Kuran’dan Notlar – Kavimlerin Helakı

“42. Eğer seni yalanlıyorlarsa bil ki, onlardan önce Nuh’un kavmi de yalanladı; Ad ve Semud (kavimleri) de; 43. İbrahim’in kavmi de Lut’un kavmi de; 44. Medyen halkı da. Musa da yalanlandı. Ben de o kafirlere bir süre verdim, sonradan kendilerini tuttum alıverdim. O vakit cezalandırışım nasıl oldu (bir görseydin). 45. Evet nice memleketler vardır ki, Biz onları zulum yaparlarken helak ettik; şimdi damlarının üzerine çökmüş, ıpıssız yıkıntı halindedir; ve nice kullanılmaz hale gelmiş kuyular ve (bomboş kalmış) muhteşem köşkler vardır. 46. Ya o yerde niye bir dolaşmadılar ki, kendileri için akıllanmalarına sebep olacak kalpleri ve işitmelerine sebep olacak kulakları olsun; çünkü gerçek şudur ki, gözler körelmez, ancak sinelerdeki kalpler körelir. 47. Bir de senden acele azap istiyorlar. Elbette Allah sözünden caymaz. Bununla beraber Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. 48. Zulmedip dururlarken kendilerine mühlet verdiğim nice memleket (halkı) vardı ki, Ben onu tutmuş alıvermişimdir. Bütün dönüş(ler) sonunda Banadır.” Hacc Suresi, 42-49. Ayetler

Burada bu ayeti çözümlemeyeceğim. Bu ayet vesilesiyle Kuran’ın tarih görüşünü anladığım kadarıyla ifade edeceğim. Ve bu görüşün insan ve toplum yaşamına katkısını… Bu konuyu ayrıca bir kitapta detaylıca incelemek istiyorum. Burada sadece temel noktalara işaret edeceğim.

Kavimler zor zamanlar yaşar. Bu helak değildir. Helak yeryüzünde egemen olan bir kavmin egemenliğinin çöküşüdür. Helak’ın gökten inen mucizevi bir sopa olmadığını, egemen kavmin kolektif siyaset tarzının yanlışı sonucunda o kavmin egemenliğini yitirmesi olduğunu daha önceki yazılarımda söylemiştim.

Aynı zamanda kavimlerin helak’ı o kavimdeki bireylerin cezalandırılması değildir. Bireyler iyi olsun kötü olsun Kuran’a göre bu dünya hayatında mutlu da olurlar musibet de yaşarlar. Bu Kuran’ın dünya görüşüne göre onların terbiyesi yani eğitimi içindir. Ve bireyler için esas mutluluk ve ceza ahirettedir. Birer tüzel kişilik olarak egemen kavimlerse cezalarını bu dünyada çekerler. Bir kavim helak olurken bu helak esnasında o kavimdeki musibet çeken birey cennete gidiyor olabilir. Burada Avrupa egemenliği can çekişirken, intihar eden Stefan Zweig ve Walter Benjamin gibilerinin bize miras bıraktıkları pozitif hatırayı göz önüne getirebiliriz.

Ayrıca her kavmin yok oluşu helak kategorisine girmez. Kuran’da helak yeryüzüne halife olan egemenliğin çöküşüdür. Yani helak’ten bahsedeceksek kenarda kıyıda yer alan memleketlerin yaşadığı musibete değil, merkezde yer alan ve kenara kıyıya hükmeden egemen/halife kavimlerin egemenliğini yitirmesine odaklanacağız. Mesela Osmanlı’nın, Atina’nın, Roma’nın, Sasani’nin, Çin’in ve Avrupa’nın çöküşüne odaklanacağız. Polonya’nın, Sudan’ın ya da Kızılderililerin çöküşüne değil. Böylesi kavimlerin yok oluşu helak olabileceği gibi bir çeşit şehadet de olabilir. Kenarda yer alan değil, bir coğrafyada merkezde yer alan ve o coğrafyaya egemen olan kavimlere odaklanacağız. 

Bununla birlikte, bu ayette de ifade edildiği üzere helak toplumsal bir süreçtir. Anlık doğal bir afet değil. Helak Allah tarafından bakınca bir anda olur. Fakat bu anın tarihteki tezahürü bin seneye yayılabilir.

Tarihte böylesine egemen olmuş kavimlerin egemenliklerinin niye çöktüğüne bir tümevarımla bakıldığında her seferinde o kavimlerin, yüzyıllara yayılmış ahlaki yanlışlarının ve çeşitli iç ya da dış nedenlerin tetikleyiciliğiyle çöküşe gittiklerini görüyoruz. Örneğin Avrupa’nın iki dünya savaşında egemenliğini yitirmesine sebep olan şey onların kışkırttığı sınır tanımaz kapitalizm, milliyetçilik ve emperyalizmdi. Osmanlı’nın Batı’yla macerasında onu yıkıma götüren şey asırlarca Müslüman olmayan kavimlere ince ince zulmetmiş olması ve bu zulmün nihayetinde parçalanmayı zorunlu kılmış olmasıydı. Çin Mançu hanedanının Avrupa’yla deneyiminde bunu bir musibet olarak atlatmaya değil de bir çöküş olarak deneyimlenmesine sebep olan şey Mançu hanedanından gelen Çin egemenlerinin kendi Han ırkına ait toplumlarına alabildiğine yabancılaşmış olmasıydı. Aynı şekilde okuyabildiğim kadarıyla Aztek ve Mayaların halkları da egemenlerine o kadar düşmandı ki Avrupalı istilacılar safında kendi egemenlerine karşı savaş verdiler. Japonya’nın Avrupa’yla deneyimini bir helak olarak tecrübe etmemesine sebep olan şey Japonya’da halkın ve egemenlerin ortak idealler uğruna kenetlenmiş olmasıydı. Japonya’yı 2. Dünya Savaşında helake götüren şey Doğu Asya’da uyguladığı insafsız emperyalizmiydi. Roma’yı bir cumhuriyet olarak yıkan, onu helak edici bir iç savaşa götüren ve bu helak’tan sonra imparatorluğa dönüşmeye götüren şey Roma’nın fetihleri bir talana dönüştürüp zengin fakir kutuplaşması yaratmış olmasıydı. Antik Yunan halkının egemenliğini yitirmesine sebep olan şey şehir devletlerinin İran savaşı sonrasında yakaladıkları kardeşlik ruhunu yitirip Yunan topraklarında emperyalizm yaratmaya çabalıyor olmalarıydı. İslam’da halifeler dönemini bitiren şey sahabilerin fetihler sonrasında alabildiğine şımarmış olmasıydı. Eğer ABD egemenliği bir gün helak olacaksa onu helak’a götüren şey de meziyetleri olmayacak. Ahlakla ilgisiz sebepler de olmayacak. Aksine örneğin her yerde kışkırttığı hedonizm ve tüketimcilik, kapitalizm üzerinden sınıfları ayrıştırması, bugün yoğun bir biçimde yaptığı üzere topluma zerk ettiği İslamofobi ve faşizm gibi Allah’ın peygamberleri aracılığıyla men etmek istediği ahlaki kusurları olacaktır.

Yani Kuran’ın bize tarih konusunda öğrettiği şey şudur: Yeryüzünde egemenlik kurmuş kavimlerin hegemonyalarını yitirişinin nihai sebebi onların yönetimlerinde sergiledikleri ahlaki yanlışlardır. Ki bu ahlaki yanlışlar peygamberlerin de bu liderlerle kavga sebebidir. Allah’tan vahiy alan bir peygambere ihtiyaç duyulmadan da ahlaki bir akıl tarafından da bunların yanlış olduğu bilinir. Ahlaki mesajlar dindar ya da ateist entelektüeller tarafından da dile getirilebilir. Bu ahlaki yanlışlar zaman içinde birikir ve seküler tarihçilerin parça parça etüt ettiği nedensellikler zincirleri bu yanlışları öyle yollara doğru örgütler ki, bu egemenler karşılarına çıkan zorlukları atlatılabilir bir musibet ya da bir çeşit yaratıcı atılım olarak değil de, bir hegemonya çöküşü olarak deneyimlerler.

Kuran’a göre bu kavimlere kan dökecekleri ve fesat çıkaracakları bilindiği halde yeryüzünde aynı Adem’e verildiği gibi hilafet verilmiş olmasının sebebi de onların yeryüzüne katkı yapacağı özel bilgidir. Avrupalılar deneysel bilimi yeryüzüne kattılar. Egemenliklerini bu bilim üzerine kurdular. Osmanlılar tasavvuf bilgeliği üzerinden çokkültürlü bir toplum yaratmayı bildiler. Yeryüzüne bu kültürü kattılar. Yunanlılar felsefeyi ihya ettiler ve yeryüzüne bu bilgiyi hediye ettiler. Amerikalılar Roma’ya dayanan Stoacılıkları ve pragmatizmleri sayesinde bir yandan mühendisliği geliştirdiler, bir yandan da yeryüzüne barış getirecek küresel kurumları yaratmayı bildiler.

Kuran’a göre böylesi her kavimde ya peygamber ya da peygamberane mesaj bulunabilir. Eski kavimlerde Konfüçyüs, Buda, İsa gibi peygamberler ve onların yarattığı düşünce geleneği vardı. Ama Roma’daki Stoacılık, Avrupa’nın hediyesi olan insan hakları evrensel beyannamesi gibi seküler ahlaki mesajlar da peygamberane mesajlardır. Bir tümevarımla her kavimde ayrı ayrı bu peygamberane mesajlar ve bu mesajları taşıyan entelektüel gelenekler bulunabilir.

Seküler tarih bilimi yeryüzünü parça parça çalışır. Bir boyutuyla, bir ulusuyla, bir dönemiyle, bir sınıfıyla, bir kurumuyla vs. bu tarih insana gereklidir. Kuran seküler tarihi öğrenmeyi de bu ayette yaptığı gibi teşvik eder. Fakat seküler tarih ontolojik olarak bugün yaşayan insanın evrensel tarihte nasıl bir yer tuttuğu ve tarihe karşı görevinin ne olduğu hususunda kuşatıcı bir hikaye anlatamaz. Seküler tarih bilimi, tarih içinde yaşayacak bireyin ihtiyaç duyduğu tarih ontolojisini ve meta anlatıyı veremez. Dünya tarihinde nerede duruyoruz ve bu tarihe karşı görevimiz nedir sorusunun cevabı için tarihi kuşatan bir bakışa ihtiyaç vardır. Seküler tarih çalışmaları da ancak böylesine bir meta anlatı sayesinde bir hikayeye eklemlenir ve hakikatini bulur.

Kuran’ın burada zikrettiğim tarih görüşü seküler tarih çalışmalarını dışlayan bir tarih görüşü değil, bilgiye ve ahlaka dair bir meta anlatı olarak kıymet kazanır. Ayrıca bir spekülasyon da değildir. Tarihe tümevarımcı bir bakışla Kuran’ın tarih anlatısının hakikati ortaya çıkarılabilir.

Ayrıca Kuran’ın meta tarihi örneğin Avrupa’nın yarattığı lineer tarih tasarımından üstündür. Çünkü Avrupa tarih felsefesi Avrupa’yı üstün ırk olarak kodlar. Tarihi de Avrupa’da sonuçlandırır. Sadece güçlü olduğu için haklı olduğunu iddia eder. Kuran’ın tarih görüşüyse her kavmin sahip olduğu özel bilgi ve her kavimde gelenek oluşturmuş peygamberane mesaja ayrı ayrı hürmet duyar. Bu mesajları tevarüs etmeyi öğütler. Dolayısıyla Kuran’ın tarih görüşünü özümsemiş birey her kavimde kendine kardeşler bulur. Ayrıca Kuran’ın tarih görüşü güçlü olanın haklı olmadığını, gücün gelip geçici bir şey olduğunu ve ayrıca eğer evrensel ahlak yasalarına itaat edilmezse bugün egemen olan kavmin yarın egemenliğini yitireceğini, yani şımarmamak gerektiğini anlatır. Hepsinden ötesi bu tarih anlatısı yoluyla bugün yaşayan bizlerin egemene karşı almamız gereken vaziyet de insanlığa ve yeryüzüne alabildiğine katkı sunan bir vaziyettir. Vazifemiz bir cemaatin gücü için değil, insanlığın ve yeryüzünün hayrı namına egemeni eleştirmek ama egemenin sahip olduğu bilgiye ve ahlaka hürmetkar olmak ve egemenin tarihinde peygamberane mesajı taşıyan kardeşlerimiz olduğunu bilerek bu kardeşleri keşfetmek gayretiyle tarihi okumaktır.


*Öne çıkan görsel: 1918 tarihli bir poster olup Joseph Pennell tarafından çizilmiştir. Kaynak: https://commons.wikimedia.org/wiki/File:Liberty-shall-not-perish-Pennell.jpeg

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir