Kuran’dan Notlar – Bizi Esenliğe Çıkaracak Nefes

Nas Suresi: “1. De ki: “Sığınırım insanların Rabbine, 2. insanların hükümdarına, 3. insanların İlahına; 4. o sinsi vesvesecinin şerrinden, 5. ki, insanların sinelerine vesvese verir durur. 6. Gerek cinlerden, gerekse insanlardan (olsun).” (Elmalılı Hamdi Yazır Mealinden)

Felak Suresi: “1. De ki: “Sığınırım o karanlığı yararak çıkan sabahın (felak) Rabbine, 2. yarattığı şeylerin şerrinden, 3. Çöküp bastırdığında felaketli bir karanlığın (ğâsık) şerrinden, 4. o düğümlere üfleyen üfürükçülerin şerrinden 5. ve kıskançlık gösterdiğinde bir kıskancın şerrinden!” (Elmalılı Hamdi Yazır Mealinden)

Bu iki sure ne yazık ki İslam’ın cinci üfürükçü hocalara teslim olmasının bir delili olarak sunulur günümüz İslam toplumu tarafından. Halbuki öyle mi?

Cinleri reddeden bir insan değilim. Zaten pozitivist bilimi değil de, felsefe ve şiir birikimini dikkate alacaksak, yani Sokrates, Hölderlin, Baudelaire, Rimbaud gibileri nazara alacaksak her insanın bağrında demonik[1] güçler yatıyor. Ve pozitif bilimlerle açıklayamadığımız bu demonik güçler bazı zamanlarda insanı ele geçiriyor. Ve bazen çok büyük kötülüklerin fakat bazen de insanlığa ışık tutan çok yüksek yaratıcılıkların menşei oluyor.

Bu konuya geleceğim. Fakat cinci hocalarla ilgili söyleyebileceğim tek şey şu: El-Metalib Ul-Aliye[2] adlı hadis kitabını ciddiye alacaksak bir peygamber dostunun eşi cinci hocalardan bir dua almış, onu bir ipe okutmuş saklıyormuş. Kocası bunu haber aldığında eşine demiş ki: “Muhammed bu toplumdan şirki kaldırdı. Sense şirki yeniden diriltiyorsun.”

Zaten Kuran’da cinlere adanmış Cin Suresini bir bütün halinde dikkatle okursanız orada Allah cinlerin evren ve insan üzerinde herhangi bir egemenliği olmadığını söylüyor. Ve Allah’ın mescidlerinde cinler dahil hiçbir varlığa tapılmaması gerektiğini, yani onlardan yardım mardım istenilmemesi gerektiğini söylüyor.

Cinler var mı? Sokrates’ten Hölderlin’e gelen geleneği izleyeceksek var. Fakat Kuran’da cin kelimesinin geçtiği her yerde bu demonik güçler kastedilmiyor. Burada uzun uzun tefsir yapmayacağım. Fakat bir sonuç cümlesi olarak söylemek gerekirse örneğin En’am Suresi’ndeki cinler bildiğimiz ateşten yaratılmış cinler değil, derin devlet güçleridir, yani gizli saklı hareket eden casusluk teşkilatlarıdır. Gladio gibi… Süleyman kıssasındaki cinler, yine bildiğimiz ateşten yaratılmış cinler değil, Süleyman’ın emrindeki yabancı askerler, bilim insanları filozoflar vs. dir. Ahkaf Suresindeki cinler ise yine ateşten cinler değil, Muhammed’in toplumuna yabancı başka kavimlerdir. Zaten ‘cin’ kelimesinin kökeni ‘bilinmeyen, yabancı’ gibi anlamlara geliyor. Rahman Suresindeki cinler ise sanıyorum ateşten cinleri anlatıyor. Fakat orada da insanları ve cinleri anlatırken bu iki dünya arasında bu iki dünyanın birbirine karışmasına engel olan bir berzahtan bahsediyor. Zaten Cin ve Ahkaf Surelerini dikkatle okursanız o surelerde Hazret-i Muhammed cinlere temas haline geçmiyor. Hazret-i Muhammed’e Allah tarafından cinlerin kendisini dinlediği haber veriliyor sadece.

İslam’da cincilik ve büyücülük üzerine son not olarak şunu söyleyeyim: Hadis kitaplarında konu hakkında rivayetleri tahrifattan arındırıp bir bütün halinde ele alırsak, Hazret-i Peygamber’e büyü yapıldığında Hazret-i Peygamber bu büyüyü hiç ciddiye almıyor. Ve Felak ve Nas surelerinin şifa için yeterli olduğunu söylüyor. 

Yani cinlerden ve büyüden korkan insanlara Felak ve Nas surelerini okuyarak Allah’a sığınmak yeterli eğer kişi böylesi gaybi güçlerden korkuyorsa. Ve bunun ötesinde üfürükçülerden, cinci hocalardan, büyübozuculardan vs. gibi şarlatanlardan medet ummak Cin Suresini ve yukarıda Peygamber dostunun söylediği sözleri ciddiye alacaksak birazcık şirke giriyor. Ki zaten vahyin ilk indiği sahabe toplumunda cinleri ilk elden bilen insanlar olarak böylesi saçma kurumlara rastlamıyoruz.

Bu girizgahtan sonra… Nas ve Felak Surelerinin meselesi gerçekten cinler midir, büyü müdür yoksa başka bir şey midir? Ben bu iki surenin son derece ciddi toplumsal ve siyasal mesajları olduğunu söyleyeceğim. Bu toplumsal ve siyasal boyutu ele almadan yapılan tefsirleri üfürükçü hocalara prim vermemek kaydıyla kabul ediyorum. Zaten Kuran çok anlamlı bir kitap. Her müfessire, o müfessirin birikimine göre farklı şey anlatabiliyor. Bu çoğul anlamlar bazen çatışma çıkarabiliyor. Fakat bu çoğulluk, bazı temel prensiplerde anlaşmak koşuluyla kavga sebebi olmamalı. Aksine bu çoğulluk Kuran’ın kendi kuşatıcılığından doğuyor.

Nedir Felak ve Nas Surelerinin toplumsal ve siyasal derdi? Şuradan başlayayım: Felak Suresinde ‘düğümlere üfleyen üfürükçülerin şerrinden Allah’a sığınırım’ diyor. Biz de hemen bu ayeti gaybi güçleri olan büyücüleri kastediyor diye anlıyoruz. Halbuki buradaki esas mesele biraz farklı.

Şöyle; her toplumun düğüm noktaları olur. Psikanalizde böylesi düğüm noktalarına travmatik çekirdek, semptom gibi isimler veririz. Ya da jeopolitikte böylesi düğüm noktalarına fay hattı adını veririz. Mesela Türkiye’de üç tane çok net düğüm noktası vardır: Türk-Kürt, Alevi-Sünni ve Kemalist-İslamcı arasında böylesi düğüm noktaları vardır.

Bu düğüm noktaları Türkiye üzerinde operasyon yapmak ve Türkiye’yi kontrol etmek isteyen güçler tarafından sistematik olarak kaşınır. Yani örneğin ABD ya da İsrail Türkiye’ye bir şey yaptırmak istediğinde bu düğüm noktaları üzerinden operasyon yaparlar. Çünkü böylesi travmatik noktalar Türkiye’yi felce uğratan hassas noktalardır.

İşte düğümlere üfleyen üfürükçüler burada büyücüler değil, Türkiye’ye bu semptomatik bölgeler üzerinden operasyon çeken dış güçlerdir.

Tabi ki burada böylesi bir duanın kabul edilmesi için, yani bu düğüm noktalarına üfleyen gizli güçlerin başarılı olmaması için, bu duayı eden kişilerin semptomatik ve tramvatik bu noktaları terapi edecek siyasetler izlemeleri gerekir. Sıradan bir birey olarak ya da bir entelektüel ya da devlet adamı olarak bu düğüm noktalarını siz kendiniz daha da travmatik hale getiriyorsanız bu dua biraz komik kaçar.

Devam edelim: Yine Felak Suresinde ‘çöküp bastırdığında felaketli bir karanlığın şerrinden Allah’a sığınırım diyor. Surede ‘felaketli karanlık’ için ğasık kelimesi kullanılmış. Başka meallerde ğasık gece olarak çevrilmiş. Fakat doğru çeviri benim verdiğim gibi. Yoksa surenin derdi ‘gece’ anlamını vermek olsa bu anlamı karşılayan ‘leyl’ kelimesi var. Eğer sure ğasık kelimesini kullanıyorsa kastettiği şey sıradan bir gece değil, etimoloji sözlüklerinin de vurguladığı üzere ‘felaketli bir karanlık’tır.

Şimdi buradan bakınca… Her toplumun felaketli bir karanlık yaşadığı dönemler olur. Örneğin Birinci Dünya savaşı sonrası Osmanlı toplumu… Ya da 15 Temmuz öncesinde yaşadığımız terör saldırılarında Türk halkının ve devlet elitinin ‘acaba toplumumuz yok mu olacak’ diyerek yaşadığı karabasanlar… İşte ğasık ifadesi böylesi toplumsal karabasanları kastediyor. Ve ayet haliyle böylesi karanlık durumlardan çıkmak için Allah’a dua etmek anlamına geliyor.

Şimdi buradan hareketle Felak suresinin ilk ayetine bakınca… Yani ‘karanlığı yararak çıkan sabah’ın, yani felak’ın Rabbi olan Allah’a sığınmak şu anlama geliyor: Toplumların böylesi karanlık dönemleri olur. Ya da toplumların böylesi travmatik semptomatik düğüm noktaları olur. Fakat Allah’tan ümit kesmemek gerekir. Zira Allah için böylesi karanlıklardan sabaha ve esenliğe doğru bir çıkış vardır. Zira Allah’ı olduğu bir evrende karanlık bir yeis sebebi değildir. Zira Allah bir toplumu, eğer o toplum duanın hakkını vermişse, karanlıktan sabaha ve esenliğe çıkarabilir. Yani örneğin Kurtuluş Savaşı’ndaki ferahlama. Tabi ki bu esenliğe çıkış ancak ve ancak duanın hakkı verilmişse söz konusu olur. Yoksa siz bu semptomları tedavi etme derdinde değilseniz ve bu semptomları kaşıyacak işler yapıyorsanız, duanızın da hükmü olmaz.

(Ğasık kelimesiyle ilgili bir not: Nebe Suresi 25. Ayette cehennemliklere verilen bir cezadan bahsediyor: “onlara hamim ve gassak tattırılır” diyor. Bu ayete meal verenler genellikle ‘hamim ve ğassak’ı kaynar su ve irin diye çeviriyorlar. Halbuki iki kelimenin çevirisi de Kuran’ın belagatini yansıtmıyor. Çünkü Kuran için hamim ‘hasreti çekilen dost’ anlamına gelir. Hamim’in sıcaklığı bir kaynar suyun sıcaklığı değil, hasretin ateşi ve sıcaklığıdır. İrin olarak çevrilen ğassak ise Felak Suresindeki ğasık ile aynı köke sahiptir. Ve irin değil, ‘felaketli bir karanlık’ olarak çevrilmesi gerekir. Yani cehennemliklerin tadacağı azap fiziksel bir kaynar su ve irin değil, bir dosta hasret kalmanın ruhsal yakıcılığı ve insanı ümitsizliğe düşüren felaketli bir karanlıktır. Yani cehennem azabı fiziksel bir işkence değil, insanı terbiye eden ruhsal bir azaptır.)

Şimdi artık Nas Suresindeki insanın sinesine vesvese veren ve kimi insandan olan kimi ise cinlerden yani gizli, yabancı güçlerden olan sinsi vesveseciyi de anlamış bulunuyoruz. Bu sinsi vesveveci toplumsal ve siyasal boyutta okunduğunda bir toplumu kontrol altında tutmak için onun kafasını karıştıran derin devlet güçleri oluyor.

Buraya kadar bu iki surenin toplumsal ve siyasal tefsirini yaptık. Ve surelerin cinci büyücü hocalarla zerre kadar ilişkisi olmadığını söyledik. Peki bu surelerin psikolojik bir boyutu yok mu? Elbette ki var. Sokrates’ten ve Hölderlin, Baudelaire gibi şairlerden hareketle insandaki demonik güçlerden bahsetmiştik. Ki bu demonik güçler kimi zaten insanı paramparça ediyor ve çok büyük kötülüklere sebep oluyor, kimi zamanda bu güçler insandaki muazzam yaratıcılığın kaynağı oluyordu. İşte sureyi psikolojik açıdan okuyunca bu sefer düğüm noktaları insanın kendi ruhundaki semptomatik ve travmatik bölgelere tekabül ediyor. Düğümlere üfürenler ise insan ruhunun bizim kontrol edemediğimiz derinliklerinden gelip de insanı ruhsal olarak darmadağın eden ve onu cinnete düşüren psikanalitik güçler oluyor. Ve yine bu sefer ‘felaketli karanlık’ anlamındaki ğasık ise bu bireyin psikolojik olarak içine düştüğü depresyon durumlarına tekabül ediyor. Ve surenin başındaki felak ise, yani karanlığı yararak ortaya çıkan sabah ve esenlik ise bu sefer kişinin kendi semptomlarını ve kendi çöküşlerini işleyerek kendisini felaha erdirmesi anlamına geliyor. Yani bu bir çeşit psikoterapi duası. Ve bu duanın kabul edilmesi için kişinin gerçekten de kendine fiilen psikoterapi yapması gerekiyor.

Psikiyatri değil de psikoterapi… Çünkü çağdaş medeniyet ruhsal travması olan insanları bir çeşit fizikokimyasal makineymiş gibi ilaca bağlıyor. Ve onların manevi yaşamını bitiriyor. Oysa bu iki sureyi ciddi alacaksak, kişinin travmalarını ve onu depresyona götüren zorlu olayları sanatkarane işlemek üzerinden onu sabaha ve esenliğe erdirmek mümkündür. Bir çeşit Allah’la barışık hümanist psikoterapi bu. Fakat ne yazık ki çağımız psikoloji bilimi Allah’ı reddettiği için Allah’a inanmanın yaratacağı felak’tan yani karanlığın, travmanın, semptomun bağrından çıkan sabah, esenlik ve ruhsal huzur terapisini bilmiyor.

Peki bu terapinin amacı içimizdeki demonik güçleri öldürmek mi olacak? Yani bizi delirtebilen, bize olmadık kötülükler yaptırabilen fakat içimizdeki tüm yaratıcılığın kaynağı olan demonik güçlerin sonu ne olacak bu Allah’la barışık hümanist psikoterapide?  Fussilet Suresinden aktardığım aşağıdaki pasaja bakarsanız ve üç ayeti bir bütün olarak okursanız bu psikoterapinin amacı demonik güçleri yok etmek değil, onlarla, onları hayra kanalize edecek bir şekilde onlarla dostluk kurmak ve ruhumuzun derinliklerinde gizlenen demon’u insanların hayrına yönlere kanalize etmektir. Yani içimizdeki kötülük kaynağına güzellik ile muamele etmek ve onunla dostluk kurmak. Zaten Süleyman’ın mabedindeki cinler de bir nevi böylesi demonik güçler olarak da çevrilebiliyor. Ve Hazret-i Muhammed de ‘benim şeytanım Müslüman oldu’ diyor.  Pasaj şöyle:     

“34. Hem hasene (güzellik, iyilik) de bir değildir kötülük de. Kötülüğü, en güzel olan hasene ile önle. O zaman bakarsın ki, seninle arasında bir düşmanlık bulunan kimse yakılgan (şefkatli) bir hısım gibi olmuş! 35. O rütbeye ise ancak sabredenler kavuşturulur ve o rütbeye ancak (fazilette) büyük pay sahibi olan kavuşturulur. 36. Şayet seni şeytandan (gelen) bir dürtüş dürtecek olursa, hemen Allah’a sığın, O’dur ancak işiten. bilen!” Fussilet Suresi (Elmalılı Hamdi Yazır Meali)

Cinci hocalara değil, bireysel ve toplumsal travmalarımızdan ve depresif karanlıklarımızdan sabah ve esenlik çıkaracak demonuyla barışık yaratıcı bireylere ihtiyacımız var.



* Öne çıkan görsel: Rembrandt’ın Sacrifice of Isaac adlı tablosundan kesit. (Editör Notu)

[1] Demonik (Demonic): Türkçesi: Şeytansı. Kierkegaard’ın öne çıkarıdığı bu kavram demon (şeytan) kelimesinden türetilmiştir. Demonik olan, iyiye dair bir kaygı anlamı taşımakla birlikte, kişinin kötü olana yönelmesinden ziyade kendini iyi olandan uzaklaştırmasıdır. “Demonik olan “içe kapanma”dır, demonik olan “iyi”ye ilişkin Kaygı’dır.“ (Soren Kierkegaard, Kaygı Kavramı, sf. 126, İş Bankası Kültür Yayınları) (Editör Notu)

[2] İbni Hacer el-Askalani’nin Buhari ve Müslim’den önce kaleme alınmış ve asılları günümüze ulaşmayan en eski 8 Hadis Müsned’indeki hadisleri barındıran, içinde Kutub-u Sitte’de yer almayan hadisleri de barındıran önemli kitabı. (Editör Notu)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir