Kuran’dan Notlar – Kuran’da Epistemolojinin Temelleri (V)

Pragmatizm


Bu yazı Mu’minun suresindeki epistemolojik işaretlere dair son yazı olacak.

Bir önceki yazıda Mu’minun Suresinin üçlemeler üzerine kurulu olduğunu söylemiştik. Surenin girişinde (1) ahlak (2) embriyonun gelişimi (3) her şeyin insana hizmet ediyor olduğu anlatılmıştı. Surenin devamında (1) Nuh, (2) adı belirtilmeyen bir peygamber (3) Musa kıssaları anlatılmıştı. Ve Mu’minun 84-89’da inanmayanlara üç metafizik soru sorulmuştu.

İki önceki yazıda ahlak, Nuh kıssası ve Mu’minun 84-89’daki  üçüncü metafizik sorunun hep tarihselciliğe işaret ettiğini görmüştük. Bir önceki yazıda ise adı belirtilmeyen peygamber, embriyonun gelişimi ve Muminun 84-89’daki ikinci metafizik sorunun ampirizm ve pozitivizme işaret ettiğini görmüştük. Bu yazıda ise inşallah Musa kıssasına, her şeyin insana hizmet ediyor oluşuna değineceğiz ve 84-89’daki birinci metafizik sorunun pragmatist epistemolojiye işaret ettiğin göstermiş olacağız.

Haliyle çağımız medeniyetinde Alman düşüncesini tarihselcilikle, Fransız ve İngiliz geleneklerini ampirizm ve pozitivizmle, Amerikan geleneğini ise pragmatizmle ilişkilendireceksek Mu’minun suresinin bir bütün olarak Batı medeniyetinin tüm bilme biçimlerine hitap ettiğini de görmüş olacağız.

Daha önceki iki yazıda pasajların çözümlemesini uzun uzun yaptığımız için bu yazıda kıssalara sadece işaret bırakacağız.

Musa kıssasıyla başlayalım: 

“Sonra birtakım âyetlerimiz ve açık bir ferman ile Musa’yı ve kardeşi Harun’u gönderdik. Firavun’a ve ileri gelenlerine de (gönderdik). Bunun üzerine onlar kibire kapıldılar ve ululuk taslayan zorba bir kavim oldular. Onun için: Biz, dediler, “kavimleri bize kölelik ederken bizim benzerimiz olan bu iki adama inanacak mıyız?” Böylece onları yalanladılar, bu yüzden de helâk edilenlerden oldular.” – Mu’minun suresi 45-48. ayetler

Nuh’un hitap ettiği tarihselci kavim Nuh’u kendi epistemolojilerine uygun olarak “üstün gelmeye çalışma” vasfıyla tanımlamıştı. Ampirist ve pozitivist kavimse peygamberini “Bizim gibi yiyor ve içiyor.” diyerek salt görünüşüyle tanımıştı. Firavun ise Musa’yı “Bunun kavmi bize kulluk ediyor.” diyerek tanımlıyor. Yani Firavun’un bilme biçimi bir şeyi kul edinme, bir şeyi kendine hizmet ettirme, bir şeyi kontrol etme vasfıyla tanımlıyor. Eşyayı kontrol etme ve kendine hizmet ettirme vasfıyla tanıyan bilme biçimi ve epistemoloji pragmatist epistemolojidir.

Allah tarihselciliği, ampirizimi ve pozitivizmi reddetmediği gibi pragmatizmi de reddetmiyor. Bir pragmatistle onun epistemolojisine hitap ederek kanıt sunuyor.

Surenin girişindeki üç pasajın ilkinde ahlak ve verasete vurgu yapan kanıtların tarihselciyle, embriyonun gelişimine vurgu yapan ayetlerin ampirist ve pozitivistle konşutuğunu söylemiştim. Surenin girişinin üçüncü bölümünde yer alan pasaj, yani eşyanın insana hizmet edecek şekilde yaratılmış olmasını vurgulayan pasaj ise pragmatist epistemoloji ile konuşuyor. Pasaj şöyle:

“Andolsun biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Biz, yaratmaktan habersiz değiliz. Gökten uygun bir ölçüde yağmur indirip onu yerde durgunlaştırdık. Bizim onu gidermeye de elbet gücümüz yeter. Böylece onun (yağmurun) sayesinde sizin yararınıza hurma bahçeleri ve üzüm bağları meydana getirdik ki, bunlarda sizin için bir çok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz. Tûr-ı Sinâ’da (dahi) yetişen bir ağaç da meydana getirdik ki, bu ağaç, hem yağ, hem de yiyenlerin ekmeğine katık edecekleri (zeytin) verir. Hayvanlarda da sizin için elbette ibretler vardır. Onların karınlarındakilerden size içiririz. Onlarda sizin için birtakım faydalar daha vardır; ayrıca etlerini yersiniz. Hem onlara ve hem gemiye yüklenirsiniz.” – Mu’minun suresi 17-22. ayetler

Bu pasaj aracılığıyla Allah pragmatiste şöyle diyor: “Ey pragmatist! Eşyayı onu kontrol etme ve onu kendine hizmet ettirme yetinle tanımlıyorsun. Peki söyle o zaman: Kainattaki eşyayı sana kim hizmet ettiriyor? Kainattaki eşyayı kim senin kontrolüne veriyor?”

Mu’minun 84-89’daki ilk metafizik soru da haliyle pragmatist epistemolojiyi kendine muhatap alıyor:

“(Resulüm!) de ki: “Eğer biliyorsanız (söyleyin bakalım), bu dünya ve onda bulunanlar kimin içindir/kime hizmet eder?” Eninde sonunda “Allah içindir” diyecekler. “Öyle ise siz hiç düşünüp taşınmaz mısınız?” de.” – Mu’minun suresi 84-85. ayetler

Mu’minun 88-89 “himaye” kavramıyla tarihselci için metafizik bir soru sormuştu. Mu’minun 86-87 doğaya düzen getiren “rabb” kavramı aracılığıyla ampirist ve pozitivist metafizikçiye hitap etmişti. Yukarıdaki pasajdaki soru ise, yani “yeryüzünde var olan eşya kimin içindir, kime hizmet ediyor” sorusu ise haliyle pragmatist metafizikçiye sorulmuş bir sorudur.

Kuran’ın iddiası odur ki bu soru üzerine düşünen pragmatist bir metafizikçi “eninde sonunda” Allah’a ulaşacaktır.

Mu’minun suresi üzerine üç yazıdır yaptığımız tartışmanın nihayetinde şunları söyleyebiliyoruz:

  1. Surenin bütününü burada yaptığımız tartışma ışığında okursanız surenin, yazılarda ele almadığımız ayetleri yoluyla da bahsettiğimiz üç epistemolojinin dile getirdiği itirazlara yanıt verdiği görülür.
  2. Kuran oldukça sade ve 7 yaşındaki bir çocuğun dahi anlayabileceği bir dil kullanıyor. Fakat bu sadelik yüzeysellikten kaynaklanan bir sadelik değil. O daha çok T. S. Eliot’un dediği gibi yoğunluktan ve çok fazla düşünceyi kuşatmış olmaktan ve çağlar üstülük vasfından kaynaklanan klasik eserlere ait bir sadelik.
  3. Kuran çağımızın seküler hikmet birikimiyle ilişkisiz bir metin değildir. Aksine o derin anlam katmanları yoluyla çağımızın hikmet birikimini de kucaklayan evrensel ve çağlar üstülük vasfına sahip bir kitap.
  4. Farkındaysanız üç yazıdır bu suredeki ayetleri çözümlerken Arapça’ya hakimiyet duymaya gerek duymadık. Aksine temiz bir meal bizim anlam çıkarmamız için gerekli tüm doneleri verdi. Bizim diğer müfessirlerden tek farkımız Kuran’ı geçmiş ilahiyat birikimiyle değil de çağımızın bilgi birikimiyle temasa sokarak tefsir etmek oldu. O halde Kuran tefsirini bir ilahiyat uzmanlığı olmaktan çıkarıp kamuya mal etmemiz ve herkesi kendi müfessiri ve müçtehidi yapabilmemiz mümkündür. Yeter ki Kuran’a emek versin. Ve yeter ki Kuran’ı çağıyla ve içinde yaşadığı dünyayla temasa sokmayı becerebilsin.
  5. Kuran’ı anlamlandırırken sadece ayetlere değil, birer estetik bütünlük olarak surenin bütününe de referans vermek gerekebiliyor. Çünkü ayetlerin sure bütünlüğü içinde bize söylediği çok farklı şeyler olabiliyor. Sure bütünlüklerini düşünmek için ise edebiyat zevkimizi geliştirmemiz elzem. Özellikle bütünlüğe hayli önem veren modern edebiyatın etüdü bizlere Kuran tefsirinde daha önce hiç fark edilmemiş ufuklar açabiliyor. Ben de Mu’minun Suresi tefsirimi klasik tefsir usulüne hakimiyetime değil, modern edebiyatla hemhal olmuş olmama borçuluyum.
  6. İslam düşüncesini çağımız için yeniden inşa ederken bunu Batılı epistemolojileri redderek değil; onları hazmederek, kendimize mal ederek ve bu epistemolojileri Allah fikriyle barıştırarak yapmamız gerekiyor.
  7. Ve son olarak, Hallac-ı Mansur ve Sühreverdi gibi kişilerin farklı medeniyet birikimlerini Kuran’a mal etme çabası bazı zahir alimlerinin reddettiği gibi zemmedilmesi değil, teşvik edilmesi gereken bir çabadır. Yeter ki ufkumuzun Kuran’ı kuşatamayacağını bilelim.

*Öne çıkan görsel Süleyman Hükmünün Efendisi’ne atfedilen “Felsefeciler” isimli tablodur. (Master of the Judgement of Solomon – The Philosophers)

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir