Turgut Cansever – Ev Üzerine Düşünceler

İnsana ve onun çevresinin öznesi oluşuna atfedilen merkezî rol, genelde Aydınlanma tecrübesiyle ve hümanizm ile ilişkilendirilir. Bireyi esas almanın Batılı/Batıcı bir refleks olduğu söylenir. Oysa Turgut Cansever’e göre bu topraklarda, insanı öne alan, onun ihtiyaçlarına ve pratiklerine göre şekillenen sanat ve mimari yorumları daha baskındır. Cansever, 1992’de yazdığı “Ev Üzerine Düşünceler” metninde bildik kabulleri yeniden düşünmemizi gerektiren bir “kültür okuması” yapıyor ve insanı akılcı bir çıkarcı değil, idrak ve iştirak sorumluluğu olan bir mahluk olarak resmediyor.

TURGUT CANSEVER

Bir yaratık olarak insan, çevreyi idrak ederek onun sorumluluğunu yüklendiği andan itibaren gerçek insan mertebesine yükselir. Çevre sorumluluğu ise sonsuz hayatın bütününü kapsayan bir değerlendirme, çözümleme ve uygulama sürecinin sürekliliğini kaçınılmaz kılar.

Varlığın eşsiz güzelliği ile çevrelenmiş insanın kendi hayatını biçimlendirmek için vücuda getirdiği her şeyin bu güzelliği korumak ve geliştirmekten başka amacı olamaz. Dolayısıyla insanın aslî görevi yaşadığı dünyayı daha da güzel hâle  getirmektir denebilir.

Güzel olgusu ahlakın, sanatın, yani inancın alanına ait bir olgudur. Dünyayı güzelleştirmeye yönelik her unsur gibi “ev” de aynı alana aittir. Ancak böyle olduğu takdirde varolmak hak ve imkânına sahip olur ve evrenin sonsuzluğu içinde çevreyi yücelten bir unsura dönüşür.

Varlığın her an yeniden şekillenen yapısı, insanın gelişen konumu, tekrar tekrar anlama, değerlendirme, yönelme süreçlerini gerekli kılar.

İnsan çevresinin değişken şartlarına göre idrakine varılan her farklı yeni durum için yeni çözümlerle topluma ve ailesinin hayatına biçim kazandıracak çevrenin niteliklerini geliştirmek amacında olmalıdır.

İnsan var olma sebebine, bu amacının yaradılış hakkındaki özel inançları üzerinde temellerini kurduğu varlığı anlama, değerlendirme çabaları ile ulaşır.

Ev insan hayatının, dolayısıyla insanın temel sosyal organı olan ailenin iç oluşumunun icaplarına göre şekillenirken diğer taraftan da ailenin dış alan ile ilişki biçimini, sosyal mesafeleri belirler.

İnsa kendi çevresi ile ilişkilerini düzenlemek hakkına sahiptir. Buna ek olarak çevresini düzenlemek eylemi de kendisi tarafından gerçekleştirilebilir.

İnsanı yönetilecek bir varlık olarak görme alışkanlığı Roma-Hristiyan Katolik Kilisesi merkeziyetçiliğinden doğmuş ve Rönesans sonrası hükmedici, merkeziyetçi devletler eliyle bu yanılgı devam ettirilmiştir. Batı kültürlerinde bu yanlış yöneliş nedeniyle insan-devlet-hükümdar tarafından yönetilmiş sanat da insanı etkileyerek sürükleyen, pasifleştirerek seyirci konumuna iten niteliktedir.

Türk-İslam kültüründe seyir etmek yerine bizzat yapmanın etkin olması, çevre bilinci ve sorumluluğu, ferdiyetin yüceliği ve güzellik sevgisi, yaşanan sanatın, mimarinin, kültürün temelini oluşturmuş, bunun sonucu olarak “ev” yüce bir birim olarak kolektif ortamın tezyini düzeninin oluşmasını sağlamıştır. Her ev kendi yerel gerçeklerine göre oluşturulmuş ve yönlenmişlerdir. Merkezî iradenin kısıtlayıcı, bireyi yok eden belirtileri, batı şehirlerinde açıkça görülür. Paris caddelerinin her iki yanını çevreleyen apartman dizilerinde birim evin şahsiyetinin yok oluşu, katılıma imkân vermeyen yapısına karşılık bir Osmanlı-Türk şehrinde her evi ayrı ayrı oluşturan, yücelten idrak, inanç ve çözümlemenin derin farkı konuyu anlamaya imkân veren iki temel örnektir. Sunilik insan eli ile oluşturulan ürünün tabiî özelliğidir ve tabiîliğin tam karşıtıdır. İnsan ürününün suniliğinden kaynaklanan statikliğin aşılması sanat alanında temel sorunlardan birisi olmuştur.

Hareketli göçebe kültürlerde ve günümüzün değişken dünyasında yapı elemanlarının hafifletilmesi, sökülüp takılabilirliği, taşınabilirliği hareketlilik ihtiyacının maddî cevabı olmuştur.

Türk-Osmanlı ahşap ev geleneğinde yapının eskiyen parçalarının değiştirilebilme, ilave yapılabilme, bölünme imkânları yapının değişen şartlara uydurulması için teknik düzeyde geliştirilmiş çözümlerdir.

Modern mimarî fonksiyonalizminin değişime imkan vermeyen statik kısıtlayıcılığının aşılması zaruridir.

Kaynak: Şehir ve Mimari Üzerine Düşünceler, 1992

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir