Barutçu Tekstil’de Kadın İşçiler Direniyor!

Arkadaşlarımız Fatma Betül Kocaaslan ve Alime Yüsra Sümeli, Bursa Barutçu Tekstil’de sendikalaşma mücadelesi devam eden kadın işçilerin direniş alanını ziyaret ettiler. Direnişçi kadın işçilerden Emine Varol’la röportajımızın da bulunduğu yazıyı ilgilerinize sunuyoruz.


Fatma Betül Kocaaslan – Alime Yüsra Sümeli

Bursa Barutçu Tekstil’de bir süredir sendikalaşma mücadelesi devam ediyor. Ekim ayında 4 kadın işçi Öz İplik İş sendikasına üye oldukları için işten çıkarıldılar ve fabrika önünde kalıcı direniş başlattılar. Yılbaşından hemen önceki hafta ise 50 küsür işçi küçülme bahanesiyle işten çıkarıldılar. Asıl sebep ise iş yerinde sendikalaşmayı engellemekti. Bu gruptan sendika üyesi beş kadın işçi patronla anlaşmayı kabul etmedi ve direnişe katıldı. Yaklaşık üç aydır direnişte olan Barutçu Tekstil işçilerinin direnişine Kadın İşçi muhabiri Bahar ile bir dayanışma ziyaretinde bulunduk, görüşmeler yaptık.

Barutçu Tekstil 1991’de Bursa’da kurulmuş bir şirket. Hem Inditex grubunun çeşitli markalarına üretim yapıyor hem de yurtiçine fason üretim yapıyor. Şimdilerde Bursa’da beşinci fabrikasını açmaya hazırlanıyormuş. Sendikalı işçiler küçülme bahanesiyle çıkarıldıklarını söylerken, patronun her yıl artan karlarından ve yeni fabrikalar açtığından bahsediyorlar.

Kadın işçilere neden sendikalaştıklarını sorduğumuzda çalışma koşullarına ve bir kadın işçi olarak yaşadıkları sorunlara değindiler. Kadınların sık sık dile getirdiği en önemli sorunlardan biri, iş yerinde maruz kaldıkları psikolojik baskı ve ayrımcılık. Amir ve ustabaşlarının kadınlara yönelik aşağılayıcı sözleri ve baskıları, iş yükünün gittikçe artırılması, iş arkadaşlarıyla üretim alanında en küçük bir iletişime dahi tepki gösterilmesi kadınların bahsettiği sorunlardan sadece bazıları.

Dokuma bölümünde çalışan kadınların erkek işçilerin kabul etmeyeceği kadar çok makineye bakmaya zorlandığından bahsettiklerinde, tekstil sektöründe çalışan kadın işçilerin türlü baskılarla daha fazla emek sömürüsüne maruz kaldıklarını bir kez daha görmüş olduk. Fazla iş yükünü kabul etmeyen işçiler ise hemen işten atma tehdidiyle karşı karşıya kalmış. Bu ağır iş yüküne karşın, Barutçu Tekstil’de çalışan kadınlar şimdiye kadar hep piyasanın altında maaşlar aldıklarını belirttiler.

Dokuma bölümünde 3 vardiyalı 8 saatlik bir mesai varken, kalite kontrol bölümünde ise işçiler 12 saat çalışmak zorunda. Bu bölümde çalışan ve işten atılmış bir kadın işçi, gece vardiyasında 12 saat çalıştığı haftalarda çocuğunu hiç göremediğinden bahsetti bize.

Kadın işçiler, hamilelik ve regl dönemlerinin de bu kötü çalışma koşullarında daha da zor geçtiğini belirttiler. Hamilelik döneminde kadınların gece vardiyasında çalıştırılması yasak olmasına rağmen Barutçu Tekstil’de kadınlar bunları da yaşamış.

Ayrıca, uzun yıllar Barutçu Tekstil’de ve başka tekstil fabrikalarında çalışmış kadın işçiler sahip oldukları sağlık sorunlarından bahsettiler. Çoğu kadın bel fıtığı, fibromiyalji, vertigo gibi hastalıkları olduğunu söylediler. Meslek hastalığı olarak sayılması gereken türden hastalıklar artık bunlar. Meslek hastalıkları hariç, üretim alanında işçiler birçok kez iş kazası geçirmiş, fakat şirket hastaneye bile göndermemiş işçileri.

Kadınlar işte bu ağır çalışma koşullarına, düşük ücretlere, aşağılamalara ve baskılara karşı sendikalaşmaya karar veriyorlar. Daha iyi çalışma koşullarında çalışmak ve iş yerinde insanca muamele görmek için sendikalaştıklarının altını çiziyorlar. Kadın işçiler, hem kapitalist sömürü koşullarına hem de iş yerlerinde maruz kaldıkları cinsiyetçi baskı ve tacizlere karşı çeşitli yollarla direnmeye devam edecek. Sendikaların kadın işçilerin örgütlenmesine özel olarak eğilmesi ve ortaya çıkan kadın direnişlerinde kadınların öncülüğüne alan açması gerektiği çok açık. Emek örgütlerine, feminist örgütlere düşen ise bu direnişlere sahip çıkmak, kadın işçilerin özgün taleplerini daha görünür kılmaya çalışmak olmalı.

Şimdi, sendikal örgütlenmeye ilk katılan işçilerden olan ve Ekim ayında işten atıldığından beri direnişte olan Emine Varol’la yaptığımız röportajımızı ilgilerinizi sunuyoruz; 

Direniş süreci nasıl başladı? Sizi direnişe sürükleyen koşullar nelerdi, çalışma koşullarınız, kadın işçi olarak yaşadıklarınız, örgütlenmeniz nasıldı ve neler öğrendiniz bu süreç boyunca?

Emine: Biz sendikaya neden girmeye karar verdik? Neden böyle bir şeye kalkıştık? Bizim çalışma koşullarımız, çalıştığımız ortamda başımızdaki yöneticiler bize bağırarak çağırarak, insan yerine koymayarak, işçiye işçi gibi değer vermeyerek böyle bir şeylere kalkıştılar. Ben 6 senedir orada çalışıyordum ve 6 senedir de bu şekilde durum. Çok arkadaşım lanet olsun diye çıktı gitti bunların hışmından, bunların yüzünden işini bırakıp giden çok arkadaşlarımız oldu. Zaten insanlara az bir şey olduğu zaman, işlerine gelmediği zaman ‘kapı orda’ diyerek işten atmakla tehdit ediyorlardı. Öbür arkadaşım da ‘Aynısı benim başıma da gelecek, hiç uğraşmak istemiyorum’ diyor ve o da çekip gidiyor. İnsanları işten atmakla tehdit ediyorlar, tazminat falan vermek yok, insan gibi konuşma yok, karşına alıp da konuşacağın, derdini anlatacağın hiçbir kimse yok.

Bize erzak vermişlerdi, Ramazan Bayramı’nda verdikleri erzak kolisinde yağ yoktu. Kurban Bayramında tekrar erzak vereceklerdi, iki gün kala vazgeçtiler. Neden? İşçilerin arasında ‘Niye patron yağ vermedi?’ diye laf olmuş, patron buna kızmış, ‘Vazgeçtim vermiyorum’ demiş.

Ben çıkmadan üç gün önce de başımızdaki Şenol Bey, Bonotto müşterisi mal bakmaya gelmişti, tabii ki insanlar onlardan habersiz 1 metre kumaş bile göndermiyorlar, kumaşın hatasıydı vesaire onlara bilgi veriyorlar. Onların bilgisi dahilinde bu kumaşlar gönderiliyor. Müşteri kumaşı beğenmemiş, yerinde gelip kalite kontrolü yapmak istedi, yaptığı kalite kontrolü sonucunda da bu kumaşları bu şekilde olursa almayacaklarını beyan ettiler bizim başımızdaki şefe. Şef ve müdürlerimiz bu durumdan sonra hırsını alamadı, onlar gittikten sonra bağırıp çağırmaya başladı bize, makinenin üzerindeki keseri aldı, paletler geliyor, çiviler çakılıyor bazen, o çivileri çakmak için çekiçlerimiz oluyordu. O çekici bir aldı eline, esti gürledi. Buralar niye böyle, şuralar niye böyle, bunu niye böyle koydun diye bağırdı o gün…

Şimdi biz kendimiz poşetliyoruz topları, poşet kutusunun altına bir tane bütün poşet torbası koyduk ki biraz yüksek olsun, aşağı yukarı doğru belimiz ağrıyor, bel fıtığı da vardı bende ve oradaki çoğu arkadaşlarımda da var. Arkadaşa, ‘Niye koydun bunu böyle’ diye sordu. O, ‘Kolaylık olsun diye koyduk’ dedi. Bana geldi sordu, ben dedim ki ‘Yani abi hani pratik olsun çabuk çabuk yapalım, işimiz görülsün sonuçta müşteriye mal gidecek, yani biz senin işini yapıyoruz. Yine bağırmaya çağırmaya başladı. O bağırdıktan sonraki akşam, zaten sendika kapıya gelmişti bir ay falan oluyordu, ‘böyle gelmiş böyle gitmez’ diyerek sendikaya kaydımı yaptırdım. Üç arkadaşımın da kaydını yaptırdık, dört arkadaş biz sendikaya üye olduk. Biz işten çıkmak için üye olmadık, daha iyi şartlar altında çalışabilmek adına ben ve arkadaşlarım bu yola başvurduk. Sonuçta sendikaya üye olmak kötü bir şey değil. Onlar da zaten küresel firmalara çalışırken imzalar atıyorlar, bu imza attıkları sözleşmelerin içeriğinde de sendikaya karşı olmadıklarını söylüyorlar ama söyledikleriyle yaptıkları bir tutmuyor.

Ben sendikaya üyeliğimi yaptım, vardiya sorumlumuz iki gün sonra duymuş, duyduktan sonra Şenol Bey’e söylemiş. Şenol Bey de işte ‘Bunların isimlerini bana getir’ demiş. İsimlerimizi yazıp Şenol Bey’e atarken yanlışlıkla Gülşen arkadaşımın telefonuna da atmış mesajı, biz oradan anladık. Telefonunu alıp mesajı silmeye çalıştı. İki gün bizi sendika üyeliğinden istifa etmemiz için ikna etmeye çalıştı. ‘Bunlar asla sendikayı sokmazlar, patronun kırmızı çizgisi sendika, bu yoldan vazgeçin’ dedi. Ben de ‘Ben bir yola çıktım asla geri dönmem’ dedim ve ‘Çıktığım yol nereye giderse gideceğim, ben işten çıkmak için bu yola başvurmadım. Ben bir şeyler düzelsin diye, insana insan gibi davransınlar diye bu yola başvurdum. Bir günaydın demekten acizler, bağırıp çağırmakla olmuyor. Biz de laf söylemesini bilmez değiliz ama onların seviyesine düşmek istemiyoruz’ dedim.

İşten atılma ve direniş süreci nasıl gelişti?

Emine: Pazar günü sendikalı arkadaşlarla kahvaltıya gitmiştik. Kahvaltıda arkadaşlar resim çektiler, üye olanlar da olmayanlar da vardı, kahvaltı fotoğraflarını Whatsapp durumlarında paylaştılar. Pazartesi günü benim vardiyamı değiştirdiler, saat 2’de beni insan kaynaklarına çağırdılar, çıkışımı vermeye çalıştılar. Ben imza atmadım tabii ki. Çünkü yaptıkları suçlamaları kabul etmedim, ben hatalı mal göndermişim, böyle söylediler. Ben ve arkadaşım bu suçlamaları kabul etmedik. Savunmamıza imza attık, çıktık. Kabul etmedik çünkü bizi neden çıkardıklarını biliyorduk. ‘Bizi sendikaya üye olduğumuzu duyduğunuz için çıkartıyorsunuz o yüzden de ben hiçbir suçlamayı kabul etmiyorum çünkü bu kumaşları biz sarmadık, saran kişiler yukarıda çalışıyor.’ dedim.

Biz çıktıktan yaklaşık 2.5 ay sonra diğer arkadaşlarımızı da işten çıkarttılar, onların da sendikaya üye olduklarını duymuşlar. Onlar da kendilerini gizleyemediler çünkü gizlenecek bir şey yok zaten.  Onları da apar topar çıkardılar, şimdi de ‘Biz sendika işçisi olanı da olmayanı da çıkarttık, küçülmeye gidiyoruz’ diyorlar. Bu tamamen yalan, küçülmeye falan gittikleri yok, küçülmeye giden insan beşinci fabrikayı yapmaz.

Kadın işçi olarak yaşadığınız zorluklar neler?

Emine: Kadın olmak tabii ki zor. Kadın işçi olmak daha da zor. Çünkü kalkıyorsun işine gidiyorsun, evine geliyorsun. Yani fabrikada işçi olmak zorundasın, evde ev hanımı olmak zorundasın, çocuklarına anne olmak zorundasın. Gerçekten kadının yükü çok ağır. Bir de böyle psikolojik baskılara maruz kaldığın zaman, bir insan böyle şeyleri ne kadar kaldırabilir?.. Erkekler ne iş yapıyorsa sen de onu yapıyorsun ama erkekler kadınlar kadar direngen olmuyor… Onlar mesela bizim kadar direnemiyorlar, bizim kadar güçlü değiller yani buradan da bunu anladık.

Patronlar içeride bunları eğer çıkarmazsak başımıza musallat olacak diye düşündüler ama biz kapıda yine yeteriz onlara.  Biz hakkımızı arıyoruz, biz kanunsuz hiçbir şey yapmıyoruz, sendikalı olmak kötü bir şey değil aslında…

Buradan bütün emek dostlarına çağrı yapmak istiyorum. Bizim sesimizi duysunlar, bizim yanımızda olsunlar, bizim mücadelemize katılsınlar. Bugün bizim başımıza gelen yarın herkesin başına gelebilir. Biz, birlik beraberlik içinde olursak bir şeyler başarırız. Bir elin nesi var iki elin sesi var. İşçiyiz sonuçta, A fabrikasında başına gelmese B fabrikasında geliyor yani. Birlik olmaktan başka şansımız yok. Omuz omuza olmamız lazım, başka türlü bir şey yapamayız. Direne direne kazanacağız diyorum, yapacak bir şeyimiz yok kazanacağız, başaracağız. Düzen aynı sömürü düzeni. Patron ‘işçi kimmiş’ diyor ya, işçi varsa sen varsın, işçi var da sen patron olmuşsun. İşçiyi tanımıyorsan geç makinalarına kendin çalış. Patron ‘Fabrikayı kapatırım, yine buraya sendikayı getirmem’ diyormuş. Yüreği varsa kapatsın.

Bugün fabrika önünde çok kalabalıktık, basın açıklaması gerçekleştirdik. Patron camın arkasından bize bakacağına inseydi aşağıya, söz alsaydı. Bir iki kelime etmeye acaba yüreği yetiyor mu? Patron olmakla her şey olmuyor. Bu kadar işçinin hakkıyla vebali ile nereye gideceksin? 5 kilo yağı işçinden esirgiyorsun. Biz seni patron yapmışız oraya, o işçileri hakir görüyor.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir