Gazali, Selçuklu’nun en güçlü olduğu ve aynı zamanda ortalığın toz duman olduğu bir zamanda yaşadı. Dönemin en güçlü simalarından biri olmasına rağmen devletin resmi uleması olarak bu kadar halkçı/halkın tercihlerine göre yazabilmiş olabilmesi beni hep şaşırtmıştır. Dönemdaşı sayılabilecek İbn-i Sina ve Farabi’nin dini, avam için söylenmiş bir söze indirgeyen elitizmiyle mücadele ettiğini okuyabiliyoruz Gazali’nin… Bu anlatımımdan koca İbn-i Sina’yı ve Farabi’yi harcadığım sakın düşünülmesin. Açmaya çalışacağım.
İbn-i Sina, Farabi ve Kindi gibi düşünürlerin açtığı tartışmalar oldukça derinlikli ve esaslı tartışmalar. Buna İbn-i Rüşt’ün ve diğerlerinin ortaya koyduğu büyük meseleleri eklediğimizde İslam düşüncesinin insanlığa yaptığı devasa katkıyı rahatlıkla görebiliriz.
Tartışılan devasa meselelerden ve tartışmalardan bu kısa makale ile çıkmak elbette zor. Fakat görünen o ki Gazali bu tufanda her şeyi yerli yerine koymaya çalışan, bir sürü kafa karışıklığının içinde çareler arayan halkçı bir çizgiyi ısrarla savunmuş. Devletçiliğini ise ayrı bahis olarak ele almak gerekir. İslam dünyasının büyük ayrılık yıllarından sonra bir daha sakinleşmeyen ortamı uzun bir süre teselli eden, diğer fikirleri ise mahkum ederek bir “barış” sağlayan adamdır diyebiliriz Gazali için.
İslam toplumundaki düşünsel ayrılıklar ve aykırılıklar o kadar büyük ki bütün taşlar, bütün sabiteler tartışma düzleminde yerinden oynuyor. Bu dönem için ayrıca zihni bir anarşi dönemi diyebiliriz rahatlıkla. O dönemde Şia’nın tarih görüşünü halkın benimsemesi ise hayli zor. Hz. Ali ile saf tutmayan sahabeler için söylenenlerin kabullenilmesi büyük kitle için oldukça netameli bir durum olarak duruyor.. Bahsi geçen kişilerin peygamberin en yakınlarındakiler olması durumu zorlaştırıyor haliyle.. Algılar düzeyinde dini yorum tercihlerinde yaşanan travmalar oldukça ileri düzeyde o dönem için.
Bu vasatta Hanefiliğin oldukça toparlayıcı bir yorum olması ayrıca görülmelidir. Peygamberin arkadaşlarını yerli yerine koyma girişimidir ve aynı zamanda halkın zihnini toparlamaya dönük önemli bir hamledir. Fakat diğer taraftan ehli sünnetin iktidarcı yorumu bu dönemi itibariyle çok ince olan müdahaleyi iktidarların lehine bir yoruma çeviriyor. Hatta öyle ki bir süre sonra Muaviye ve Yezit gibi “sevilmeyen”ler muteber bir konuma geliyorlar. Sıkıntı burada başlıyor ve Ebu Hanife’nin büyük travmayı aşmak için ortaya koyduğu tez iktidarın her yediği haltı meşrulaştıran bir yoruma dönüştürülüyor.
Bugün ehli sünnet maalesef bu travmayı hala atlatabilmiş değildir. Netice itibarı ile bir yanlış üç doğruyu götürmüş oluyor. Kitabi anlamda hakimiyet kurarak dönüşen bu yoruma rağmen Sünni halk başka bir izlekte seyrediyor. Onun vicdanında, günlük hayatında yaşayan ve yapay ayrımları kabul etmeyen bir din anlayışı bir şekilde yaşamaya devam ediyor.. Halk Ebu Hanife’nin açtığı alanı kullanma gayretinde devam ediyor. Maalesef siyasi menşeili çıkar ilişkileri bu dinamik yapının üstünü örtmek için tüm araçları devreye sokmaktan imtina etmiyor..
Halk biraz Keloğlan gibidir. Ne yapacağını tam olarak kestirememektedir. Nuri Bilge Ceylan’ın ifadesiyle yalnız ve güzel ülkemizin halkı gibidir. Keloğlan saftır, temizdir, iyilikten, adaletten yanadır, mazlumdur. Fakat şaşkın ve çaresizdir aynı zamanda. Özellikle baş döndürücü dünya işlerinde kurnazlığı, şeytanlığı beceremez. Pek göstermese de derin bir sezgisi vardır. Gazali “Keloğlan”’a sahip çıkmıştır. Onun ihtiyacı olan şeyi tanımlamıştır. İbn-i Sina ve Farabi gibi hakikat arayıcıları ise halkı biraz avam bulmuştur.
Şia’nın travmatik tarih görüşü ve oradan doğan bir sürü marjinal görüş karşısında Gazali bu tufanda dini ve halkı korumaya çalışıyor. Fakat İbn-i Sinaların, İbn-i Rüşdlerin açtığı tartışmayı kapatması ile neticelenen bir süreç yaşatmış olmasının bedeli maalesef ağır oluyor. Çünkü ahlakın gelişmesi için akla ve iradeye ihtiyaç var. Ahlak ise güçlü ve iradeli insanların işidir. Bunun için aklı, ahlakı, ve iradeyi güçlendirmeliyiz. Artık Gazali’nin ördüğü elbise dar gelmektedir.
Sonuç: Keloğlana sahip çıkalım.