Ehli Sünneti Anlamak / Halklaşmak
Bence hayatın da tarihin de bir matematiği yok. Matematikten kasıt insanın binlerce değişkeni olan kaderi çözebileceğini, geleceği görebileceğini ve akıl yürüterek her şeyin yerli yerinde olacağını düşünmesidir. İdeolojiler böyledir. Halkı anlamak onun engin tecrübesinden faydalanmak yerine meseleleri bir matematiğe, mühendisliğe indirger. Mesela 2. Meclis’te sanırım Mahmut Esat Bozkurt eğer hıristiyan olursak her şeyin düzeleceğini söyleyerek, halktan kopmanın nereye ait olduğunu bilmemenin bir örneğini göstermiştir. Kafalarında şemalar var, denklemler var; eğer olursa memleket aydınlanıverecek. Halktan kopmuş ideolojik dünyada, her şey labaratuvarda deneylenmiş gibi kesin yasalara indirgenmiştir. Şu şöyledir, bu böyledir, her şey bir kitapta yazılıdır.
Aydınlanma doğaya, tarihin ve toplumun yasalarına hakim olacağını gelecekte Allah’a ve dine gerek olmadığını iddia ediyordu. İki dünya savaşı oldu milyonlarca insan öldü. Büyük acılar yaşandı, aydınlanmanın ve ideolojilerin iddiaları çöktü.
Matematik dediğim şeyi açarsak, diyelim orta sınıf bir beyaz yakalı, ev, araba, her şey yerli yerinde. Parayı kazanırım keyfime bakarım diye düşünür. Oysa bilmez ki hayat 2+2=4 değildir. Yani gün gelir, ölüm olur, afet olur, kaza olur matematik çöker. Çökmeye de bilir, bilemeyiz.
Tarih için de böyledir. Tüm tarihin yasalarını çözmek ve geleceğe dair kehanette bulunmak mümkün değildir. Neticede kafandaki tarih senin ideolojik ön yargılarınla kurulmuştur. Mesela tarihe ilerici-gerici saflaşmasından bakıyorsan halk hep gericidir. İslam tarihi içinde aynı şemalar kurmak bizi yanıltır.1000 yıl öncesini mesela kesin hükümler verecek şekilde bilemeyiz. (Daha Atatürk’ün doğum gününü bilmiyoruz değil mi?) Aldığımız eğitim, edindiğimiz fikirler, inançlar sonucunda biz de kendi kavramlarımızla tarihi anlamaya çalışır oradaki şahsiyetleri bir yere oturturuz. Bunlar bizim ideolojik olan dünyamızın kuruntularıdır. Mesela “Hz. Osman kapitalisttir” demek tarih bilmemek daha doğrusu tarihe avucunun içiymiş gibi davranmak demektir. Oysa bizim tarihi anlamamız çok sınırlıdır.
Allah zaferi ya verir ya vermez. Bunun bir denklemi yoktur. Bizim yapacağımız iyiliği emretmek kötülükten men etmektir. Pakistan tecrübesi iyi bir örnektir. Ne yapıldı? Teorik olarak bir İslam devleti kurulmak istendi. Olmadı; sonuç ortadadır. Çünkü kitaba bakarak, şemalar, denklemler, stratejiler kurarak devlet kurulmaz. Milletlerin, coğrafyaların bir tarihi, birikimi misyonu vardır. İslam için de böyledir. Peygamber efendimiz ölünce İslam bitti diyemeyiz. Devasa bir medeniyet birikimi vardır. Alimleri vardır, Endülüs, Osmanlı tecrübesi vardır. Bin yıl dünya İslam’dan sorulmuştur.
İslam’ı bugün hala kuvvetli bir alternatif oluşturabilecek büyük bir birikim olarak görüyorsak, dünyadaki Müslümanların büyük çoğunluğu olan Ehli Sünneti es geçemeyiz. Çünkü iyiliği oluşturmak halkı anlamakla mümkündür. Hayatın nabzını tutan, ritmi bozulmayan halktır çünkü. Tavaf halindedir, bulanmayan berrak bir sudur. Ritimden kopmak, tavafı terk etmek ise bunalımın dibidir. Bunalımdan ise hayır namına bir şey çıkmaz.
Halklaşmak biricik şeçenektir, yani halkaya inanmak. Türkiye’de halklaşmak, halkaya dahil olmak, tavafa girmek içinse Ehli Sünneti anlamak elzemdir. Şu türkülerde, şiirlerde, ağıtlarda bahsettiğimiz namuslu, çalışkan, fakir Türk halkı.
Ehli Sünnet esas itibariyle orta yolu, halkın engin sezgisini temsil eder. Merkez sağla kurduğu “kutsal ittifak” İslam dolayısıyladır. Cumhuriyetle kendisini öz yurdunda garip öz yurdunda parya olarak gören halk, ilk fırsatta merkez sağa yığılmıştır. Sünni halk açısından memleketin egemenleri gavur, dinsiz-imansız, televoleci kimselerdir. Sünni halk arasında düne kadar yaygın olan bir kanaate göre orduya aleviler hakimdir. Bu elbette böyle değildir; fakat şehit olduğuna inandığı oğlunu görmek için kışlaya giremeyen baş örtülü anne böyle düşünür. Aleviyi tehlikeli olarak görmesi kötüdür, ama Türkiye’de Alevilik halk açısından din dışılıkla eş görülmüştür. Halk kendine yakın bulduğu için Akp’ye oy veriyor. Karşı tarafın tek argümanı ise halkın bidon kafalı, geri zekalı olduğudur. Oysa Türkiye halkı anti-kapitalisttir. Hepsi asgari ücretten, patrondan, taşerondan, çalışma saatlerinden, geçim derdinden şikayetçidir. Ona özel bir kapitalizm eğitimi vermeye gerek yoktur. Sadece onun dilini yakalamak gerekir. Bu da Sünniliğin her şeyi mahvettiğini iddia etmekle olmaz.
Halka yeni bir din öğretmek değil kendimizi de işin içine katarak dini hatırlatmak lazımdır. Ehli Sünneti Emevi ile Muaviye ile bir tutmak hem tarihsel bir yanlıştır hem insafsızlıktır. Neticede Ebu Hanife fitne döneminde, Müslümanların birbirini boğazladığı zamanlarda başları omuzların üzerinde tutmaya çalışan adamdır. Orta yoldur. Bunun için halkın ekseriyeti O’na teveccüh etmiştir. Halk ise eninde sonunda ortak iyiyi bulandır.
Şunu yapanlar oldu. Eğer İslam memleketten giderse Türkiye aydınlık, süper bir yer olacak. Halk buna direndi. Türkiye halkı İslam’la uğraşanı her zaman itibarsızlaştırmıştır. Yani bütün Türkiye uyuyor bir Uğur Dündar uyanık diye bir şey yok. Aziz Nesin’in dediği gibi,” O kadar güzel uyuyordun ki Türkiyem, uyandırmaya kıyamadım” demek halktan kopmaktır. Nerede yaşadığını, halkını, üzerinde yaşadığı toprakların birikimini bilmeyen adamların bu kadar kibirlice uyku muhabbeti yapmaları ayrı bir konudur. Memlekette turist gibi yaşa sonra bir sürü laf. Geçelim.
Devleti anlamaya, ideolojileri anlamaya harcadığımız zamanı halkı anlamaya yöneltirsek çok daha hayırlı olur. Bakınız İslamcılar bir tane iyi film yapamadı. Çünkü hayatla ilgileri sahici değildir. Çok iyi filmler hep hayatın, halkın öyküleri ile oluşmuştur. İçinde halk olmayan hiçbir şey sahici değildir. O zaman kavramsal dünyalarımızdan, şemalardan, halksız ve ritimsiz bunalımlardan kurtulmak şarttır.
Neticede Türkiye’de dindar dediklerimiz Ehli Sünnettir. Orayı anlamadan, kazanmadan yapılacak bir şey yok. Bu bir kuyrukçuluk değil. Yarın ben Şia olsam ne değişecektir? Bunların hiçbir önemi yok. Bin yıl önce kimin halife olacağı bizi ilgilendirmez. İslam tarihi içindeki ayrılıklardan kendini inşa etmek, bin yıl öncesinden dostlar ve düşmanlar edinmek faydasızdır.
Geleceğe dair planlar yapmak, denklemler kurmak, aforizmalar patlatmak, nirvanaya ulaşmak yerine halka gitmek onu anlamak, iyiliği emretmek kötülüğü men etmek, hepsi bu.
Son söz: Hepimiz topluca şair, yazar, düşünce adamı olamayız; ama hepimiz topluca insan olabiliriz.
(Kaynak: Adil Medya, 1 Ağustos 2012)
Dilaver Demirağ’ın 2 Ağustos 2012’de Adil Medya’da yazdığı “Üçüncü Yolun Olanakları” başlıklı cevabi yazısı için bkz. http://www.adilmedya.com/sifir-baslangic-mi-gelenege-itaat-mi-ucuncu-yolun-olanaklari-h31785.haber
Eğer Demirağ’ın yaptığı gibi, ilk yol “sıfır başlangıç”, ikinci yol ise “geleneğe itaat” olarak konursa, ikisinin dışında “üçüncü bir yol” tutmak gerektiğini kabul etmek gerekir. Bu aslında “üçüncü yolcu”luktan ziyade bir “ortayolcu”luktur. İki aşırılığın ortasını bulma şeklindeki bu düşünce tarzına mezhepler tarihinde de sıkça rastlarız. “Fiili yaratan insan” ile “iradesiz insan”ın arasına “kesbeden insan”ı, bir anlamda “cüzi iradesiyle niyeti ortaya koyan insan”ı koymak, Türkiye’de büyük ölçüde benimsenen Maturidi akaidinin temel “ortayolcu” yaklaşımlarından biri sayılabilir. İsmet Özel’in Üç Mesele‘ye sonradan eklediği “Radikalizm ve Ütopya” başlıklı yazıda geliştirdiği, hem “geleneğe düşünsel eleştirel mesafe”yi (düşüncede radikalizmin kabulü) hem de “gelenekten hareket etmenin kaçınılmazlığı”nı (eylemde radikalizmin ve ütopyacılığın reddi) savunma tavrı da benzer bir “ortayolcu”luk olarak düşünülebilir.
Bu konunun çağrıştırdığı bir yazı daha var. Melek Arslanbenzer’in 23 Eylül 2010 tarihli Popülist Kültür’de yazdığı “Üçüncü Bir Yol yahut Zokayı Yutmak” başlıklı yazısı (http://www.populistkultur.com/ucuncu-bir-yol-yahut-zokayi-yutmak). İki sene kadar önce yazılmış bu yazının içeriği Sünnilikle ilgili değil. Ama genel olarak “üçüncü yolcu” düşüncenin barındırabileceği bir bulanıklığı eleştirmesi açısından önemli. Bu yazıya göre, halkçılığı reddetmek birinci yol. Halkçılığı savunmak ikinci yol. Üçüncü yol ise halkçılığı reddederken bu reddediş sonucunda payına düşen muhalif rolün sertliğini ve keskinliğini üstüne almayıp topu taca atmak anlamına gelebiliyor. Bu “üçüncü yolcu” düşünce, somut olayları felsefi zemine çekerek orada bırakmanın sonucu gibi de okunabilir.
Valla ben hem halk, hem halka kelimelerini bir arada görünce şu marşı dinlemeden dayanamıyorum, aklıma ilk bu geldi
http://www.dailymotion.com/video/xf7qmv_yolunda-yslamyn-kardeyleri-olalym_creation
Bu da canlı performans, 90larda islamcılar, tam Bosna savaşı sırasında
http://www.youtube.com/watch?v=K6axgcPjANk
Ya birileri İslamcılar şunu yapamadı, bunu yapamadı gibi cümleler görünce dayanamıyorum, peki yazıyı yazan o zaman kim olarak konuşuyor?
Alperen ya, yazıdaki “islamcılar şunu yapamadı” muhabbeti epey tali değil mi? Ben de doğrusu bu tip büyük genellemelerden rahatsız oluyorum. Sonuç adalet için özveriyle mücadele ettiği düşüncesindeki bu tip büyük hareketlere dair böyle hafif tepeden bir lafla genellemeler yapılınca epey bir haksızlık yapılmış oluyor evet. Ama yazıyı bi daha okudum şimdi de o muhabbet epey tali sanki, yani sinema muhabbeti, ki onu da epey kişi dillendirir, ben sinemadan anlamam ama çok duyduğum bir laf. Velhasıl oraya gıcık olup yazıyı harcamış mısın acaba diye bir dürteyim dedim kardeş, asıl içeriğe ne diyorsun doğrusu merak ediyorum.
Hariciler zamanında “Allah’ın hükmü”nü hakim kılmak için mücadele ettiler ve gerçek şu ki herkesi kafir ilan edip, Müslümanlara düşman oldular. Bugün yeniden bize haricileşin, Müslümanların hepsini kafir ilan edin deniyor. Geleneğe düşman olun, halktan umudunuz kesin deniyor. Yok artık, buraya kadar. Müslüman diğer Müslümanları anlamak durumundadır.
“islamcı abiler bize emek diyen adalet diyen bir dil bırakmadı ki mirası reddettik diyelim, niye çemkirirler bize sol söylem diye ” demiştiniz bir zamanlar, kafam karıştı.