınlanmacı, ataerkil ve kapitalist düzene karşı baş kaldıranların adil toplumsal düzen arayışı sürmekte. Bugün için “onurlu barış” talebini Kürt halkının tüm bu karşılaşma alanlarına dair öne çıkan talebi olarak görüyoruz.

Halkların, bilhassa Kürt halkının arzusu, yüzeysel bir çatışmasızlık durumundan ibaret değildir; bu, mücadelenin başından beri altı çizildiği üzere “onurlu bir barış”tır. Bu barışın koşulları; Kürtlerin siyasi alanda demokratik olarak var olabilmesi, kültürlerini baskı altında kalmadan yaşatabilmesi, tüm diller gibi Allah’ın ayetlerinden olan kendi dillerinde eğitim hakkına sahip olabilmesi ve etnik kimliğini bir Türk ile eşit bir yurttaşlık zemininde, tüm veçheleriyle benimseyebilmesidir. Bu şartlar tesis edilmeden, onurlu bir barışın varlığından söz edilemez.

Bu ülkede barış söylemi, uzun yıllar boyunca neredeyse sadece Kürt meselesine özgülenmiş bir başlık olarak ele alındı. Hiç şüphesiz, Kürt halkının yok sayılan siyasi iradesi bu tartışmanın tam merkezinde durmaktadır. Fakat şu da bir gerçek ki, Kürtlere yönelik sürdürülen “inkâr ve imha” siyasetinin yarattığı “savaş atmosferi,” sadece Kürtleri değil; tüm halkların emekçilerini, yoksullarını, gençlerini ve kadınlarını da derin bir “sömürü ve baskı düzeni” altında esir almaktadır.

Çünkü savaşın, yalnızca coğrafi sınır hatlarında yaşanmadığının farkındayız. Savaş; eğer Sur’da yankılanan tank sesi, Cizre’de bodrumlarda yok edilen hayatlar, Roboski’de gökten yağan bombalar ise; aynı zamanda büyük şehirlerde sermayenin rant politikalarına kurban giden göçmen işçi, güvencesiz bir geleceğe terk edilen genç, kadın ve lubunyaların hayatına kasteden eril şiddettir. Bu açıdan bakıldığında savaş, sadece kırsalda değil; atölyelerde, kampüslerde, sokaklarda, kısacası devletin resmi ideolojisi konumunda olan “patriarkal kapitalizm”in hakim olduğu her alanda tüm şiddetiyle sürmektedir.

Dolayısıyla barış da, hiçbir koşulda “yalnızca silahların susması” olarak anlamlı değildir. Eğer iktidar sahiplerinin değil de “halkın barışı”nı hedefliyorsak, bu barış ancak ve ancak yaşamın her alanında –evde, fabrikada, okulda, camilerde, ibadethanelerde ve sokakta– somut olarak hissediliyorsa gerçektir. Bunun aksi, yalnızca muktedirlerin dönemsel çıkarlarına hizmet eden “geçici ve tümüyle stratejik bir saldırmazlık” hali olacaktır. Bu sebeple barış mücadelesi, yalnızca bu topraklarda ağır bedeller ödemiş olan Kürt halkının değil, adalet ve özgürlük talebi olan herkesin, tüm toplumsal kesimlerin ortak sorumluluğu olarak görülmelidir. Tam da bu sebeple, siyasi elitler arasına sıkıştırılmamalı, toplumsal bir talep olarak örgütlenmelidir. Bu konuda çalışma yürüten inisiyatifler örnek alınmalı, sivil toplumun örgütlenmesi gerekmektedir.

Öte yandan, Müslümanların sünnetindeki “Medine” sözleşmesini ve bu bağlamdaki İslamcı tartışmaları hatırlamak tabii ki önemlidir. Adil bir toplumsal mutabakatı sağlamak, Müslüman toplumların kapitalist dünyayla karşılaştığında da İslamî esaslara referans vererek aradığı bir şey olmuştur. Medine sözleşmesi ya da Kur’an ve Sünnet’te hususen vurgulanan herkesin hakkını teslim etmek ve istişarenin önemi Müslüman toplumlarda adil bir toplumsal düzen arayışında kaynaklar olagelmiştir. Ne var ki, her tarihsel süreçte olduğu gibi, sömürü ve zulüm düzenleri dini anlamda önde gelenleri kullanmakta, onları ataerkil tahakkümün, millet üstünlükçü yaklaşımın, sermaye ve devlet taparlığın temsilcileri yapmaktadır. T.C. yeni emperyalist düzende ulus devletlerin bir örneği olarak kurulurken, elbette Müslümanların esasında istişare, eşitlik ve özgürlük vurgularının olduğu kaynakları kendi araçlarıyla tahrip etmiş, kendi lehinde tahrifler sağlamıştır. Bu yöntemle, Tanzimatçı Müslüman elitnden de tevarüs edilen Türk merkezli bir İslamî kavrayış, Diyanet eliyle Sünni, tek tipçi bir hale gelmiş; bu anlamda Onurlu Barış arayışımızı ortaya çıkaran nedenler biri olmuştur.

Yine de andığımız gibi Müslümanların sünnetinde istişare ve hakkın eşit dağılımına dair birçok pratik olduğu gibi bunları pratiğe geçirmek için modern yeni bir ilahiyat inşa etmek birincil görev değildir. Zulme, zulüm sistemlerine topyekün bir karşı çıkış için ihtiyaç, Onurlu Barış’a, Adil bir toplumsal düzene, sosyal adalete neden ihtiyaç duyduğumuzu cevaplamkla ilgilidir. Bu bağlamda Müslüman halkımızın yukarıda andığımız gündelik koşullarda nasıl kuşatıuldığımızı ve neden barışa ihtiyaç duyduğumuzu daha çok konuşması gerekmektedir: evde, işte, okulda, mescitte.

Emek ve Adalet Platformunu dinlediğiniz için teşekklür ederiz. Emeği geçenlere, bizi davet ettiği için Sahi-Der, Anti Kapitalist Müslümanlar ve İnşa Yayınevine teşekkür ederiz.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir