Olağanüstü Halin Sürdürülebilirliği Üzerine: Bu Böyle, Nereye Kadar? – I

7azjza

15 Temmuz sonrası “acaba” dediğimiz her umudun köküne kibrit suyu döken Olağanüstü Hal sürecinin ikinci üç ayı içerisindeyiz. Gözaltına alınan gazeteciler, avukatlar ve siyasiler derken asayiş berkemal ilerliyoruz. Keza, Kürdistan’daki savaşın yıkıntılarına artık devlet ajansının görüntüleriyle sansürsüz şahit olabilmemiz, hatta bu yıkıntıların adeta TOKİ propagandası gibi “bir sürü ev dikeceğiz!” alt metni ile gösterilmesi aziz ve muktedir devletimizin gayet yerinde olduğunun bir göstergesi1. “Dağdakileri öldür, ovadakileri hapset” şeklinde özetlenebilecek bir siyasi anlayışın sadece Kürdistan’da değil, ülkede muhalif ses çıkarabilme potansiyeli olan her kesime yöneltilmesi bahsettiğimiz “kudretin” farklı görünümleri olarak önümüze çıkıyor2

Darbe sonrası süreç devletin bütün bozuklukluklarıyla yüzleşmesi için önemli bir imkandı3. Fakat iktidar bloklarının-güç dengelerinin-koalisyonların Türklük çerçevesinde birleştiğini, devleti de geleneği İttihatçılıkla yerleşik bir Türk-İslamcılıkla yönetmeyi kendilerine amaç edindiğini anlamak mümkün. “Böylesi sistem krizlerinden sonra ortaya çıkan meşruiyet açığı ancak yukarıda açıklamaya çalıştığımız demokratik yöntemlerle çözülebilir. … Zaman demokratik bir düzen için, yeni bir kurucu irade talebinin yükseltilmesi zamanıdır. Bu kurucu irade İttihatçı paydada ortaklık üzerine, geçmişin bütün günahlarını bünyesinde barındıran ve devam ettiren bir çizgide değil, demokratik bir çizgide olmalıdır. Aksi takdirde anlık ve geçici ittifakların statükoyu devam ettirerek kalıcı çözümler ortaya koyması imkansızdır. Türkiye Cumhuriyeti’nin içinde bulunduğu sistem krizinden kurtulabilmesinin yegane yolu budur.” paragrafından anlaşılan, 15 Temmuz’da devletin gerçek anlamda çöküşünden çıkış noktalarından birinin İttihatçı paydada ortaklaşmak olduğuydu. İnat ve umutla toplumun bütün kesimlerinin dahil edildiği demokratik bir anayasa sürecinin çağrıcılığını yapsak da, iktidar sahiplerinin görece kolay ve geçici olan bu yöntemi tekrar tercih etmesi şaşırtıcı değil4. Başkanlık sisteminin 7 Haziran seçimleri öncesi ve sonrasında “HDP ile AKP Başkanlık sistemini getirmek için anlaştı” propagandasını en ağır biçimde yapan MHP tarafından AKP ile birlikte getirilecek olması ise Türkiye siyasi tarihinin defalarca yaşadığı bir diğer ironi olarak yer aldı5.

Olağanüstü Hal ilanı ile girdiğimiz süreç gösterdi ki, Türkiye toplumu adaletsizliklerle dolu bir hafızaya sahip bu toprakların kirlenmesine karşı durmak yerine, bir kere daha güçlünün yanında saf tutmayı tercih etti6. Artık bir sanrıdan ibaret olan Anadolu irfanının tezahürüne fazlasıyla şahit olduk7. İslamcı entelektüellerin ısrarla romantize ettiği 15 Temmuz’dan bize düşen, çıkarılan her OHAL KHK’sında “acaba bir tanıdık var mı” diye isim aramak, sabah uyandığımızda karşılaştığımız internet kesintilerini, toplu taşıma istasyonlarında gördüğümüz ağır silahlı Özel Harekatçıları “acaba bu sefer nereye kayyım atadılar, kimi gözaltına aldılar” diye sorgulamak oldu.

*

Bu yazı dizisi -elbette mütevazı bir iddia ile- AKP ve artık tarafsızlığını tartışamadığımız Cumhurbaşkanı eliyle uygulanan Olağanüstü Hal’in sürdürülebilirliğini tartışmaya niyet ediyor. Usulen öncelikle statükonun hukuki arka planını inceleyeceğiz. OHAL rejiminin hukuki olarak bize söylediklerinin neler olduğunu anlamaya, “acaba gerçekten faşizm geldi mi?” gibi soruların cevabını bulmaya çalışacağız. Bütün bunları kanuni düzenlemelerden ve yargı erkinin verdiği kararlardan yola çıkarak, devlet aklının yansımalarını düşünerek, geçmişten-bugüne bir okuma ile yapacağız.

Yazının ikinci bölümünde AKP iktidarının doğuşunu, “ayaklar baş oldu” söyleminin günümüzde tekabül ettiği yeri, “Bir ihtimaldi ve çok güzeldi” dediğimiz her şeyin bir anda yerin dibine batmasının nasıl bir sürece yayıldığını inceleyeceğiz. 7 Haziran sonrası “beyaz toros” muhabbetleriyle başlayan 90’lar kıyaslamalarının doğruluğunu-yanlışlığını irdeleyeceğiz.

Son olarak bütün bu yaşananların, belli ki Başkanlık Referandumu altında yapılacak olan anayasa değişikliği ile artık “olağan” bir hal aldırılmaya çalışılacak OHAL rejiminin sıradan bir vatandaşa ne ölçüde değebileceğini birkaç somut örnekle açıklamaya çalışacağız. En önemlisi de, buradan hareketle OHAL’in olağan bir hale getirilmesinin ve sürdürülebilirliğinin mümkün olup olmadığını tartışacağız. Yazı kendini giriş-gelişme-sonuç bölümleri ile tamamladığında OHAL’in sürdürülebilirliği anlamında bazı taşlar yerine oturacaktır.

*

20 Temmuz gecesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın açıkladığı üzere Olağanüstü Hal rejimine girdik8. Bir anayasal kurum olarak OHAL rejimine uzun zamandır rastlamadığımız için toplumun her kesiminde haklı bir endişe meydana geldi. Kürt coğrafyasında yaşanan sokağa çıkma yasaklarını “adı konulmamış OHAL faşizmi” olarak nitelendiren insanlar olarak bir anda OHAL gerçekliği ile karşılaşmak şok etkisi yarattı9. Bu endişe elbette mesnetsiz değildi. OHAL rejimi, devletin “çanlar kimin için çalıyor” moduna geçtiği, kendini korumak için bireylerin birtakım haklarını hiçe sayabildiği bir acil dönem rejimiydi ve üzücüdür ki, biz bu dönemlerde yaşanan acı olayları Türkiye tarihinden kolaylıkla çıkarabiliyorduk.

Devletin kendini korumak için oluşturduğu bu kurum Anayasa’da kendine şöyle yer bulmaktadır; “Şiddet olaylarının yaygınlaşması ve kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması sebebiyle olağanüstü hal ilanı: Madde 120 – Anayasa ile kurulan hür demokrasi düzenini veya temel hak ve hürriyetleri ortadan kaldırmaya yönelik şiddet hareketlerine ait ciddi belirtilerin ortaya çıkması veya şiddet olayları sebebiyle kamu düzeninin ciddi şekilde bozulması hallerinde, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, Milli Güvenlik Kurulunun da görüşünü aldıktan sonra yurdun bir veya birden fazla bölgesinde veya bütününde, süresi altı ayı geçmemek üzere olağanüstü hal ilan edebilir.”

Darbe girişiminden önceki Türkiye’yi gözümüzün önüne getirip, süregelen Başkanlık sistemi tartışmalarını, AKP ve Erdoğan rejiminin muhalefet kabul etmeyen tutumunu ve esasen Meclis’i bypass etmeye yönelik tek adam-tek parti yönetimi çabalarını düşünecek olursak, OHAL’in getirdiği düzenin gerçekten kullanışlı olduğu açıktır. Bir kere Anayasa’nın 121. maddesinde belirtildiği üzere OHAL’de çıkarılabilecek kararnameler ile “olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda” değişiklik yapılabilir, temel hak ve hürriyetler ile ilgili birçok düzenleme ise Olağanüstü Hal Kanunu’na gönderme yapmaktadır10. Devlet OHAL Kanunu ile yürütmenin ve merkezi idarenin elini kuvvetlendirmeyi, “bozulan düzenin tesisini” amaçlamaktadır.

Anayasa’nın 120. maddesine göre çıkarılacak kararnamelerin hukuki sınırları ve denetimi meselesi de tartışmalıdır. Şöyle ki; objektif olarak, Anayasa’nın 148. maddesinde belirtildiği üzere “.. olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa mahkemesinde dava açılamaz.”11 ibaresi OHAL KHK’larını hukuki denetimden yoksun bırakmaktadır. Bununla birlikte, OHAL rejimindeki kanuni düzenlemelerin subjektif olarak denetimi de şüphelidir. 15 Temmuz sonrası yürütülen yerli ve milli propagandada “şehitlerin” ve “hainlerin” önemli ölçüde yer bulması12, “yürekli” bir hakimin “devlete kafa tutma” ihtimalini sıfırlamaktadır; hele de insanların rızıklarıyla terbiye edildiği, devletin bütün kurum ve kişilerinin bahsettiğimiz yerli ve milli propagandaya amasız biat ettiği bir dönemde yaşadığımız düşünülürse13.

*

OHAL KHK’ları ile getirilen düzenlemelerin mukayeseli bir incelemesini yapmak oldukça zor bir iş. Fakat şunu söyleyebiliriz; 22 Temmuz’dan bu yana OHAL KHK’ları ile Devlet Memurları Kanunu’ndan, Yükseköğretim Kanunu’na, Ceza Muhakemeleri Kanunu’ndan Terörle Mücadele Kanunu’na bir çok kanuni düzenleme getirildi, var olanlar değiştirildi. Yalnızca kanuni düzenlemeler değil, icrai tedbirler de KHK’lara konu edildi. Onbinlerce kamu emekçisi “darbeci” zannıyla işten çıkarıldı. Başlangıçta yalnızca “FETÖ üyeliği” söz konusuyken, bir cadı avına dönüşen süreçten bütün “devlet düşmanları” nasibini aldı. Gazeteler, dergiler ve televizyonlar kapatıldı. Dernek örgütlenmelerinin faaliyetleri durduruldu. Toplumun büyük bir kesimi “hain” sıfatıyla damgalanarak öncelikle işinden-gücünden edildi, sonra da özgürlükleri elinden alındı. Bunun için getirilen düzenlemelerle gözaltı süreleri uzatılıp 30 güne çıkarıldı, terör örgütü üyeliğinden yargılananlara -altı aylık bir süre için- avukatla görüşme yasağı getirildi. Sanık-müdafi görüşmelerinin “terör örgütü planları paylaşılıyor” iddiasıyla savcılıkça dinlenmesine, hatta görüntülü-sesli kayda alınmasına karar verildi. Hakim kararına tabi tutulan bir takım ceza yargılaması işleri savcıya, hatta pratikte polise devredildi14. Bununla birlikte OHAL sürecinde “terörle mücadele” bahanesi ile alakası olmayan düzenlemelerin de getirildiğine şahit olduk. Sözleşmeli öğretmenlik bir KHK ile kanunlaştı, üniversitelerdeki rektör seçimleri bir KHK ile iptal edildi15.

Ülke OHAL’de çıkarılan kararnamelerle bu şekilde yönetilirken, CHPli vekiller Anayasa Mahkemesi’ne bir takım KHK’ların iptali için başvuruda bulundu16. Anayasa Mahkemesi ise söz konusu somut norm denetimi başvurusuna, ne anlama geldiği ve ne sonuçlara yol açacağı yıllar sonra da konuşulacak olan, bir “yetkisizlik” kararı verdi.

Anayasa Mahkemesi, verdiği yetkisizlik kararının gerekçesinde öncelikle Anayasa’da olağanüstü hal rejimlerinin niteliğini değerlendiriyor. KHK’ların denetimi noktasında zaten Anayasa’da belirtildiği üzere bu OHAL KHK’ların “temel hak ve özgürlükleri sınırlandırabileceğini” belirttikten sonra, geçmiş yıllardaki içtihadına değiniyor.

Anayasa Mahkemesi geçmiş içtihatlarında, bir OHAL KHK’sının gerçek anlamda OHAL KHK’sı olup olmadığını yer, zaman ve konu bakımından incelemişti17. Basit bir örnekleme yaparsak, bu içtihada göre terör olaylarından dolayı OHAL ilan edilmişse, Anayasa Mahkemesi çıkarılan KHK’nın gerçekten terör olaylarına yönelik çıkarılıp çıkarılmadığını da inceleme yetkisini kendinde görüyordu. 90’larda ve 2000’lerin başında devam ettirdiği bu içtihatta Anayasa Mahkemesi, Anayasa’nın 121. maddesinin gerekçesindeki “Olağanüstü hale bağlı tasarruflar yasama meclisinin denetimi altında düzenlenecektir.” ifadesini lafzi yorum yöntemiyle değerlendirme kolaycılığına kaçmak yerine, OHAL KHK’sı olarak yapılan düzenlemelerin Anayasa’ya uygunluk denetimine bağlı tutulmayan OHAL KHK’sı niteliğinde olup olmadıklarını incelemek ve bu nitelikte görmediği düzenlemeler yönünden de Anayasa’ya uygunluk denetimi yapmak zorunda olduğunu ifade etmiş, sonuç olarak OHAL KHK’sından söz edebilmek için yer, zaman ve konu ölçütlerini ortaya koymuştu. Mahkeme’nin güncel kararında da belirttiği üzere, Anayasa Mahkemesi bu ölçütler çerçevesinde olağanüstü hâl ilanının gerekli kıldığı konuya ilişkin olmayan veya olağanüstü halin geçerli olduğu yer ya da dönem haricinde yürürlükte olacak düzenlemeleri, olağanüstü hal KHK’sı niteliğinde görmeyerek bunların olağan dönem KHK’sı olduğunu değerlendirip yargı denetimine konu yaparak iptal etmişti.

Geçtiğimiz günlerde yayınlanan kararda Anayasa Mahkemesi bu içtihattan vazgeçerek, OHAL KHK’larının denetiminin “zaten Meclisçe yapıldığını” vurgulamış, ayrıca Anayasa’nın 148. maddesindeki denetim yasağının varlığını ifade ederek yetkisizliğine gerekçe kılmıştır18.

*

Birinci sınıfa yeni başlamış bir hukuk fakültesi talebesine anayasa hukuku dersinde anlatılan ilk şeylerden biri anayasal devlet-anayasalı devlet ayrımıdır19. Anayasalı devlet, şeklen bir anayasası olan fakat bu anayasanın uygulanıp uygulanmadığını denetleyen herhangi bir mekanizmanın bulunmadığı devlettir. Anayasal devlet ise bunun zıttı olarak bir anayasa ile kendini sınırlamakla birlikte, belli kurumlar ve mekanizmalar ile bu sınırlamaların denetimini de yerine getiren devlettir. Dolayısıyla tahdit koyan bir erk ile mahdut bir erk arasındaki farktan bahsediyoruz.

Anayasa hukukuna dair teorik bir tartışma yapacak olursak, anayasal bir hukuk devletinde herhangi bir normun denetimden azade kılınmasının söz konusu olamayacağını söylememiz gerekir. Toplumsal bir pakt olan anayasa ancak özüne ve ruhuna saygı duyulmasını sağlayacak denetim mekanizmalarıyla gerçekçi olabilir. Bu mantıkla zaten bir darbe anayasası olan 1982 Anayasası’nın OHAL KHK’larının denetimini yasaklaması anlaşılır bir durumdur. Eğer askeri vesayet arıyorsak askerlerin yaptığı 1982 Anayasası’ndan daha iyi bir örnek bulamayız. Yakın geçmişte “vesayet kurumu” olarak kodlanan Anayasa Mahkemesi’nin 80 Darbesi’nin karanlık izlerini toplumsal hafızamızdan çıkarmaya çalışmak için “yapıcı” bir içtihat geliştirdiğini görmek ise oldukça ironiktir20.

Türkiye Cumhuriyeti devleti kuruluşu itibariyle elbette bürokratik bir elitin oldukça söz sahibi olduğu bir ülkedir. Bu bürokraside askerler de darbeden darbeye koşma gücünü kendinde bulan en aktif gruptur. Peki, uzun yıllar boyunca askeri ve adli vesayetle mücadele ettiğini iddia eden AKP iktidarının geldiği noktayı düşündüğümüzde herhangi bir vesayetin bulunup bulunmadığını söyleyebilir miyiz21? Açıkçası bugün Demirel’den bu yana yapılan “yargı yürütmenin elini kilitliyor” eleştirilerinin, “yargıdaki bürokratik vesayetin Türkiye’nin gelişmesini istemeyen bir takım aktörlerce ele geçirildiği” söyleminin Türkiye’yi getirdiği yere şahit oluyoruz22. Temsili demokrasinin 1700’lerde anlaşıldığı gibi uygulanmasının sonuçlarını dünya görmüştü; önüne hiçbir engel veyahut güncel tabirle “vesayet” konulmayan iktidarların yaşattıklarını tarih kitaplarından öğrenebiliyoruz23.

Doğruyu söylemek gerekirse, temsili demokrasi anlayışı miadını doldurmuştur. Anayasal bir hukuk devletinde, bireylerin hak ve özgürlüklerine saygı duyan, toplumsal pakt olan anayasanın özünü kavramış bir takım denetim mekanizmalarının varlığı zorunludur dedik. Bu mekanizmaları asla “çoğunluk” belirleyemez, bilakis bu mekanizmalar çoğulculuğu korumakla yükümlüdür. Sadece örnek vermek için soralım, bu bağlamda “%99’u Müslüman olan bir ülkede başörtüsünü yasakladılar” argümanı nasıl değerlendirilecektir? Başörtüsü yasağı bu ülkenin %1’i Müslüman olsa meşru mu olacaktır?

Bugüne kadar her fırsatta vesayetle mücadele ettiğini iddia eden bir siyasi hareketin, kaos dolu 90’larda bile Yürütme’nin OHAL KHK’sına dur diyebilmiş bir Anayasa Mahkemesi’ni vesayet kurumu olarak nitelendirmeye hakkı var mıdır? Jean-Jacques Rousseau’nun kastettiği “genel iradenin yanılmazlığı” prensibini bu kadar pragmatik kullanmanın sebebi iktidarın hegemonyasını tesis etmekten başka ne olabilir?

Türkiye Cumhuriyeti, daha önce de sinyallerini vermiş olsa da, en yüksek yargı mercii olan Anayasa Mahkemesi’nin verdiği kararla artık anayasal bir devlet olmaktan çıkmıştır. Bundan böyle önünde hiçbir denetim mekanizması bulunmayan, sınırlandırılmamış, hadsiz ve hudutsuz Yürütme’nin neler yapabileceğini kestirmek zor olmayacaktır. 2002’de iktidara geldiğinde sahip olduğu toplumsal meşruiyeti adeta “dinamitleyen” AKP iktidarının 14 yıllık serüveninde geldiği noktanın bu olması, demokratlık, özgürlükçülük ve vesayet karşıtlığı cilasının tamamen silindiğinin bir göstergesidir.

_________________________

1 “Yeni ‘Şırnak Projesi’ terör mağdurlarını sevindirdi.”. Bkz. http://aa.com.tr/tr/turkiye/yeni-sirnak-projesi-teror-magdurlarini-sevindirdi/687384

2 Diyarbakır Büyükşehir Belediye Eşbaşkanlarının gözaltına alınıp tutuklanmasından sonra Cumhuriyet gazetesine baskın yapılması; hemen sonrasında HDP Eş Genel Başkanları da dahil olmak üzere milletvekillerinin tutuklanması bahsettiğimiz görünümlerden önemli birkaçı.

3 Bu imkanın hukuki ve tarihsel bir incelemesi için, bkz. http://www.emekveadalet.org/genel/yeni-bir-kurucu-irade-ittihatci-paydada-ortaklik-mi-baska-bir-ihtimal-mumkun-mu/

4 Hamit Bozarslan bu durumu “Gerçekten de, ülkenin 1908 ve 2002 yılları arasında birçok kez kesişen yollar arasında kaldığını görmek çarpıcıdır; ve ülke her defasında, tercihini yoğun baskı, radikalizm, şiddet ve ağır kriz dalgaları biçiminde yazılmış senaryolardan yana kullanmıştır.“ şeklinde özetler. Bkz. Hamit Bozarslan, Türkiye’nin Modern Tarihi, Avesta Yayınları, s. 149.

5 http://www.cumhuriyet.com.tr/haber/siyaset/628869/Basbakan_Yildirim_ve_Bahceli_den__baskanlik__zirvesi.html

6 OHAL’de Cemaat üyeliği şüphesiyle gözaltına alındıktan sonra gözaltında ölen Gökhan Açıkkolu’nun hikayesi üzerinden OHAL sürecini değerlendirdiğim yazım için bkz. http://www.emekveadalet.org/genel/mutevazi-bir-kopus-savunmasi-denemesi-yasin-yanindaki-kuruyu-savunmak/

7 http://www.emekveadalet.org/genel/anadolu-irfani-sanrisi/

8 http://www.birgun.net/haber-detay/erdogan-3-ay-sureyle-ohal-ilan-edildi-120887.html

9 2015’in sonbahar ve kış aylarında ilan edilen sokağa çıkma yasaklarıyla ilgili olarak bkz. http://bianet.org/bianet/insan-haklari/170312-yedi-ilin-21-ilcesinde-196-gun-sokaga-cikma-yasagi. Sokağa çıkma yasakları Kürt coğrafyasında halen sürüyor, bkz. http://www.sabah.com.tr/gundem/2016/11/14/lice-ve-haniye-bagli-13-koyde-sokaga-cikma-yasagi-ilan-edildi.

10 Anayasa madde 121 – “.. 119 uncu madde uyarınca ilân edilen olağanüstü hallerde vatandaşlar için getirilecek para, mal ve çalışma yükümlülükleri ile olağanüstü hallerin her türü için ayrı ayrı geçerli olmak üzere, Anayasanın 15 inci maddesindeki ilkeler doğrultusunda temel hak ve hürriyetlerin nasıl sınırlanacağı veya nasıl durdurulacağı, halin gerektirdiği tedbirlerin nasıl ve ne suretle alınacağı, kamu hizmeti görevlilerine ne gibi yetkiler verileceği, görevlilerin durumlarında ne gibi değişiklikler yapılacağı ve olağanüstü yönetim usulleri, Olağanüstü Hal Kanununda düzenlenir. Olağanüstü hal süresince, Cumhurbaşkanının başkanlığında toplanan Bakanlar Kurulu, olağanüstü halin gerekli kıldığı konularda, kanun hükmünde kararnameler çıkarabilir. Bu kararnameler, Resmî Gazetede yayımlanır ve aynı gün Türkiye Büyük Millet Meclisinin onayına sunulur; bunların Meclisce onaylanmasına ilişkin süre ve usul, İçtüzükte belirlenir. “.

11 Anayasa madde 148 – “… Anayasa Mahkemesi, kanunların, kanun hükmünde kararnamelerin ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İçtüzüğünün Anayasaya şekil ve esas bakımlarından uygunluğunu denetler ve bireysel başvuruları karara bağlar. Anayasa değişikliklerini ise sadece şekil bakımından inceler ve denetler. Ancak, olağanüstü hallerde, sıkıyönetim ve savaş hallerinde çıkarılan kanun hükmünde kararnamelerin şekil ve esas bakımından Anayasaya aykırılığı iddiasıyla, Anayasa Mahkemesinde dava açılamaz. “

12 Siyasi iktidarın bu yerlici-millici paradigmayı, kendi siyasi istikbalini de içine katarak “Yenikapı ruhu” kalıbına sokmayı başardığı görülüyor.

13 Yukarıda kısaca değindiğimiz Anadolu irfanı sanrısının bir görünümü de budur. Binlerce insanın ekmeğinden ve özgürlüğünden edildiği bir ortamda, biiz devletin baskı politikalarına dur diyebilecek “yürekli hakim” arayışındayken, yüksek yargı temsilcileri adli yıl açılışında Yürütme’nin karşısında olmayan düğmelerini iliklemeye çalışmakla meşguldür, bkz. http://www.ntv.com.tr/turkiye/erdogan-bestepede-olmasi-yargi-bagimsizligina-golge-dusurmez,7XQfy0Wf2US1jjOD2KdR0Q

14 OHAL sürecinin KHK’lar ile birlikte nasıl bir hale geldiğinin güzel bir anlatımı için, bkz. http://www.birgun.net/haber-detay/olur-da-sorusturulursaniz-133744.html.

15 Bu KHK üzerine, geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı tarafından Boğaziçi Üniversitesi’ne rektör olarak seçimlerde ezici çoğunlukla seçilen Gülay Barbarosoğlu yerine Mehmed Özkan atandı. http://www.birgun.net/haber-detay/bogazici-universitesi-rektorlugu-ne-mehmed-ozkan-atandi-135301.html.

16 http://www.diken.com.tr/chp-668-sayili-khkyi-anayasa-mahkemesine-tasidi/

17 AYM E. 1990/25, K. 1991/1; E. 1991/6, K. 1991/20; E. 1992/30, K. 1992/36; E. 2003/28, K. 2003/42.

19 Bkz. İbrahim Kaboğlu, Anayasa Hukuku Dersleri, Legal Yayıncılık, 2009, s. 20.

20 Anayasa Mahkemesi’nin geçmiş içtihadını hukuken “yeterli bulmadığımızı” da bu vesileyle belirtelim.

21 Artık iyiden iyiye hayalet avcılığı vaziyetine dönüşmüş “vesayetle mücadele” söyleminin trajikomik bir görünümü için, bkz. http://www.trthaber.com/haber/gundem/gorunmez-vesayetle-mucadele-ediyoruz-151622.html.

22 Demirel’in 1960 Anayasasına ithafen “Bu anayasa ile devlet idare edilemez.” dediği rivayet edilir. Bereket, askerler yetişmiş, 12 Mart’la yönetime ayar verdikten sonra 1971-1973 anayasa değişiklikleri ile kanun hükmünde kararnameleri yürütme erkine hediye etmiştir. Ayrıntılı bilgi için bkz. Bülent Tanör, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, Yapı Kredi Yayınları, 2010, s. 412 vd.

23 Almanya’da Federal Anayasa Mahkeme’sinin kurulmasının 2. Dünya Savaşı sonrasına rastlaması bu anlamda oldukça güzel bir örnektir, Mahkeme 1951 yılında kurulmuştur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir