Yarın da Savaş Var, Hayırlı Olsun!

 “Büyüyecek
 mülk sahiplerinin mülkleri
ve mülksüzlerin sefaleti
yönetenlerin söylevleri
 ve yönetilenlerin suskunluğu.”
Bertolt Brecht

diyandin_c

Kürt siyasetinin Türkiye sahasında “Başka bir yol mümkün” dediği ve radikalizmden uzaklaşmanın işaretlerini verdiği bir süreçte patlak veren olaylar ve mevcut karanlık atmosferde, yarını tahayyül etmek epey zor. Kürdün onuru, Türkün aklı ile alay eden siyasi söylem ve pratikler toplumun fabrika ayarlarına geri dönmesini beraberinde getirmiş durumda. Yıllardır “koster bozuk” denilerek ailesi ve avukatları dahil kimsenin Öcalan ile görüşmesine izin verilmiyordu. Ne zaman ki hükümet çözüm sürecine razı oldu o zaman kosterlerin tıkır tıkır çalıştığını gördük. Çözüm süreci devam ederken 2015 Nisan’ında kosterler bir anda yine bozulmaya başladı ve müzakerenin kosterleri hala tamir edilememiş durumda. Esasen devletin Kürt halkına verdiği “koster bozuk” cevabı hem Türke hem de Kürde önemli mesajlar içeriyor. Türk verilen bu alaycı cevabı kabul ederek ve buna inanmayı bir şekilde becererek bir yerden sonra devleti hiçbir şekilde sorgulayamadığını ortaya koymuş oluyor. Kürt ise en makul taleplerinin bile absürd gerekçelerle kabul edilmediğini fark ediyor.

En çok ana akım Kürt siyasetinin dillendirdiği ve diğer Kürdistanî grupların da desteklediği, Kürtlerin asgari müştereğini oluşturan bir çok hak hala teslim edilmiş değil. Kürtlerin “legal siyaset” alanında en çok önem atfettikleri yerel yönetimler bu gün darbeciler için çıkarılan KHK’lar ile devlet tarafından gasp ediliyor. Kürtlere “dağdan inin şehirlerde siyaset yapın” diyenler şehirde nasıl bir siyaset vaad ediyorlardı acaba? Dağdan inmek ve silahları susturmak haklı taleplerinden vazgeçmek manasına gelmiyor. Örneğin silahı bıraktıktan sonra “demokratik” bir ortamda özerkliği savunmak hala terörizm olarak algılanıyorsa demokratik siyaset alanını yeniden tartışmamız gerekiyor. Sonuç olarak bu gün halkın oyları ile seçilmiş yerel yöneticiler hükümet tarafından silah zoru ile görev yerlerinden çıkarılıp yerlerine valiler, kaymakamlar atandı. Yani asker ve polis gücü ile sivil idareye yönelik bir darbe gerçekleşti, tıpkı 15 Temmuz’da olduğu gibi. Ama arada bir fark var ve sanırım bunca suskunluğun sebebi de bu . 15 Temmuz’da İBB binasını basan askerler bu sefer Batman belediye binasını bastılar. 15 Temmuz’da halk iradesine el koymaya çalışanlara karşı sokağa çıkan bir kesim ise bu yapılanlara destek veriyor. Ve biz hala kardeşiz.

Devlet fabrika ayarlarına dönüyor ve Kürtler de ona göre bir refleks gösteriyorlar. 7 Haziran’dan sonra kentlerde başlayan özyönetim direnişerinden, halkın milislere beklenen desteği vermemesinin bir çok nedeni olmakla beraber en önemli sebebi çözüm süreci, HDP ve yereldeki siyasi başarının oluşturduğu ” başka bir yol mümkün” düşüncesiydi. Bu düşünce yavaş yavaş ortadan kaldırıldı. Devlet fabrika ayarlarına geri dönünce, durum bakanın söylemi ile “Ya herro ya merro” olunca, Kürtler de sanırım yavaş yavaş “Merro”nun yollarını arayacaklar.  Bu sırada devletin başlatmış olduğu tasfiye süreci devam edecek gibi duruyor. 11500 öğretmenin açığa alınmasından sonra başka alanlarda da operasyonların devam edeceğinin sinyalleri veriliyor. Bu durumda Kürtler ya taleplerinden vazgeçip devletin istediği noktaya gelecekler yada mücadelelerini daha da radikalleştirecekler. Sivil alanda yaşam hakkı tanınmayan siyaset muhtemeledir ki tekrardan başka mecralara kayacaktır. Bunun şahsi arzum değil bir tespit olduğunu vurgulamam gerek. Devlet politikası geri adım atmadığı sürece 3. bir yol da görünmüyor şu anda.

Rojava’daki gelişmeler Türkiye sahasındaki olayları önemli ölçüde belirliyor. Çözüm sürecinin bozulmasını açıklayan en mantıklı teori de Rojava’yı işaret ediyor. Bunu düşününce insanların aklına son umut olarak, zor da olsa Rojava’dan yükselecek bir uzlaşma ile beraber Türkiye’de başlayacak bir müzakere ve yeniden çatışmasızlık ihtimali de geliyor. Erdoğan IŞİD’i bitirmek için söz verdiği konuşmalarında, IŞİD’in yanına sürekli PYD’yi de koyarak Rojava’dan beklenen son umudu da yok ediyor. Türkiyenin Rojava’daki Kürtler ile barışma gibi bir niyeti de yok gibi duruyor ne yazık ki.

Durum böyle iken oturup sıranın bize gelmesini mi bekleyeceğiz? Çözüm sürecinin bozulmasını tarafların yanlış politikalarına mal ederken kendi üzerimize düşen görev nedense aklımıza gelmiyor. Çatışmasızlığı sağlayacak olan bizleriz, savaşanlar değil. Onlar zaten bir tercih yapmışlar. Peki biz süreç bozulmasın, analar tekrar ağlamasın diye ne yaptık? Türkler ve Kürtler barış ve huzur içinde yaşamak istiyorsa gereğini yapmak zorundadırlar. Silahlı taraflara siviller olarak gerekli basınç uygulamaz aksine mevcut durum gibi, toplum olarak topyekün çatışmalara “temizlik” denilerek destek verirsek, Türkiye sahasında birlikte yaşam şansı çok zorlaşıyor. Birlikte yaşamın koşulları yok oldukça da, arkasından çatışma ve kopuş gelecektir. O yüzden birlikte yaşamın koşullarını kim kaldırıyorsa bölücülük yapan da odur.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir