İşçi Kenti Kocaeli’den Emek Tarihine Bir Bakış – Kent, Sendika ve Mücadele: Kocaeli Sendikalar Birliği

Arkadaşımız Ahmet Orhan’ın sitemiz için kaleme aldığı “Kent, Sendika ve Mücadele: Kocaeli Sendikalar Birliği” kitabının inceleme/yorum yazısını ilgilerinize sunuyoruz; 


“Her mücadele kazanımla sonuçlanmaz belki ama, her kazanım bir mücadele sonucunda elde edilmiştir”

Bu kitap, 12 Eylül Darbesiyle büyük yara alan Türkiye işçi sınıfının 1980 sonlarına doğru yeniden toparlanma döneminden 2000’lere, emek tarihine mâl olmuş büyük eylemlerin yaşandığı işçi kenti Kocaeli’de; dönemin yansımalarını, verilen sendikal mücadeleyi ve onun motor gücü haline gelmiş Kocaeli Sendikalar Birliği deneyimini dönemin tanıklarına anlattıran bir sözlü tarih çalışmasıdır.

22 Şubat 1983 tarihinde Türkiye İşverenleri Sendikaları (TİS) Genel Başkanı Halit Narin, şunları söylüyordu: “20 yıldır biz ağladık, onlar (işçiler) güldü. Dengenin bozulduğu bir ortamda 12 Eylül’e gelen olaylar yaşandı. Sendikalar, yalnızca sendikal faaliyet içinde kalmalıdır.” Darbe döneminin tarihi sözlerindendi bu sözler. 12 Eylül’de darbeciler en büyük darbeyi emekçilere, işçilere ve onların temsilcileri olan sendikalara vurdu. Birçoğuna göre asıl amaç da buydu zaten. Öyle ki, hükümetin yerli üretimi sınırlandırıp yabancı sermayeye kapılarını ilk kez açtığı, yeni ekonomik dönüşüm programını açıkladığı 24 Ocak kararları işçi ve emekçiler için yeni zamlar, yoksulluk, baskı ve mağduriyet demekti. Bu kararların uygulanmasının önünde çok ciddi bir toplumsal muhalefet vardı ve bu direncin bir şekilde bertaraf edilmesi gerekiyordu.

Yapılan askeri darbe ile, Türkiye’de demokratik ve sosyal haklar askıya alındı. Sendikaların çoğu kapatıldı, sendikacılar tutuklandı ve birçoğu idamla yargılandı. Fabrikalarda örgütlenen işçiler üzerinde yıldırma politikaları ile baskılar arttı. İşçi temsilcilerinin pek çoğu işyerlerinden uzaklaştırıldı. Darbeden bir ay sonra yapılan yasal düzenlemeyle kıdem tazminatına tavan uygulaması getirildi. Böylece 1936 yılında İş Kanuna giren Kıdem Tazminatı hakkına ilk defa sınırlandırılma getirilmiş oldu. 1983’e kadar geçen sürede 148 toplu iş sözleşmesi, Yüksek Hakem Kurulu tarafından bağıtlandı. Reel ücretler %40 geriledi. Türkiye işçi hareketinin en zayıf olduğu bu dönem 1985’e kadar sürdü.

Bu dönemden sonra işçi hareketi, kazanımlarla sonuçlanan ve darbeyle bir tür hesaplaşma olarak değerlendirilen 1985 Birleşik Alman İlaç, 1986 Netaş, 1987 Kazlıçeşme Deri İşçilerinin grevleriyle birlikte aynı yıl içinde Petrol İş sendikasının 63 farklı iş yerinde binlerce işçiyle başlattığı grevlerle yeniden varlığını hissettirdi.

1987 yılında Kocaeli Gölcük’te bulunan askeri tersanede, Silahlı Kuvvetler İç Hizmet Kanuna bağlı olarak çalışan işçiler, kazanımla sonuçlanan bir eyleme imza attılar. Hem de 7 yıl önce darbe ile yönetime el koyan bir güce karşı. Tersane yönetimi, subay ve işçilerin ortak kullandığı çıkış kapısını, işçilerin yağlı kıyafetlerinin subayların üniformalarını kirlettiği gerekçesiyle işçilerin kullanımına kapattı. Bir köprü (üst geçit) inşa edildi ve işçilerin burayı kullanmaları zorunlu hale getirildi. Harb-İş sendikası, “işçiler bu köprüden geçmeyecek” diyerek, 6.000 işçinin çalıştığı tersanede eylem kararı aldı.  İşçiler o gün yapılan tüm engellemelere rağmen barikatlarla kapatılan normal çıkışı kullandı. Bir süre sonra o köprü kimse tarafından kullanılmadığı için yıkılacaktı. Köprü orada bir semboldü; kol kola girmiş binlerce işçinin, birlikte karşılarındaki gücü nasıl aşacaklarını gösteren bir sembol.

Yine Kocaeli İzmit’te 1988 yılında, yerli üretime ket vurup dışa bağımlı hale getirilmek istenen bir sektörde, Türkiye Selüloz ve Kâğıt Fabrikaları AŞ (SEKA) işçileri, ilk defa grev kararı aldı. 133 gün boyunca devam eden bu ilk grevle birlikte SEKA işçileri, fabrika tamamen kapanana kadar(2005) mücadele sahasını terk etmeyeceklerdi. SEKA, kağıdın hammaddesi olan selüloz dahil, her türlü kağıdı üreten entegre bir kuruluştu. Ancak kent için sadece bir fabrika demek değildi; aynı zamanda okulu, kreşi, sineması, tiyatro salonları, spor kulüpleri ile bir yaşam biçiminin taşıyıcısıydı. Bu nedenle ilk defa hükümetle karşı karşıya gelen SEKA işçilerine kentte çok yoğun bir destek vardı. Hemen her gün yapılan yürüyüşler ve ziyaretlerle desteklenen eylem, bir kent direnişine dönüşmüştü adeta. Neredeyse Kocaeli’deki tüm sendikalar devredeydi ve sendikaların genel merkezlerine rağmen sürdürülen bir mücadele vardı.

Bu enerji ile sendikalara duyulan güven, sendikacıların yereldeki diğer meseleleri de gündem etmelerini sağladı. İşçilerin ücreti ve çalışma koşullarının iyileştirilmesine yönelik verilen mücadelenin yanında çevre, hastane, ulaşım gibi sorunlar konuşuluyor; bu sorunların çözümleri için sendikalara birlik çağrıları yapılıyordu. Sendikalardaki dikey örgütlenme, başlangıçta her ne kadar sürecin sekteye uğramasına neden olsa da, sendika şubelerinin çabalarıyla yerelde, neredeyse her sektörde çalışan işçilerin olduğu Kocaeli’de, farklı işçi konfederasyonlarına bağlı sendikalar ile hem kamu emekçileri sendikaları hem de işçi sendikalarının katılımıyla Kocaeli Sendikalar Birliği(KSB) oluşturuldu.

İşçinin özgüvenini sağlamlaştıran irili ufaklı bu eylemler aynı zamanda sendikalara karşı da güven bağını kuvvetlendiriyordu. Bu kuvvetli bağ; 89’da kamu işçilerinin hak arama mücadelesi olan ve literatüre Bahar Eylemleri olarak geçen 1989 Mart, Nisan ve Mayıs aylarındaki kitlesel eylemlere; 1990 sonlarındaki Zonguldak Büyük Madenci Yürüyüşüne; 3 Ocak 1991 Genel Grevi gibi Türkiye’yi sarsan büyük işçi hareketlerine dönüşecekti. Katılan işçi sayısı ve kaybolan iş günü açısından, o güne kadarki ülke tarihinde grevlerin en çok gerçekleştiği yıllar 1990 ve 1991 olarak tarihe geçecekti.

İşte bu kitap, tam da bu dönemi, yani darbe sonrası küllerinden yeniden doğan işçi sınıfının, kendi içinde oluşturduğu birlik ve sendikal dinamizm ile ülke gündemini yeniden belirlemeye başladığı günleri yerelden ve tanıklarının gözünden bir bakış ile aktarıyor. Bunu yaparken, o dönem yerel emek hareketinin çatısı olarak göze çarpan Kocaeli Sendikalar Birliği’ne yoğunlaşıyor. Geçmiş mücadeleleri anlamak için resmi tarihin ötesine geçip, kaynak kişilerle yapılan görüşmelerle, yazılı belgelerde olmayan birçok deneyimi gözler önüne seriyor.

Bu çalışma, 2019’da Hayat Bilgisi Okulunun (HBO) yeni dönem Emek ve Örgütlenme Özgürlüğü Sözlü Tarihi Atölyesinin çağrı metninde şu ifadelerle duyuruldu: “Kocaeli’nde yaşanan işçi direnişlerine/eylemlerine yönelik gerçekleştirilecek sözlü tarih görüşmeleri ile emek mücadelesinin tarihine bir pencere açılacaktır.”

Burada bir parantez açıp, Hayat Bilgisi Okulundan (HBO) bahsedeyim. HBO, 2016 yılında “Bu Suça Ortak Olmayacağız” adlı bildiriye imza attıkları gerekçesiyle, 1 Eylül 2016 tarihinde 672 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Kocaeli Üniversitesinden ihraç edilen akademisyenlerin “Bu Kenti Terk Etmeyeceğiz” diyerek, kentte oluşturdukları Kocaeli Dayanışma Akademisi (KODA) bünyesinde faaliyetlerine devam eden bir eğitim ve araştırma ortamı.

2019 Güz Döneminde, Emek ve Örgütlenme Özgürlüğü Sözlü Tarih Grubu olarak ilk üç hafta sözlü tarih yöntemi, içerik ve uygulama biçimleri ilgili araştırma ve tartışmalardan sonra Yücel Demirel, Metin Aksöz ve Çetin AK koordinatörlüğünde, 1987-2002 yılları arasında Kocaeli’nde sendika başkanlığı, işçi önderliği yapmış ve bu süreci birebir yaşamış 13 kişi ile toplam 27 saat süren görüşmeler gerçekleştirdik. Bu görüşmelerde elde edilen metin, çok sayıda sendika ve kişisel arşivle desteklenerek Hakan Koçak editörlüğünde kitap haline getirildi. Kitabın ilk baskısı Mart 2020’de yapıldı.

Kitabın ilk bölümünde, Kocaeli Sendikalar Birliğinin kurulmasında lokomotif görevi gören sendikalardan olan Harb-İş Sendikası eski başkanları İzzet Çetin ve Bekir Yurdakul ile 1987-1996 dönemini, daha sonrasında Selüloz İş Hukuk Müşaviri Murat Özveri ile SEKA işçilerinin yaşadıklarını ve genel olarak hukuk ve sınıf mücadelesinin kesişim noktalarını konuştuk.

İkinci bölümde Kamu Emekçilerinin 1990’larda Kocaeli’deki mücadelelerini Eğitim-İş Gölcük Şubesi başkanlığını yapmış Gani Yurtsever’den, Eğit-Der Kocaeli eski temsilcisi Ramazan Bilgener’den, Tüm Bel-Sen Kocaeli Şubesi eski başkanı Bedriye Yıldızeli’den, Eğit-Sen Kocaeli Şubesi eski başkanı Galip Dönmez’den, Sağlık Emekçileri Sendikası Kocaeli Şubesi eski başkanı Güner Kizir’den dinledik.

Kitabın son bölümünde, Kocaeli’de sürdürülen sendikal mücadelenin genel olarak işçi sınıfı açısından yansımalarını sendika yönetimi dışından isimlerle tartıştık. Eski SEKA işçisi Necati Altıntoprak‘tan, eski belediye işçisi Ali Kavak’tan, eski PETKİM işçisi Mehmet Türk’ten ve toplumsal mücadelelerin her zaman içinde olmuş bir esnaf olan Kamer Konca’dan sendikaların ülke siyasetine ve emek mücadelesine olan katkılarını değerlendirdik.

İşçilerin sendikalara yönelttikleri eleştirilerin yanı sıra, sendikacıların da bu anlamda özeleştiri niteliğindeki değerlendirmelerinin yer aldığı bu çalışma, geçmişi güzellemenin çok ötesinde günahıyla sevabıyla bir dönemi her yönüyle tanıklarının gözünden bizlere aktarıyor. Bu anlamıyla, emek hareketinin tarihi için değerli bir örnek teşkil etmekle kalmıyor, aynı zamanda günümüze ışık tutması bakımından da önem arz ediyor.

İş kolu/iş yeri ayrımı yapmadan, yatay bir şekilde örgütlenen bu sendika birliklerinin yerelden hareketle, sendikal mücadelenin yanında kentteki diğer sorunların çözümü için çalışması ve toplumsal muhalefetin odağı haline gelmesi bugün de ihtiyaç duyduğumuz değerli bir deneyim olarak karşımıza çıkıyor. Özellikle sendikalı işçinin “En kötü sendika, sendikasızlıktan iyidir” çaresizliğinin sendikacılar tarafından kullanıldığı bir vasatta, bu içine kapalı dikey örgütlenmelerle merkezileşmiş büyük iş kolu sendikalarından umudunu kesen, farklı sendikal mücadele ve dayanışma alternatifleri arayan yeni nesil için mutlaka incelenmesi gereken bir çalışma. 

 

 

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir