Lütfi Bergen – Prekarya, Temekkün ve Bir Belediye Ütopyası

Lütfi Bergen’i şehir meselesindeki okumalarımız çerçevesinde takip ediyor, ilminden ve emeğinden istifade ediyoruz. Aşağıda art arda alıntıladığımız iki makalesi, bir bütün olarak ele alınabilir.

Bu denemelerin özelliği, somut önerilerle yaygın İslam şehri anlatılarının bir güzelleme olarak kalmasının önüne geçebilme, tartışmaların olası nostaljik niteliğini kırma potansiyeli. Bu alternatifler, aslında bir “alternatif” olmaktan ziyade, içinde bulunduğumuz toplumun gelenekleriyle ve alışkanlıklarıyla örtüşen bir yaşam biçimini sunuyorlar. “Kentsel Muhalefet” başlığı altında, yerli olmayan ve ister istemez evrenselmiş muamelesi yapılan bir sürü kavramın aşılmasında Lütfi Bergen’in çabalarının altını çizmek gerekiyor.

İlk makale, Chomsky’nin kaleme aldığı “İşgal Et” broşürü üzerinden yaptığı bir çözümleme; 2013 Haziran ayı Gezi Parkı kırılmasının ertesinde, Ağustos ayında yayınlanmış, gözümüzden kaçmış. Üstelik yazılarında alışılmış olanın aksine, Lütfi Bergen Chomsky’nin önerdiği öz yönetim önerilerine ve olanaklarına paralel arayışların imkanına olumlu bir açıdan yaklaşıp, “Occupy” (İşgal Et), terimi yerine, “Mekan tutmak, yerleşmek, yerlileşmek, yere ait olmak, vakar ve temkin sahibi” manalarında daha kapsamlı bir ifade olan “temekkün”ü öneriyor. Zihin açıcı bir tartışma olduğu kesin. Üstelik makale içinde “ne yapmalı?” kaçınılmaz sorusunun peşinde koşanlar için, öz-yönetim temalı somut başlangıç önerileri var.

Şubat 2014 tarihli ikinci makalesinde de, “arsaların belediyeye ancak konutların şahıslara ait olması, temel ihtiyaçların çok ucuzlatılması, çalışma saatleri, toplu taşıma önerileri vs.” konularında dikkate değer pratik öneriler getirerek oldukça detaylı bir resim çizmiş. Dolayısıyla ikisini birden okumakta fayda olacağını düşündük.

***

LÜTFÜ BERGEN

Plütonomi – Prekarya – Occupy

Noam Chomsky’nin “Occupy/İşgal Et” başlıklı broşüründe “plütonomi” ve “prekarya” kavramlarından bahseder. Chomsky, plütonomi hakkında bir miktar bilgi veriyor. Ancak bu bilgiden daha sonra bahsedeceğim. Prekarya kavramı hakkında ise David Harvey’in Asi Şehirler kitabında bir tanım yapılmıştır. Gelişmiş kapitalist ülkelerin pek çoğunda fabrikalar ya büsbütün kaybolmuştur ya da o denli azalmıştır ki klasik sanayi işçi sınıfı ortadan kalkmıştır. Kent yaşamının üretim ve idamesi için kapsamı genişlemiş iş ve hizmet emeği, güvencesiz, çoğu yarı-zamanlı ve örgütsüz ucuz emeğin sırtına yüklenmiştir. Yarın ne olacağını bilmeden yaşayan bu yeni sınıf artık proleterya değil “prekarya”dır (HARVEY, 2013: 34).

Ergin Yıldızoğlu’nun 30.03.2012’de sendika.org’ta yayınlanmış “Amerika: 1984” başlıklı yazısında modern toplumun kavramlarına yer verilmiştir. Bu yazıda “düşünce polisi”, “Panopticon” ve “plütonomi”den bahsediliyor. Yazıda plütonomi kavramı hakkında şu izaha yer verilmiş: “Ekonomik büyümenin getirdiği refahı ve tüketim potansiyelini nüfusun çok ufak yüzde bir’lik kesimi edinirken, maliyet ve risk geri kalanın sırtına yıkılıyor. Toplumu servetine el koyan bu çok ufak kesimin, bizzat City Bank raporlarında konmuş bir adı var: Plütonomi. Krizde herkes büyük sıkıntılar çeker, yoksullaşırken, yani krizi yaşarken, Plütonomi’ nin serveti, siyasi gücü artmaya devam ediyor” (YILDIZOĞLU, 2012). Yazı şöyle devam ediyor: “Bu raporlara göre dünya iki bloka bölünmüş: Plütonomi ve geri kalanlar. Amerikalı, Kanadalı, Rusyalı tüketici yok, zengin ve yoksul tüketici var. Plütonomi’nin üyeleri küreselleşmiş alanlarda çoğalmaya ve güçlenmeye devam edecek. City Bank raporlarının yazarları, krizlerden kaygı duymuyor, krizin her hali karda Plütonomi’ye yarayacağını düşünüyorlar. Piyasa dostu hükümetler bu Plütonomi’nin daha da zenginleşmesine güçlenmesine yardımcı oluyor.” Sanırım kavramı anlamak bakımından bir noktaya geldik. Artık burjuva/proleter kavramları yerine Plütonomi/Prekarya kavramlarını kullanmak gerekecek. Bu iyi oldu. Zira toplumların kapitalist toplumsal dönemlere uğraması gerektiği şekilde tarihsel zorlamaları devreden çıkarıyor. Bir toplumun kentleşme mantığı ile yapılaşması halinde mevcut sınıfsal karşıtlıkları işaret ediyor.Toplumların kapitalist toplumlara uğraması mecburiyetinden kurtulması bizim için bir fırsat. Kentleşmeye direnç için gerekli teorik katkılar olguyu göstererek üretilebilir. Yani “siz kentleştiniz, oysa bizde bir şehir vardı ve bu şehirde ne günümüzün kentlerinin Plütonomi/Prekarya’sı ve ne de Batılı endüstriyel toplumların burjuva/proleter ayrışması Anadolu/İslâm toplumlarında zemin bulmadı” demek imkânına artık sahibiz. Kente karşı Anadolu’nun meslekî şehirlerini ileri sürebiliriz. Bunun için belediyeleri zorlamak gerekiyor. Mahalleler dernekleşmeli ve mahalle içinde bir takım sosyal düzenlemeler yapmalı diye düşünüyorum. Bizim mahalleye dair vurgularımız akademik çevrelerde “nostalji” şeklinde değerlendiriliyor. Oysa elin oğlu Comsky “Occupy” diyerek mekânı işgalden bahsetmekte ve kitapları, makaleleri anında anarşist eylem alanları için destek mahiyetinde “yerli” dillere çevrilmekte. Occupy kavramı Türkçe-İngilizce sözlükte “oturmak, tutmak, işgal etmek, zamanı almak, meşgul etmek” anlamlarına gelmekte. Bizde bu kavramı nasıl karşılayabiliriz diye düşünürken “temekkün” kavramına vardım. Yani “mekân tutmak”; “temkinli olmak.” Bu haliyle Temekkün kavramı “occupy” kavramından daha derin anlamlar içeriyor. Üstelik bireyci/bireysel bir eylem türü değil. Daha cemaatik/komünal, haneye ve hanelere ait bir toplumsallığı gösteriyor. Eğer Müslümanlar bu tarz bir direnişi geliştirecek olurlarsa belediye tasavvuru bile değişecektir umudundayım. Bunun nasıl yapabiliriz. Comsky, kitabında bir örnek veriyor. 1977’de U.S. Stell adlı şirketin Ohio, Youngstown’daki büyük tesislerinden birini kapatmaya karar vermesi üzerine işçiler şirketten fabrikayı satın alıp işletmeyi kararlaştırmışlar. Ancak halktan yeterli destek göremedikleri için “endüstrinin kontrolünün ele alınması” anlamına gelebilecek bu girişim başarılı olamamış. Comsky diyor ki, “Şimdi bütün Ohio’da ve aslında başka yerlerde de, işçilerin yönettiği işletmeler haline gelebilecek, yüzlerce, belki binlerce, bazen hiç de küçük olmayan işçilerin/toplulukların sahiplendikleri işletmeler görülebilir. Bu, gerçek bir devrimin temeli” (COMSKY, 2013: 15). Comsky’nin işçi sınıfı için düşündüğü bu eylemi sınıf temeli içinde değil mekân düzeyinde tasarlamak mümkün bana göre. Böylece şehirlerimizin kentleşmesi dahi engellenebilir.Artık burjuva/proleter kavramları yerine Plütonomi/Prekarya kavramlarını kullanmak gerekecek. Bu iyi oldu. Zira toplumların kapitalist toplumsal dönemlere uğraması gerektiği şekilde tarihsel zorlamaları devreden çıkarıyor. Bir toplumun kentleşme mantığı ile yapılaşması halinde mevcut sınıfsal karşıtlıkları işaret ediyor.

“Şehir mülkiyeti” şeklinde bir kavram üzerinden mekânı korporasyon halinde bölünemez, parçalanamaz halde mülkiyet konusu haline getirdiğinizi düşünün. Mekânın bireysel mülkiyetin değil de mahallelinin/hanelerin birlikte mülkiyeti haline getirip bunu da belediyelerin ve devletin kamulaştıramayacağı alanlar halinde tescil ettirilmesi sağlanırsa modern kent tasavvuru karşısında gerçek bir dönüşüm sağlanabilir. Comsky’nin Boston’dan da verdiği bir örnek bulunuyor. Comsky, burada da bir tesisin kapatılması kararı ertesinde işçilerle sendikanın birleşip çok uluslu bir şirketin imalat tesislerinden birini satın almak ve kendileri çalıştırmak için teklif verdiğinden bahsetmekte. Comsky, endüstriyi, zaten onların elinde olan işçilere devretmek, ekonominin büyük parçası olarak işçilerin sahip olduğu, işçilerin yönettiği ve insanların ihtiyacı olan şeylerin üretileceği önemli bir endüstriyel sisteme dönüştürmekten bahsediyor (COMSKY, 2013: 16). Comsky, endüstri içinde işçi sınıfının geleceğini böyle önemserken bizim Müslüman toplumun geleceği hakkında hâlâ kapitalizme boğulmadan yapacak daha çok imkânlarımız olduğunu düşünüyorum.Mekânın bireysel mülkiyetin değil de mahallelinin/hanelerin birlikte mülkiyeti haline getirip bunu da belediyelerin ve devletin kamulaştıramayacağı alanlar halinde tescil ettirilmesi sağlanırsa modern kent tasavvuru karşısında gerçek bir dönüşüm sağlanabilir.

Ne yapmalı? diyeceklere ufacık notlar: 1) Mevcut Mahalleler dernek/vakıf haline gelerek her ev bir hane olarak tescil edilmeli; 2) Mahalle sakinleri mahalle içinde sosyal alanlar oluşturmak için bir akça toplamalı, bu akça mahalle içinde düğün evi, cenaze evi, toplantı salonu, mescid, gasilhane, kütüphane, vs. hizmetler için kullanılmalı; 3) Evsiz ailelere ücretsiz konut tahsisi yapmalı, mahallede zenginler ile fakirlerin birlikte oturması sağlanmalı; 4) Mahallede yeşil alan, sera, park, ana okulu, yaşlılar evi, servis olmalı; 5) Mahalleyi kayyım ya da hakem yönetmeli; 6) Mahallede bekçi olmalı ve işi olmayanın yaya veya araçla girişi engellenmeli. Bu proje elbette geliştirilebilir. Mahalleli içinden kimse bireysel mülkiyete sahip bulunmadığı için taşınmazını müteahhite vererek gökdelene çevirememelidir. Bu projenin mevcut yerleşim alanlarında hayata geçirilmesi halinde gettolaşma da yaşanmayacağından mahalledeki toplumun etnik /  mezhebî / sınıfsal anlamda kutuplaşmasına da yol açılmaz.

Chomsky broşürde özetle diyor ki; “Reagan’ın ilk yıllarından başlayıp bugün bile tekrar tekrar vergi mükelleflerince kurtarılmış kurtarılmış olan Citigroup, 2005’te yatırımcılar için ‘Plütonomi: Lüksü Satın Almak, Küresel Dengesizlikleri Açıklamak’ broşürü çıkardı. Broşür yatırımcıları, paralarını ‘plütonomi endeksin’ne tabi tutmalarını tavsiye ediyordu. Citigroup  durumu şöyle özetliyordu: “Dünya iki bloka bölünüyor- Plütonomi ve geride kalanlar. ABD ve Kanada ana plutonomilerdir-yani servet sahibi kesimin güç sağladığı ekonomiler.” Plütonomi, lüks malları ve benzeri ürünleri satın alan zenginlere gönderme yapar. Zenginlerin dışında kalan kesime gelince, biz onları kendi haline bırakıyoruz; umurumuzda değil. Bizi koruyacak ve sıkıntılarımızda paçayı kurtarmamızı sağlayacak güçlü bir devleti ortaya koymak için onların görünmesine ihtiyaç duyuyoruz; fakat bunun dışında onların kesinlikle bir işlevleri yok. Onlara   geleceklerinden emin olmadan hayatlarını sürdüren insanlar, toplumun periferisi,  ‘prekarya’ deniyor.  Ancak bu “periferi”, artık nüfus oranı bakımından ABD’de ve her yerde toplumun önemli bir   kesimi haline geldi. Demek ki şimdiki dünyada bir tarafta plütonomi ile diğer tarafta   güvencesiz prekarya var; The Occupy- İşgal hareketinin tahayyülüne göre yüzde 1 ve yüzde 99. Eğer bu durum devam ederse, 1970’li yıllarda başlayan tarihsel bu dönüşüm geri dönülmez hale gelebilir. İşgal- Occupy hareketi bu akışı değiştirebilecek ilk önemli halk tepkisidir” (COMSKY, 2013: 14).Dikkat edilirse Gezi Parkı’nın eleştirel dinamiği küresel kentleşmenin kapitalistik yapısından kaynaklanıyor. Kabul edilsin ya da edilmesin tüm dünya, kentleşme ile Plütonomi / Prekarya ayrışmasına uğramış durumda.

Dikkat edilirse Gezi Parkı’nın eleştirel dinamiği küresel kentleşmenin kapitalistik yapısından kaynaklanıyor. Kabul edilsin ya da edilmesin tüm dünya, kentleşme ile Plütonomi / Prekarya ayrışmasına uğramış durumda.

Korkut Boratav’ın yayınladığı bir yazıda plütonomilerin oluşmasındaki sebeplere de değinilmiş: “Plütonomilerin oluşmasına katkı yapan şeyler finansal canlanma, kâr payının ölçüsüz boyutlarda artması (emek payının düşmesi), piyasa-dostu, kapitalizm-dostu hükümetler, küreselleşme ve teknolojinin sürüklediği verim artışlarıdır. Bunların sayesinde plütonomilerde gelir eşitsizliğinin daha da artacağını öngörüyoruz. Plütonomi olmayan, bir eşitlikçi takım, örneğin Japonya, Frans, İsviçre, Hollanda, hâlâ vardır; ama plutonomi üyeleri, yükselen ekonomilerin küreselleşmiş parsellerinden katılmalar sayesinde daha da artacaktır (…) Zenginlerin servetten aldıkları pay sürekli olarak artmakta ve yoksulların payı azalmaktadır. Kitleler ekonomik anlamda [fiilen] oy hakkından yoksun kalmaktadır. Demokrasilerde bu duruma sürekli olarak tahammül edilemez. Öyle bir nokta gelebilir ki, emek artan kâr paylarına karşı direnmeye başlar ve siyasi bir geri tepme patlak verir. Plütonomiye en ciddi tehdit, eşitsizliği azaltma, servet dağılımını yaygınlaştırma ve küreselleşme güçlerine karşı çıkma doğrultusundaki siyasî taleplerden oluşur. Şu anda bunlar meydana gelmiyor; ama gelişmeleri yakından izliyoruz” (BORATAV, 2012).Müslüman bir toplumun “The Occupy- İşgal” yerine, occupy teriminin “oturmak, yer tutmak” anlamını da yansıtacak “Temekkün” kavramı üzerinden hareket etmesi daha muvafık görünüyor.

Müslüman bir toplumun “The Occupy- İşgal” yerine, occupy teriminin “oturmak, yer tutmak” anlamını da yansıtacak “Temekkün” kavramı üzerinden hareket etmesi daha muvafık görünüyor. Müslümanların mahalle ile mekânı yeniden tanımlaması ve şu kahrolası kapitalizmi def etmesi için tezekkür eden aydınlar gerekiyor. Ne yazık ki bu aydın komplo saplantıları nedeniyle Plütonomi’nin ihtiyaçlarına savrulmuş gibidir.

(*) Temekkün: Mekân tutmak, yerleşmek, yerlileşmek, yere ait olmak * Vakar ve temkin sahibi * Sultan yanında rütbe sahibi olmak.

Kaynak: http://godayva.wordpress.com/2013/08/25/plutonomi-prekarya-occupy/

***

Bir Belediye Ütopyası

2014 yerel seçimlerine yaklaşık bir ay kaldı. Buna rağmen henüz Belediye Başkan adaylarının projeleri yeni yeni belirginleşmeye başlıyor. Bütün dünyada kentleşme süreci ulus devletleri ve anayasal sistemi değiştiriyor. Fiilen “kent devletleri” federasyonuna doğru bir yöneliş var. Kentleşme ile Batı’nın politik hafızasına rücû ettiğini görüyoruz. Batı, bütün dünyaya kendi geçmişinden başkasını veremeyecek bir entelektüel kısıtlı olduğunu göstermektedir. Her bireyin kent içinde yaşamak zorunda bırakılması Batı’lı bir düşüncedir. Belediye başkan adayları bu gidişatın farkında olmadıklarını gösterecek şekilde hâlâ “kentsel dönüşüm” kavramı üzerinde duruyorlar. “Kentsel dönüşüm” kavramını kullanan kimi adayların dönüşümü anlatırken “borçluluğa meydan verilmeyeceğini, planlı dönüşüm yapılacağını, yerindelik ilkesi ile hareket edeceklerini” vaat ettiklerini görüyoruz. Kentler ne yaparsanız yapın borç üretirler. Mesafeleri artırırlar ve sizi metro-köprü-viyadük vs. yatırımlara zorlarlar. Otomobil almak zorunda kalmanız bir borçlandırma siyasetidir. Kentsel dönüşüm kavramında sıkıntılı içerik, bugüne dek yürütülen plansız kentleşmeye itiraz geliştirmemekten, kentleşme sürecinde oldu bitti ile elde edilmiş mülklerin sahiplerini rahatsız etmemekten geliyor. Kentlerin yoksulluk, madunluk ve sınıfsal ayrışmalar ürettiğini yeniden hatırlarsak “kentsel dönüşüm”ü sloganlaştıran siyasi mecraların kentin büyümesinden beslendiği ortaya çıkacaktır. Kentsel dönüşüm “oy sahasının maksimizasyonu” demektir. Kent yapısallaşması siyaseti mecliste yürütmekten daha etkili, daha hegemonik “yeni otoriter devlet” alanı açmaktadır. Bu nedenle Kent üzerindeki mücadele kentin kültürel ve ekonomik değerini ön plana çıkarmayı hedeflemektedir.Kentler ne yaparsanız yapın borç üretirler. Mesafeleri artırırlar ve sizi metro-köprü-viyadük vs. yatırımlara zorlarlar. Otomobil almak zorunda kalmanız bir borçlandırma siyasetidir.

Belediyecilik üzerinden yapılan tartışmalarda ayrışmalar kentin “Türk/Kürt-Modern-Avrupai-küresel-geleneksel-tarihsel-İslamî” meta değerinden birini büyütmeye özgülenmiştir. Sanırım mekân düzenlemesinin bu çok kültürlü “geçmiş-şimdi-gelecek” biçimlenmesine uğratılmasının bir çatışma ürettiği reddedilemeyecektir. Müslümanların Anadolu’ya 12. Asırda yerleştiklerini hatırlarsak Anadolu şehir ve kentlerinin “hiçbir ülkeye” aidiyeti olamayacak şekilde “dünya mirası” sayılmak istenmesinden bir anlam çıkarmak güç değildir. Eğer bir belediye ütopyasından bahsedecek isek ilk başlayacağımız mesele şehir mülkünün, mekânın ne olduğunun tanımlanması kaçınılmaz olacaktır. Bu yazı mekân tanımlaması yapmayacak. Bunun nedeni mekânın toplumsal olandan bağımsız kılınamayacağıdır. Yani bir Medine (şehir)’den bahsedildiğinde bu mekânı var edenin onu fıkıhla kavrayan bir halk olduğu hususu görmezlikten gelinemeyecektir. Bu nedenle biz mekânı tanımlarken, onun tarihsel, anıtsal, konjonktürel, iktisadî konumundan bahsetmiyoruz. Mekânı olmayanın (toprağı olmayanın) tanrısı yoktur; ancak toprak da üzerinde yaşayan halk yoksa varlık bulamayacaktır. İnsanın ruh kalıbı, bastığı zemin, ten-bedeni de topraktır.

Biz hane odaklı bir şehri, kentleşme sürecinin karşısına koyduğumuzdan ütopik bir belediye fikrinin peşindeyiz; üretimi ve pazarı mekân algısının merkezine indirmekten yanayız. Buna göre “şehir odur ki, onda sakin olan insan evsiz, amelsiz ve cemaatsiz kalmaya.” Şehir felsefesinin hareket noktası: “İş-Aş-Eş”tir. Üreten adamın eşi olmalı ve hanede aş kaynamalı. Ailesinden evlenerek ayrılan gençlere belediye tarafından bir hane tahsis edilmeli. Hane en küçük sosyal birim olarak “cemaat”i temsil etmeli. Toplum cemaatlerin (hane-aile) daha büyük cemaatlerde çözülmesini yani mahalle kurmasını mecbur kılacaktır. Mahalleler şehri inşa edecektir.

Bir belediye, halkın temel ihtiyacı olan hane, su, elektrik gibi kalemlerden çok cüzî ücret almalıdır. Projesi belediye tarafından belirlenmiş bir daire yirmibeş bin TL karşılığında şahsa verilmeli. Bu bedel kira gibi ödenmeli ve üç senede tahsil edilmelidir. Belediye, evin toprak mülkiyetini kendi uhdesinde tutmalıdır. Özel mülkiyet isteyenler için beledî alanın ve pazarın dışında konut edinme fırsatı verilmeli, ancak bu evlerin vergisi yüksek tutulmalıdır. Şehir yürüme mesafesini aşma eğilimi gösterdiğinde belediye başka bir belde/şehir inşasına başlamalı ve mutlaka bu belde/şehirin pazar-üretim ilişkilerini en baştan belirlemelidir. Su ve elektrik ise belli limitlere kadar neredeyse bedelsiz olmalıdır. Örneğin on m3 su 3TL bedelle verilmelidir. Belediyeler angarya, imece, aynî vergi gibi usullerle alacaklarını tahsil edebilmelidir. Böylece pazara daha çok mal çıkacak, insanlar üretime yönelecek, nakit-likit imkânı bulunmayan kesimlerin malı para edecektir. Belediyeler hizmetlerine karşılık aynî ve bedenî tahsilatlar yapabildiğinde istihdam/yatırım maliyetlerini düşüreceklerdir.

Evler (haneler) mahalle kooperatifleri, mahalle dernekleri ya da mahalle vakıfları gibi kollektivist tüzel kişiliklere üye olmak zorunda bırakılmalı. Şehirde de köyde de her ferdin aidiyet kesbettiği üretim birliği-tüzel kişiliği olmalıdır. Bu tüzel kişilikler hem üretim – meslek organizasyonları ve hem de inanç/kültür kümeleridir. Haneler dayanışmacıdır, kırk kapı komşuluk esastır. İnsanın kırk kapı komşusu vardır.Evler (haneler) mahalle kooperatifleri, mahalle dernekleri ya da mahalle vakıfları gibi kollektivist tüzel kişiliklere üye olmak zorunda bırakılmalı. Şehirde de köyde de her ferdin aidiyet kesbettiği üretim birliği-tüzel kişiliği olmalıdır.

Belediye başkan adaylarından kimileri şehirlerin “iki katlı, bahçeli” evlerle inşa edilmesi halinde Batı kentinin yıkılacağı hakkında bir yanılgı içinde bulunuyor. Bize göre ideal şehir, üreten halkın ürününü kısıtlama yaşamadan pazara sürebildiği cemaatci beldedir. Belediye mahallelerde bireylerle değil bu tüzel kişiliklerle muhatap olmalıdır. Bu nedenle mahalleler “doğrudan yönetim”i mümkün kılacak örgütlü mikro alanlara dönüştürülmelidir. Mahallenin üyesi statüsünü terk edemeyen haneler mahallenin temizliğinden, emniyetinden sorumlu kılınmalı. Örneğin sokağı kirleten sakin kişilere değil mahalle tüzel kişiliğine ceza tesis edilmeli. Buna göre bir mahalle vergisi (avarız akçası) salınacağı açıktır.

Mahalleler ulaşım meşakkati gerektirmemelidir. Belediye, şehirler arasında ulaşım ihtiyacını demiryolu taşımacılığı ile karşılamalıdır. Şehir, mümkün olduğunca birbirine yakınlaştırılmış, iç mekânı küçük ama dış mekânı (hayatı) mevcut hanelerle inşa edilmiş mahallelerden oluşturulmalıdır. Mahalle içlerinde tüketim tapınaklarına izin verilmemelidir. Modern kent yapısında olduğu gibi sabahları banliyölerden kent merkezine, akşamları da kent merkezlerinden banliyölere doğru seyreden insan ve araç trafiğini tesis eden zihniyet kırılmalıdır. Şehir mahrem alandır. İş, manifaktür, tarım, hayvancılık şehrin dışına doğru konumlandırılmalıdır. Bu nedenle şehir merkezinde atlarıyla, otomobilleriyle, filoları ile boy gösterecek kişilere meydan verilmemelidir. Bir şehrin meydanı ya Cami-külliye avlusu ya da pazar-bedesten ile doldurulmalıdır. Belediyeler arasında ulaşımı sağlamaya dönük olarak merkezî yönetim belirleyici kılınmalıdır. Şehirler arası ulaşım merkezî devletin kontrolündedir; şehir içlerinde ise bireylerin belli tonajı ve hız limitlerini geçemeyen bisikletten biraz hallice araçları kullanmalarına fırsat verilebilir. Ancak ulaşımda hayvan mutlaka kullanılmalıdır. Hayvanların çevreye verdiği kirlilik için önlemler alınmalıdır. Araçlar şehrin dışında üretim sahalarına, tarlalara, mesire yerlerine ulaşım için tahsis edilmelidir. Düşük tonajlı ve düşük hızlı (örneğin saatte 40 km/saat) araçların dolaşabildiği şehirde bu araçların yük, hasta, özürlü taşıması için kullanılabilmesine fırsat verilmelidir. Evler küçük olmalı ve kapitalist toplumun eşyalarını alamayacak şekilde daraltılmalıdır.Mahalle içlerinde tüketim tapınaklarına izin verilmemelidir. Modern kent yapısında olduğu gibi sabahları banliyölerden kent merkezine, akşamları da kent merkezlerinden banliyölere doğru seyreden insan ve araç trafiğini tesis eden zihniyet kırılmalıdır.

Belediye, üreten kişilere mallarını satmak için pazarda yer tahsis etmelidir. Pazar sürekli kurulmamalıdır. Pazarın sürekli kurulmamasının tüketimin ve “flâneur”lüğün toplumu ayartmasını engellemek için olduğunu ahali bilmelidir. Belediye hizmetleri mahallenin ihtiyaç taleplerine göre belirlenmeli ve istihdam halktan sağlanmalıdır. Belediye yaptığı hizmete teçhizat, lojistik ve proje olarak katkı sağlamalıdır. Hz. Peygamber (asv)’in “Mescid-i Nebevî”nin inşasında bizzat taş taşıması örneğinde olduğu gibi belediye kendisini istihdam deposu olarak değil proje, fikir, teçhizat, lojistik, organizasyon, örgütleme esasında belirlemelidir.

Şehir ufuk çizgisini kapatmamalı, göğe yükselmemelidir. Şehir sakinleri dilenciliğe fırsat vermemelidir. Şehir sakinleri sahip oldukları haneleri boş atıl bıraktıklarında mahalle örgütleri hanenin başka bir üreticiye tahsisi için yargıya başvurma hakkına sahip kılınmalıdır. Belediye kendi üretim sahalarında çalışan her bireye günlük ücret vermelidir. Şehre ve mahalleye kabul şehrin ve mahallenin kurul kararı ile olmalıdır. Yalan söylememek, insanları aldatmamak, çalmamak, terazide hile yapmamak, zina etmemek, adam öldürmemek topluma kabul edilmenin temel şartı sayılmalıdır. Şehirde meslekler olmalı her kişi bir loncaya-meslek örgütüne üye olmalıdır. Belediye meslek okulları inşa edebilmeli, meslek adamı ihtiyaçlarını bu okullardan karşılamalıdır. Meslek adamı yetiştiren ve meslekleri geliştiren ilmi çalışmalarda bulunan Belediye Üniversiteleri de kurulabilmelidir. Eğitim devlet tekelinden çıkarılmalıdır.

Belediye sınırları içinde mesai süresi haftada 36 saati geçmemelidir. Üretim dört vardiya yedi gün 24 saat kabul edilebilir. Haftalık mesai süresinin 36 saati geçmemesi işsizlik problemini halledecektir. Cadde mağazacılığına, AVM mağazacılığına izin verilmemesi nedeniyle fiilen tüketimin kısıtlanmaktadır. Şehirdeki tüm hanelerin hizmet sahasında değil de üretim temelinde örgütlenmesi fiyatların düşmesine neden olacağından haftalık 36 saat çalışmadan elde edilecek gelir şehir yaşamına yetecektir. Belediye üretilen emtiaların ihtiyaç fazlasını ülke içinde ya da ülke dışında pazarlayacak teşkilatları teşvik etmelidir. Belediye sınırları içinde mesai süresi haftada 36 saati geçmemelidir. Üretim dört vardiya yedi gün 24 saat kabul edilebilir. Haftalık mesai süresinin 36 saati geçmemesi işsizlik problemini halledecektir.

Belediyenin şehir meclisinde “meslekî temsil” esasına dayanan bir senatosu bulunmalı ve bu senatoda şehir esnafının piri-ustaları yer almalıdır. Senato, belediye meclisinin mutad işlerinin onaylandığı yüce divandır. Belediye başkanı ve belediye meclisinin şehirdeki meslek adamlarının/zümrelerinin meslekî varlığına halel getirecek kararları alması senato ile durdurulmalıdır. Belediyeler cadde ve AVM mağazacılığı sistemi ile şehre tahakküm eden lüks emtialar, gösteriş tüketimi, “üretmeden yiyelim içelim kâm alalım hayattan” felsefesini yıkacak bir yapıyı oluşturmalıdır. Üst düzey konut alanları, ihtişamlı ofis binaları, akıllı gökdelenler, güvenlikli siteler, sermaye hareketlerini kendine çeken yatırımlara izin vermemelidir. Bir şehrin kumarhane, kara para, finans, tüketim, gösteri-eğlence merkezi olması mekân üzerindeki kontrolün elden çıkarılması anlamına gelecektir. Şehrin nüfus yoğunlaşmasına uğramasına, göç almasına izin verilmemelidir. Böyle bir göçün şehri böleceği, hizmet sektörünü büyüteceği, rantı kışkırtacağı ve kenti gettolara ayrıştıracağı söylenebilecektir. Bugün Anadolu’nun nüfus dinamiklerinin “küresel kent projeleri” üretmek zorunda kalması -hatta bunun için İslam’ın kültürel geçmişini (tarihi cami, restore edilmiş eski evler, dinî söylemler üreten mekanlar) ortaya çıkarması- küresel sistemin özerk ve hegemonik işleyişini tahkim etmekte ve bu topraklarda yaşayan geleneksel kültürlerin değerlerini yitirmesine neden olmaktadır. Çeşitlilik arz eden onbinlerce ürün (meta) üretim kabiliyetini ve “gözü tokluğu” tekfir etmektedir. Kentleşme süreçleri “uygarlık” iddiasına rağmen küreselleşmiş sınıflar ile “madunlar/kent yoksulları/sınıf dışı marjinaller” arasında kutuplaşma üretmekte ve malikler/mülksüzler, kent malikleri/konut proleteryası gibi sınıf karşılaşmalarına neden olmaktadır. Küreselleşmenin kapitalist tarzda kendini dayattığı, ulus-devlet ezberini bozarak kendisine mahsus bir egemen sınıf ürettiği yadsınamaz. Küreselleşme ister istemez hem kent içinde (kent/varoş-banliyö) ve hem de kentler arasında (metropolis/kent) kentli/taşralı bölünmesini dayatmaktadır. Konut alanlarının hızla yayılışı kent ekolojisini, iklimlerin tezahürünü, zamanın kendi dinamiğinde akışını, kültürel sürekliliği, tarihsel hafızayı, dayanışmacı-cemaatçi toplumsallığı, geçimlik iktisadı, helal ekmek kazanmayı, malayaniden muhafazayı imkan dışı bırakıyor.

Kentleşme süreçlerinde “yerel bilinç”, “kültürel belediyecilik”, “hizmet belediyeciliği”, eko-belediyecilik”, “sosyal belediye”, “demokratik-katılımcı belediye”, “akıllı belediye” şeklinde ifadelendirilen kavramlaştırmalardan bahsedilmektedir. “Yerel bilinç”, küresel kentleşme sürecinin kendi denetimi altında ve kendi ihtiyaçları için bir takım kentleri belli bir iş/hizmet/mal/kültür için proleterleştirmesi hadisesi olarak okunmalıdır. Buna göre bir kentten (kent halkından) küresel kapitalizmin ihtiyaçları için bir ya da birkaç konuda uzmanlaşması istenmektedir. Kısacası “yerel bilinç” kentin küresel emir/komuta zincirine girmesi anlamına gelmektedir. “Sosyal belediye”, kentleşme sürecinde ortaya çıkan kent madunluğunun sıkıntısından kurtulabilme söylemini ifade etmektedir. Belediyelerin kent yoksullarına un, makarna, yağ, kömür dağıtarak “sosyal dilenciliği” kurumsallaştırması kabullenilemeyecek bir yaralamadır. “Demokratik-katılımcı belediye”, kentleşme süreçlerini halkın oyuna sunarak yürüten yeni bir söylem üretmektedir. Bir kente yapılacak büyük bir yatırım (örneğin Boğaz köprüsü) diğer kentlerin vergilerinden karşılanmakta ve diğer kentlerin aleyhine rant büyütmektedir. “Kültürel belediyecilik” terimi ile komşuluk ilişkilerini ve geleneksel kültürü modernitenin mimari zevki içinde yeniden üretmekten bahsedilmekte ise de modernitenin aileyi tasfiye etmesi nedeniyle bu iddianın başarılabilmesi mümkün olmayacaktır. Geleneksel kültürde hane/aile dört kişilik bir kurbiyeti muhtevî değildir. Geleneksel kültürde hane üstünde hane bulunmamaktadır: “Ev üstüne ev olmaz.” 

Modern toplum eleştirisi yapamayan ve küresel kentleşme süreçlerine bağlı kalan belediyecilik anlayışları kent merkezlerini iş-debdebe ve politika odaklı (avukat-doktor-mali müşavir yazıhaneleri, tüketim sahaları, gösteri alanları, devlet kurumları, finans kurumları, stadyum-tiyatrolar) tasarlamaktadır. Kent merkezlerine ulaşımı metro-otomobil ile sağlayan küresel kent zihniyeti böylelikle hem yoksulları dışarıda tutmakta ve hem de kenti onlar için cazibe merkezi kılarak hizmetler için ücret-bedel almaktadır.

“Eko-belediyecilik” kavramı da kentlerin toprağın tamamının beton ve asfalt ile kaplanması nedeniyle pratiğe geçemeyecektir. Nitekim günümüz kentlerinde on sene önce görülen kar-yağmur gibi iklim hadiselerine artık nadiren rastlanmaktadır. Kentleşme kıtlık gibi bir felaketle sonuçlanmıştır. Kentleşme hayvan ve bitki çeşitliliğini yitirmemize neden olmuştur.

Türkiye önümüzdeki yıllarda kentleşme sürecini hızla bireyselleşme süreci ile birleştiren yeni bir döneme girmek üzeredir. Geri dönüşü mümküne çıkaran, kapitalist süreci durduran bir umut kalmamış gibidir. 

Kaynak: http://lutfibergen.blogspot.com.tr/2014/02/bir-belediye-utopyasi.html

 

2 Responses

  1. 11 Nisan 2014

    […] Kaynak […]

  2. 22 Nisan 2014

    […] Kaynak […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir