Felafel, Humus ve İş Cinayetleri – Belirsizliklerin Ağında Suriyeliler

İstanbul’a neredeyse Suriyelilerle aynı zamanda gelip yerleştim. İlk günlerden bu yana bir Arap kültürü muhibbi olarak yerleşimlerini, davranışlarını çeşitli vesilelerle gözlemleme imkanı buldum. Tabi buna karşılık “ev sahibi” Türk toplumunun da… Bu manada serbestçe düşündüklerimi yazmak istiyorum. Düşüncelerimi bireysel karşılaşmalarıma dayanarak yazıyorum, genellemelerim sorunlu olabilir.

Dilenciler

Çocukluğu köpekleri “arap” diye çağırarak geçmiş, bol miktarda milliyetçilik yüklü, anti-akp kimi arkadaşlarımın daimi bir dilencilik mevzuundan bahsettiklerini duyardım. Cidden de o yıllarda özellikle metrobüs havalilerinde bol miktarda dilenen ve bir şekilde Suriyeli olduğunu belli etmeye çalışan insanlar bulunurdu. O zamanlar Türkçe bilen Suriyeliler buldukları her fırsatta bu dilencilerin kendilerinden olmadıklarını söyler dururdu. Bir rivayet bu kişilerin Türkiyeli olup Suriyeli kılığında dilendiği, bir diğer rivayet de bu kişilerin Suriye çingeni oldukları yönündeydi. Hatırladığım kadarıyla kimi Suriyeliler bu kimselere yardım edilmemesi için açıktan çağrı da yapıyordu.

Ben bu dilencilik meselesinden bahseden arkadaşlarımın yüzlerinde bir tiksintinin izlerini sürerdim. Bu kimselerin ekonomik olarak bir tık daha rahat olduklarını da söyleyebilirim.

Daha sonraki yıllarda Susan Fiske gibi çeşitli araştırmacıların tiksintiye dair yazdıklarını okudukça (bkz. Kalıpyargı İçerik Modeli) onların bakışlarını daha iyi anlamlandırmaya başladım. Suriyeliler onlar için hem tehlikeli ve kötü niyetli hem de bu niyetlerini gerçeğe dökemeyecek kadar zayıflar. Onlara bir insana değil de bir taşa bakar gibi bakıyorlar.

Muhacir-Ensar

Mültecilerin kabulü sırasında yöneticilerin savaşın hemen biteceğini düşündükleri çokça tekrarlanan ve bilinen bir durum. Savaş bitmedi, mültecilerin sayısı arttıkça arttı. Artık sadece metropollerde değil en ufak yerleşim birimlerinde bile onlara rastlıyordunuz.

Suriyelilerle Türklerin arasındaki ilişkiyi isimlendirmede birçok terim kullanıldı. Bunlardan bir tanesi ensar ve muhacir kardeşliğine atıf yapandı (Hey gidi çağrı filminde talaal bedru aleyna’nın söylendiği sahne!).

Çok fedakarlıklar yapıldığını biliyorum. Şahit olduklarım oldu. Bununla beraber aradan geçen yıllara rağmen ensar-muhacir kardeşliği tesis edilmedi. Günümüzün muhacir ve ensarlarını dünün muhacir ve ensarlarına kıyas etmek bazı noktalarda aydınlatıcı olabilir. Medine’ye gelen muhacirler sürekli yardım alacak bir pozisyonda bırakılmak yerine iş-güç sahibi edilmiş ve tam anlamıyla topluma entegre olmuşlardı. Suriyeliler Türklerin yapmak istemedikleri, ağır, güvencesiz işlere yöneldiler. Çoğu kayıtsız ve güvencesiz işlerde, çocuk yaşta çalışan mülteciler işleri ellerden almakla da itham edildiler. Ensar-muhacir karşılaştırmasından çıkacak bir diğer ilginç nokta da hicretten sonra ilk İslam toplumunda oluşan asli yarığın Mekkeli göçmenler ve Medineli ev sahipleri arasında olmak yerine göçmen Mekkeliler’in kendi arasında olmasıdır. Bizde ise asli yarık Suriyelilerle Türkler arasında…

Mısır’da İsrailoğulları

Kutsal metinlerde geçen tek göç sadece Mekke’den Medine’ye olan değil. Suriyelilerin Türkiye’ye hicreti bir anlamda İsrailoğullarının Mısır’a gidişiyle de benzer noktalara sahip. En azından ufukta böyle bir ihtimal mevcut. Bildiğimiz gibi Hz. Yusuf’un ailesi onu bulduktan sonra gelip Mısır’a yerleşir. Hz. Yusuf’un idareci pozisyonda bulunduğu dönem geçtikten sonra göçmen olan İsrailoğullarına artık kötü bir gözle bakılmaya başlanır. Ülkenin ağır, güvencesiz işleri onlar üzerine yıkılır. Ta ki yönetenlerce ve toplum tarafından ucuz iş gücü kabul edilen İsrailoğulları Allah’ın gösterdiği yolu izleyerek ülkeden çıkana dek.

Ülkemizde Suriyelilere yönelik ayrımcı davranışların büyük miktarda olmadığı ve nadirattan olduğu iddia edilebilir. Bununla birlikte Suriyelilerin Türkiye’deki varlığı hala tanımlanmamış durumdadır. Yönetim pozisyonundaki kardeşlerinin durumuna ya da ülke yönetimindeki dalgalara tabidir.

Geçişlilik Hiç mi Yok?

Vatandaşlık alan Suriyelilerde gördüğüm kadarıyla hızlı bir uyum söz konusu. Kişinin sosyoekonomik durumu, yaşam tarzı belirleyici olmakla birlikte Suriyelilerin Türkiye toplumuna karışması oldukça kolay görünüyor. Bununla beraber bu kesim tabi ki oldukça azınlıkta.

Okullarda okuyan çocukların tecrübeleri iyi de olabilir kötü de olabilir. Hızla Türkçe öğrenebilmiş ve derslerinde başarılı olan öğrenciler olduğu gibi adapte olamayan birçok öğrenci söz konusu. Devletin eğitim politikası da geçicilik temelli bir yaklaşımla başlamıştı, uzun zaman tam ne yapılacağı bilinemedi. Asıl sorun okula gidemeyen çocuklar.

Liseye devam eden çocuk sayısı oldukça az. Büyük miktarda çalışan çocuklar söz konusu. Kayıp nesil diye anılan bu neslin entegrasyonu zor bir soru olarak karşımızda duruyor.

Behjeli, Kılışdaroğlu ve Rejeb Tayyib Erdoğan

Arap arkadaşlarımda beni başından beri en çok şaşırtan özelliklerden biri de Türk siyasetine vukufiyetleri olmuştur. Türkiye’de yaşamaları gerekli olmaksızın Araplar Türk siyasetinden haberdardı. En azından benim gördüklerim.

Arap arkadaşlarla bazı konuşmalarımda içinde bulunulan bağlam içinde Erdoğan fakir fukaranın temsilcisi bir pozisyondaydı. Mısır’lı bir arkadaş çocuğumun adını Recep Tayyip koyacağım demişti. Bir Arap ülkesinde bir otelde çalışıyordu ve ülkesinin yöneticilerine öfkeliydi. Çeşitli vesilelerle bu insanlar için Erdoğan adının ezilmişlere dair bir umudu temsil ettiğini gördüm. Türk siyasetine dair görüşlerimi bu tür ortamlarda bir tür günah gibi taşıdım. İçimden sık sık keşke dedikleri gibi olsa, keşke ben yanılıyor olsam dediğim oldu. Arap toplumunun maalesef ümit bağlayacak pek kimsesi yok. Erdoğan’a bağladıkları ümidin boş olduğunu söylemek bir tür beddua gibi olurdu. Yine hayal kırıklığı yaşayacaklarını tahmin etsem de söylemeye dilim varmadı.

Karşılaştığım bir çok mülteci Türkiye’de yaşadığı sorunlardan bahsetse, şikayetçi olsa da bunları Erdoğan’a kesinlikle hamletmez. Erdoğan onlar için yaşadıkları sorunların kaynağı değildir, onu kendi taraflarında bir güç olarak görürler. Türk Akp muhalifleri arasında Suriyeliler hususunda Erdoğan’ı eleştirirken kullandıkları “sınırı açar salarız” cümlesinin bir mülteci tarafından eleştirildiğine ne gündelik hayatta karşılaştığım insanlarda ne de sosyal medya hesaplarında rastladım.

Erdoğan popülaritesi azalıp artsa da Türkiye içi bir yana dünya genelinde de Araplar için oldukça cazip bir lider profili. Arap toplumu içinde Akp dışı siyasi partilere iyi gözle bakanlar, vatandaşsa oy vereceğini söyleyenler oldukça azınlıkta. İlginç bir örnek kadın olduğu için İyi Parti’yi desteklediğini söyleyen birisiydi. Bunu gazeteden okumuştum sanırım.

Sol harekete dair Suriyelilerin kendi bagajları da var. Ruslar-Baas ilişkisi, Suriye toplumunun dindarlığı ilişkiyi engellemekte etkin olabilir. Belki sol hareket göçmenlerin sorunlarına ciddiyetle eğilir, onlar için mücadele ederse uzun erimde başarılar olabilir.

Suriyelilerin Türklere Bakışı

Türklerin ensar-muhacir muhabbetini atlayıp ev sahibi-misafir muhabbetine geçmeleri epey zaman önce oldu. Talihsiz bir hususlardan biri de Arapçada misafir kelimesinin Türkçe’de ifade ettiğinden daha çok mobilite ifade etmesiydi. Türkçe’de misafir daha çok bir yerde kalan kişiyi ifade ederken Arapçada daha çok yolculuğu ifade ediyor.

Misafir ilk kaldığı günlerde ev sahibine bolca teşekkür ediyordu. Bununla beraber ev sahibi teşekkür beklemeye devam etti. Ev sahibinin misafir gözündeki algısı da zamanla kaymaya başladı. İlk önce diktatörlükten ve savaştan kaçtığı bağlamda kendisini evinde misafir eden kişiden onu fabrikasında üç kuruşa çalıştıran, hakkını vermeyen ve daima teşekkür bekleyen patronuna döndü.

Tam bu haldeyiz denmesi imkansız tabi. Bununla birlikte buraya doğru gidiyoruz.

Araplar ve Kürtler

Suriye rejimine ikrah ederek kah Türkiye’ye gelmiş, kah dağları tepeleri aşıp Avrupa’ya gitmiş Suriyeli Araplarda Kürtlere/Kürt sorununa karşı daimi bir “Türk” gibi hissetme fenomenini yakaladım. Onlar da kendi ülkelerindeki Kürt sorununa Türklerin kendi ülkelerindeki Kürt sorununa baktığı gibi bakıyorlardı.

Suriyeliler Sağına Dönse?

Akp’nin seveninin çok olduğunu biliyoruz. Bununla birlikte gördükçe beni şaşırtan durumlardan birisi de Mhp’nin sevenleri olduğunu görmek oldu. Türkmen değillerse Suriyelilerin nasıl Türk milliyetçiliği içine dahil edilebililecekleri muamma. Bir iki nesil sonra tamam ama ya şimdi? Kendini Türk hisseden Türk’tür mü acaba?

Suriyeliler Soluna Dönse?

Türkiye’de sol hem kel hem fodul. Ne Suriyelilere iyi bir gözle bakıyor ne de onları koruyabilecek, haklarını savunabilecek bir adres. Suriyelilerin sola dönmesi için şu an zerrecik boyutunca dahi bir sebep mevcut değil.

Suriyeliler Arkasına Dönse?

Suriye’de savaş ufalıyor ufalmasına ama ülkenin normaline dönmesi belki mümkün olmayacak. Geri döndüğünde göreceği kötü muameleden korkanlar bir yana bir çok insan çocuklarının geleceği adına dönmemesi gerektiğine inanıyor. Dönmek istemeyen çok, ne olacakları ise meçhul…

Suriyeliler Ne Yapsa?

Bilmiyoruz. Başlık Türkiyeliler ne yapsa olsa daha doğru olur herhalde. Eşitlenelim derim.

Türkler Ne Yapsa?

Eşitlenelim sözüne insanları nasıl ikna edeceğimi bilmiyorum. Suriyelilerin Türkiye’ye gelmesine halk büyük ölçüde kötü bakmasa da (mesela Murat Erdoğan’ın araştırmalarında böyle bir sonuç çıkıyordu) vatandaşlık almalarına ekseriyetle karşılar.

Göçmenlerin vatandaşlığı meselesinde Türkleri ikna, belirli ortak noktalara vurgu ile başarılabilecek bir husus gibi görünüyor. Kabaca dini, milliyetçi, evrensel değerlere vurgu yapan kimi argümanlar denenebilir. Karma bir argüman olarak Osmanlı arada derede kullanılıyor. Tüm inananların eşitliği vs. argümanı da bir yanda kullanılabilir. Milliyetçi argüman Türkmenler için kullanılabilse de Araplar için zor. Evrenselci değerler üzerinden argüman geliştirenlerin bu değerleri kabul edenlere durumlarını anlatmaları daha zor sanırım.

Yine de otoritenin mucizevi güçleri var. Normun topluma yayılmasında epey etkili olduğunu gösteriyor/göstermeye çalışıyor araştırmacılar. Akp-Mhp ittifakı mültecilerin de Mhp’ye bakışını etkileyebilir. Etkilediğini gördüğüm birçok insan oldu.

Biz Ne Yapalım?

Belki ara ara oturup bunu konuşmalı. Suriyeliler bu ülkedeler ve çoğu gitmek istemiyor/istemeyecek. Türkiye üzerine yapılan her konuşma artık Suriyelileri de hesaba katmalı. Suriyeliler ucuz, kayıt dışı işgücü olarak kalmaya devam edecek. Okula gidemeyen, akranı Türklerle sosyalleşemeyenler belki de geleceğin en rahatsız ve sorunlu kesimini oluşturacak. Bu kişiler kendilerine haksızlık yapan işverenlerine karşı bir şeyler yapmak istediklerinde yanlarında kimseyi bulamıyorlar. Gelecekte de bulamayacaklar.

Arapça tabelalar her kaldırıldığında içimizi bir sıkılma alıyor. Gerçi Kürtlere yapılan muamele göz önünde bulundurulduğunda müsamahakarlar bile denilebilir. Yine de biz açılım yıllarını gördük. Ülkenin en muhafazakar topraklarında en muhafazakar kesimler kendini Kürt sorununu ve haksızlıkları tartışırken buldu. Süreci kabul etti. “Kürtçe konuşurken birini görürsem saldırırım” diyenler için Kürtçenin normalleştiğini görmek hayatımın en dehşetengiz anlarından biriydi. Tabi tersi de.

Birçok şey mümkünat dairesinde. Epey devletin yapması gerekenlerden konuştuk. Biz ne yapmalıyız sorusuna bir cevabım yok.

Tarlabaşı’nda bir cevap var mesela.

*Öne çıkan görsel: İsmail Shammout’un A Flower On His Grave adlı tablosu. (Editör Notu)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir