Sansür ve İktidarın Pornografisi

8 Şubat günü internet yasasını protesto eden vatandaşlar için “edepsiz görüntülere dokunma diyerek, edepsizce sokağa çıkıyorlar” demişti başbakan. Yani insanların derdi porno izleyemeyecek olmalarıydı. Yasa değişikliği, pornoyu ve özel hayatın gizliliğini ihlal eden yayınları engellemek, böylece mağduriyetleri çarçabuk gidermek amacıyla hazırlanmıştı.

Bir süredir, ama elbette 17 Aralıktan itibaren giderek artan bir ivmeyle, tam da pornografik bir iktidar savaşı izliyoruz. Zira tarafların edep, ahlak, vicdan gibi herhangi bir değeri hatırda tutamayacak kadar gözleri dönmüş durumda. Ağızlarından salyalar saçarak, tükürüklerinin son damlasına kadar iktidar için mücadele ediyorlar. Bir tarafta iktidar koltuklarında oturanlarla, dünyalık uğruna, çıkar uğruna ilişkiye girenlerin “o üzülünce ben çok üzülüyorum” [1] ifadesiyle dibini bulan yalakalığın iğrenç pornosunu izliyoruz. Evet gördüklerimiz iğrenç, midemiz bulanıyor ve başbakan bizi bu iğrençlikten kurtarmak istiyor; başımızı kuma sokarak. Ortaya sürekli bir şeyler saçılıp dökülüyor, internet “kral çıplak” diye bağıran çocuğa benziyor. Kral’ın çıplak olduğunu hepimiz biliyoruz ama iktidar o çocuğu susturmak istiyor. Göz önünden kaybolunca, bu yalana inanmak mümkün olur sanıyor. Bunun için de sansürü kullanıyor. Öbür tarafta bunları servis edenlerin, haktan, adaletten değil, “vakti geldiği” için bu teşhire soyunduklarını avucumuzun içi gibi biliyoruz.

Dünyanın her yerinde iktidarlar, ne zaman internet üzerinde sansür ve kontrol uygulamaya çalışsalar, buna kılıf olarak en başta pornografi ile mücadeleyi öne sürmüşlerdir. Zira toplumların yumuşak karınlarından biridir bu. Bir taraftan özel hayatın gizliliği, mahremiyetin ihlali, mağduriyet diyerek TİB başkanına jet yetkiler tanıyan yasa, öte taraftan her internet kullanıcısının trafik bilgilerini, mümkün olan bütün verilerini, en az bir, en fazla iki yıl saklama mecburiyetini bütün servis sağlayıcılarına getiriyor (iki yıl sonunda hangi servis sağlayıcının bu bilgileri imha edeceğine inanıyoruz. Bu konuda herhangi bir yaptırım da yok.) Cumhurbaşkanı Gül’ün yasayı veto etmemesi ve toplumun gazının alınması için “başkanlığın (TİB’in) talep ettiği bilgileri talep edilen şekilde başkanlığa teslim etmek” şeklindeki maddenin “internet servis sağlayıcıları, iki yıl sakladıkları verileri ancak mahkeme kararıyla TİB’e verebilecek” şeklinde değiştirilmesi, hukuku, yargıyı falan toprağın altına gömdüğümüz şu günlerde, yalnızca komik ve zavallı bir maske olarak sırıtıyor. Bu yasa açıkça özel hayatın ve mahremiyetin ihlalidir.

Bu yasa, her vatandaşına potansiyel suçlu muamelesi yapmaktır. Devlet tabii ki, bir suç varsa o suçun peşine düşmeli ve adaleti sağlamalıdır. Bütün bu dinleme skandallarının ortasında hatırlatmaya lüzum var mı bilmiyorum ama devletin yapabileceği/yapması gereken, elde deliller olduğu, veri toplamayı gerektirecek sebepler olduğunda ilgili kişilerin takibini yapmaktır. Herkesi ön tanımlı olarak gözetim altına almak değildir. Temel insan haklarına da aykırıdır. İslam’da da özel hayatın gizliliği ve mahremiyeti esas alınmıştır. Şöyle bir hadise rivayet edilir:

Hz. Ömer (ra), devlet başkanlığı sırasında, bir evden gelen sesler üzerine, duvara tırmanıp içeri bakmış ve ev sahibini kötü bir durumda görmüştü. Onu bu kötülükten menetmek isteyince ev sahibi şöyle dedi:

“Ey mü’minlerin emiri! Eğer ben bir yönden Allah’a isyan etmişsem, sen üç yönden Allah’a isyan etmiş bulunuyorsun.” Hz. Ömer (ra) “Onlar nelerdir?” diye sorunca şu cevabı verir:

“Allah Teâlâ, ‘Tecessüs etmeyin.’ (Hucurât, 49/12) buyurmuştur. Halbuki sen tecessüs ettin. Allah Teâlâ ‘İyilik evlere arkalarından girmek değildir.’ (Bakara, 2/189) buyurmuşken, sen duvardan girdin. Yine Cenab-ı Hak, ‘Ey iman edenler! Kendi ev ve odalarınızdan başka evlere, sahipleriyle alışkanlık sağlayıp izin almadan ve selâm vermeden girmeyin.’ (Nûr, 24/27) buyuruyor.”

Buna karşılık “Saklayacak bir şeyim yok, yasa dışı bir şey yapmıyorum, beni takip edip de ne yapacaklar?” diyenlerin gözden kaçırdıkları bir şey var. Mesele saklayacak bir şeyinizin olup olmaması değil. İnternet yasasına karşı çıkanların, edepsizler, marjinaller, teröristler ve yasa dışı şeyler yapmak niyetinde olanlar olduğu iddiası gerçeğin üstünü örtmek için kullanılan bir retoriktir. Mahremiyetinizi önemsemeniz, suç işlemek niyetinde olduğunuz anlamına gelmez. Evinizde otururken perdelerinizi kapatırsınız, içeride gizli saklı bir şey yaptığınız için değil ama evinizde rahat olmak istersiniz. Evinizin içinde sürekli bir kamera ile yaşamakla, dijital ortamda her şeyinizin gözetleniyor olması çok farklı şeyler değil. Dijital dünya söz konusu olunca insanların mahremiyet kavramı buhar olup uçmamalı. Birine bir mektup yazdığınızda, bir kart atmak istediğinizde, çok basit bir şey dahi yazsanız, onu bir zarfa koyup göndermek istersiniz. Yazdıklarınız örgüt bilgisi ya da erotik öyküler olduğu için değil, üçüncü şahısların sizin hayatınıza göz değdirmelerini istemediğiniz için yaparsınız bunu.

Bir de bu kayıtlarla ilgili yanlış anlaşılan bir noktayı da aydınlatmak gerekir. Söz konusu kayıtlar otomatik olarak yapılıyor. Birileri oturup sürekli sizin hangi sayfaya girdiğinizi ne kadar kaldığınızı aktif olarak takip etmiyor. Ama bunlara bir kere sahip olunduğunda, “ihtiyaç halinde” kullanılmaları mümkün oluyor. Türkiye Cumhuriyeti’nin devlet geleneğine şöyle bir göz attığımızda, bu verilerin ne şekilde kullanılabileceği, türlü fişleme faaliyetlerine malzeme olacaklarını düşünmemek için fazlasıyla iyimser olmak gerekiyor.

Sansürün porno bahanesiyle meşrulaştırılmaya çalışılması meselenin yalnızca bir yüzüydü. “Büyük Anlatı”yı sekteye uğratacak her türlü sızıntı için önlem alınması gerekiyordu. Yargı ve Emniyet’e “tebdili mekanda ferahlık vardır” diyen ve tüm gücü mutlak olarak “Milli İrade”de toplamak arzusunda olan iktidarın, TİB’i es geçmesi düşünülemezdi. (Zaten TİB başkanına doğrudan içeriğe erişimi engelleme hakkının verilmesi, denetimin yargı değil idare eliyle yapılabilmesi, Başbakan’dan devletin kılcal damarlarına dek uzanan kesintisiz iradenin bir başka yansımasıydı.) Böylece TİB’in başına bir MİT mensubu atandı. MİT’in ve Emniyet’in telefon dinleme izinlerini hukuka uygun yerine getirme yetkisi TİB’in elinde. Buna bir de şu anda köşkte imzalanmayı bekleyen yasanın getirdiği, TİB çalışanları hakkında soruşturma yetkisinin TİB Başkanına, TİB Başkanı hakkında soruşturma yetkisinin Ulaştırma Bakanı’na verilmesini öngören düzenlemeyi eklediğimizde çemberi tamamlamış oluyoruz.

Bütün bu düzenlemeler elbette İktidar ve çeperi aynı kabusu bir daha görmesin diye yapıldı. Ama bir de Haziran kabusu vardı. Gezi eylemcileri olaylar boyunca yalnızca camilere ayakkabıyla girip, içki içmekle kalmamış bir de şu baş belası Sosyal Medyayı oldukça aktif bir şekilde kullanmışlardı (Yazar burada Sosyal Medya güzellemesi yapmayı amaçlamamaktadır). Haziran Direnişi boyunca hükümet yetkilileri bunun icabına bakılması gerektiğini, internetle ilgili yeni yasal düzenlemeler getirmeyi düşündüklerini zaten defalarca beyan etmişlerdi.

Düzenlemenin sansürden başka bir de kontrol boyutu olduğuna ve bunun hem anayasa açısından hem de itikadi açıdan bir hak ihlali olduğuna değinmiştik. Şiddetin ve suçun azmettiricisi olduğunda, devletin en azından failleri cezalandırmak şöyle dursun adeta onları sahiplenip arka çıktığına; sıra iktidardakilere yöneltilen yüksek sesli bir itiraza geldiğinde, en ufak bir muhalefete karşı ne kadar tahammülsüz ve saldırgan olduğuna her gün yeniden şahit oluyoruz. Kanun değişikliğini teklif eden milletvekillerinden Zeynep Karahan Uslu’nun bir televizyon kanalında, kanun değişikliği ile otosansürü hedeflediklerini dile getirmesi, kibarca ifade edilmiş bir tehdit olarak da okunabilir. Yani “Yazdıklarınıza, söylediklerinize, attığınız tweet’lere dikkat edin; kendi kendinizi sansürlemezseniz başınıza gelecekleri biliyorsunuz” diyor. Örneğin attığınız herhangi bir mesaj, terör örgütü üyesi olduğunuza delil kabul edildiği anda hakkınızda depolanan bütün verilere erişim bir mahkeme prosedürünün basit ayrıntısı olacak. Verilerinize ulaşınca da geriye hikayenizi “büyük anlatı”ya uygun olarak kurgulayıp, dilsiz medyaya servis etmek kalacak. Başbakan’ın hayalindeki demokrasi tam da bu değil miydi? Muhalefet edecek kimse kalmadığında, burası artık bir özgürlükler ülkesi.


[1] https://www.youtube.com/watch?v=oyZDkhL4zLw (3:25 ‘den itibaren)

2 Responses

  1. Alp Çıracı dedi ki:

    berat çok acayip bir yazı olmuş eline sağlık. müthiş.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir