Kuran’dan Notlar – Kuran’da Epistemolojinin Temelleri (I)

Kuran Her Şeye Dair Örnekler Getirmiştir


“Yemin olsun ki biz bu Kur’ân’da insanlar için her şeye dair misaller vermişizdir. Yine de insanların çoğu inkârlarında ısrar ederler.” İsra suresi, 89. ayet

“Şüphesiz biz, bu Kur’ân’da insanlar için herşeye dair misaller verdik. İnsan ise, her şeyden çok mücadelecidir.” Kehf suresi 54. ayet

“Eğer kulumuza indirdiğimiz Kur’ân’dan şüphe içinde iseniz, haydi onun gibi bir sûre getirin, Allah’tan başka güvendiklerinizin hepsini çağırın; eğer doğru iseniz.” Bakara suresi 23. Ayet

Yirmibirinci asırda Kuran’ı hakkıyla zevk etmemize engel olan ciddi bir durum var.

Kuran’ı elimize aldığımızda onun çağımızın aklıyla çatışmaya düştüğü pek çok ayetle karşı karşıya kalıyoruz. “Hırısızın elini kes”, “müşrikleri bulduğun yerde öldür”, “karını gerekirse döv”, “kafirler ilelebet cehennemliktir” diye çevrilen bu ve benzeri ayetlerin bugünümüzün aklıyla barış içine gelebilmesi mümkün değil.

Bu çeviriler, bağlamından ve edebiyatından kopuk okunuyor gibi. Ben yıllardır yazdığım eserlerde, bu çevirileri daha doğru yaptığımızda, Kuran’ın edebiyatının hakkını vererek bu ayetleri anlamlandırdığımızda ve böylesi çevrilen ayetleri, ilgili yerdeki bağlamına oturtarak ve hükümlerin bağrındaki gayeleri ortaya çıkararak okuduğumuzda, Kuran ile modern akıl arasında hiçbir çatışma çıkmayacağını iddia ediyorum.

Bu yorumlarım da şahsi bir mülahazaya dayanmıyor. İbn Hazm ve İbn Teymiye gibi en zahirci alimler bile akıl-vahiy çatışması hakkında şu cümleyi kuruyorlar: “Akıl ve vahiy asla çatışmaz. Eğer zahirde böyle çatışma görüyorsan ya aklını yanlış kullanmışsındır, dön ve aklını içeriden tenkit et; ya da vahyi yanlış anlamışsındır, o halde dön ve Kuran’ın edebiyat olanaklarını etüt et.

İnşallah Kuran’dan Notlar serisi devam ettiği müddetçe, kitaplarıma yansımadığı kadarıyla “akıl-vahiy çatışması var” zannedilen ayetleri de tefsir etmeye çalışacağım. Sadece konuya ilgi duyacak okurlar için söyleyeyim: örneğin Kuran’ın modern akılla çatıştığını düşündüğünüz cihad ayetlerini ayetin geçtiği bağlamda önceki ve sonraki ayetlerle beraberce okursanız ve o hükmü bağlamında oturtursanız, Kuran’daki cihadın modern zamanlarda bile son derece lüzumlu bir faaliyet olarak kabul edileceğini de görürsünüz. Yani Kuran’daki cihad, IŞİD gibi yobazlar eliyle değil de Kuran’ın gayesini anlamış insanlar eliyle yürütülseydi, hiç inanmayan insanlar bile sanıyorum bu cihad faaliyetine candan destek verecekti. Yani, örneğin Nisa Suresi 75. Ayette geçtiği üzere, “yeryüzünde zayıf bırakılmış kadınların ve çocukların hakları” için girişilen bir mücadeleye hangi vicdan sahibi insan destek olmaz ki?

Kuran etütlerimizi, modern akılla çatışan ayetleri yeniden tefsir etmeye, vahiyle 21. asrın aklının barışını yeniden tesis etmeye başladığımız zaman, Kuran’dan hakkıyla zevk etmeye yeni yeni başlıyoruz demektir. Zira Kuran modern akılla çelişmediği gibi, bu gibi sorun olmuş ayetlerin dışında modern akla ışık tutacak pek çok boyuta sahip.

Şimdi yukarıda verdiğim ayetlere tekrar bakın.

Kuran kendisinin her şeye dair bir misal vermiş olduğunu söylüyor. Ve Yine Kuran kendisinin eşi benzeri getirilemez olan bir mucize olduğunu söylüyor.

Geleneğin hâkim olduğu çağlarda farklı medeniyetlerin hikmet birikimine hâkim mütebahhir alimler Kuran’ın her şeye dair misaller getirdiğini ve Kuran’ın eşi benzeri getirilemez bir mucize olduğunu hissedebiliyorlardı.

O dönemlerde hikmet namına filozoflar arasında Aristo felsefesi, sufiler arasında Plotinus felsefesi, saray erkanı arasında Sasanilerin âdab felsefesi hakimdi. Ve o dönemin alimleri Kuran’ı salt zahiriyle değil, edebi inceliklerinin hakkını vererek ve Kuran’ı temiz bir tevil ile okudukları için Kuran’ın bu felsefeleri kuşatan ruhunu görebiliyorlardı.

Örneğin çok iyi birer Kuran okuru olan İbn Rüşd ve İbn Arabi İslam öncesi felsefe ve mistisizm birikimini Kuran’ın kuşattığını gözlemleyebiliyorlardı. Ve örneğin Maverdi, Sasani adab geleneğini; Ragıp el-İsfehani ise Antik Yunan geleneğini Kuran’ın kuşatıcılığı altına alıp seküler-kutsal bağını kendi çağları için barış içinde tutabiliyorlardı.

Fakat modern akıl kadim birikimden çok daha farklı hakikatlere ulaştı. İslam alemi ise on üçüncü yüzyıldan itibaren fikri bir donukluk içindeydi. Bu yüzden modern akılla vahiy birikimi arasında bir çatışma ortaya çıktı. Ve iki asırdır bu çatışmayı çözmeye çalışıyoruz.

Fakat bu problemi çözmeye çalışırken bir iki mani karşımıza çıktı. Bunlardan birincisi kadim medeniyet birikimine göre teşkil edilmiş Kuran tevilleri Kuran’ın kendisiymiş sanıldı. Kuran Aristo’ya işaret eder. Bir Kuran müfessiri Aristo ile Kuran arasında bir barış yaratabilir. Fakat Kuran Aristo’dan ibaret değildir.

İkinci mani ise modern akılla vahiy arasındaki barışı yaratmaya çalışırken Kuran’ın edebi sanatlarını unutmuş bir durumda Kuran sanki zahirinden ibaretmiş zannederek Kuran’ı tefsir etmeye çalıştık. Oysa zahirinde takılmış ve edebiyatının hakkını vermemiş bir Kuran tefsiri ne yazık ki Kuran’ın mucizeliğini gösterme şansına sahip değil. Ama eğer Kuran çağları aşan bir mucize olduğunu söylüyorsa ve hele ki her şeye dair bir misal verdiğini söylüyorsa, Kuran bir misaller hazinesi olarak okunmalı ve bu misallerin arkasında hangi hakikatlerin yattığını anlamak için edebiyat analizi yapılmalı.

Zaten Kuran da Zümer Suresi 23. Ayetinde dediği gibi kendisini ‘müteşabihen mesani’ olarak adlandırıyor. Yani ‘çiftanlamlı sembolik’ bir kitap olarak… Yani Kuran’ın kendisi yüzeydeki anlamın arka planındaki anlam derinliğine edebiyat analizi yoluyla eğilmemizi söylüyor.

İnşallah becerebilirsem, Kuran’da derinleşmek isteyen okur için Kuran’dan Notlar köşesinde bir müddet Kuran’da epistemolojinin temellerine dair birkaç misal sunmak istiyorum.

Bu seriyi yazarkenki amacım da Kuran’ın aradan geçen on dört asra rağmen hala tüketilememiş bir mucize olduğuna dair işaretler bırakmak.

Büyük İskender’in dünya fethine giderken yatağının başucunda Homer’in İlyada’sını sakladığını söylerler. İlyada Antik Yunanlılar için medeniyet kurucu bir metindi.

Bizim medeniyetimizin dünyaya ışık saçtığı dönemlerde de Kuran’ın böylesi bir rolü vardı. Örneğin İbn Sina ne zaman felsefi bir problemi çözme konusunda aciz kalsa mescide gider tefekkür ede ede Kuran okurmuş. Kuran’dan yansıyan ışık ona bu felsefi problemin çözümü için gerekli işaretleri verirmiş.

Benim iddiam odur ki, eğer Kuran’ın hakkını verebilirsek Kuran yirmi birinci asırda da yeryüzünün düşünsel fethini gerçekleştirmek isteyen Müslüman düşünürler için Büyük İskender’in İlyada’sı gibi bir başucu kitabıdır. Yeter ki Kuran’ın hakkını verelim.

İnşalllah gelecek yazıdan itibaren Kuran’da epistemoloji konusuna başlayabileceğiz.


*Öne çıkan görsel Osman Hamdi Bey’in “Kuran Okuyan Adam” tablosudur.

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir