Kur’an’ı Yorumlamak Erkeklere Özgü Bir Hak Mıdır?

Kur’an’ın muhatabının tek bir cinsiyetle sınırlandığını kabul etmiyoruz çünkü O’nun tüm insanlığa bir öğüt ve hidayet için yol gösterici olduğuna inanıyoruz. Ancak geleneksel fıkıhta Kur’an’ın bazı hükümlerinin kadınlar için ayrımcı, dışlayıcı hatta kadına yönelik psikolojik veya fiziksel şiddeti kapsayıcı bir dil kullandığı iddiasını görmekteyiz. Bu iddiayı temellendiren şeyin, erkek egemen tefsir dünyası ve politik gerekçeler olduğuna inanıyoruz. Kur’an’ın ataerkil yorumlanmasına itiraz eden Pakistanlı akademisyen Asma Barlas’ın bir söyleşi özetini Türkçe’ye çevirdik. İlginize sunuyoruz. 

Çeviren: Ayşe, Betül K.

ASMA BARLAS

Yıllar önce Rotterdam İbn-i Sina Topluluğu (Avicenna Society of Rotterdam) Batı’daki müslümanların durumuna ilişkin Tarık Ramazan ve benim katıldığım bir tartışma düzenlemişti. Müslüman kadınların İslam adına maruz kaldıkları ayrımcılık ve şiddeti konuşurken, Kur’an’ın aslında erkeklerle eşitliği tasdiklediğini belirttim. Kur’an bunu Allah’ın her ikisini aynı nefsten yarattığını, onları yeryüzünde vekil (halife) tayin ettiğini ve iyiliği emredip zulümden sakındırma müşterek vazifesiyle birbirinin rehberi ve velisi (evliya) kıldığını buyurarak yapmaktadır. Ancak Kur’an’ın öne çıkan tefsirlerinde veya İslam fıkhında bu ayetlerin izi yoktur. Bunun yerine hem hukuk hem tefsir, erkek üstünlüğünü savunduğu iddia edilen bir avuç ayeti (6000’den fazla ayetin altısı kadar bile değil) ön plana çıkarıyor.

Benim daha kapsamlı amacım ise Müslümanların Kur’an’ı yorumlama yetkisini niçin yalnızca erkeklere verdiğini ve daha önceki yorumlarından farklı yorumlanmasına neden gönülsüz olduklarını sorgulamak idi. Ben, İslam’da Kadınlara İnanmak: Kur’an’ın Patriarkal Yorumlarını Okumamak (Believing Women in Islam: Unreading Patriarchal Interpretations of the Qur’an) isimli kitabımda Kur’an’ı eşitlikçi ve anti-patriarkal bir metin olarak okumuştum. Tartışmanın sonunda, dinleyicilerden birçok kadın Tarık Ramazan’a, kadınların Kur’an okumasıyla ilgili ne düşündüğünü sordu. Ramazan, kadınların bu konuda söz sahibi olmaları için belirli bir uzmanlığa sahip olmaları gerektiğini söyledi. Bunca yıl geçmesine rağmen, salonda oturan bir başörtülü genç kızın öfkeli yüzünü hatırlayabiliyorum. Ramazan’ı, erkeklerin kadınları bilgili addetmeleri için kadınların daha kaç yüzyıl boyunca beklemesi gerektiğini açıklaması için tekrar tekrar zorlamıştı. Ramazan bir şey demedi.

Gerçek şu ki, Kur’an, yorumlanması yetkisini yalnızca erkeklere yahut akademik bir topluma vermez. Üstelik İslam’da bir ruhban sınıfı veya kilise yoktur. Kur’an kendisinin yalnızca kültürlü insanlar için geldiğini de söylemez. Aksine Kur’an, Arabistan’ın çöllerindeki okumamış Bedeviler için de anlamlı olduğunu söyler. Dinsel devrim sonrasında Kur’an, inananların Tanrıyla doğrudan ilişki kurmaları gerektiğini ve ayetleri (veya Tanrı’nın “işaretler”ini) yorumlamak için kendi akıl ve idraklerine güvenmeleri gerektiğini fevkalade vurgulamıştır.

Yine de İslam’ın gelişi üzerinden neredeyse bin beş yüz yıl geçmesine rağmen, sadece erkekler, hatta sadece Arap veya Arapça konuşabilen erkekler dinî metinleri kamuya açık bir şekilde yorumlayabildi. Ramazan’ın yorumunun da açıkça gösterdiği gibi günümüzde, liberal ve yenilikçi Müslümanlar arasında bile erkekler otorite odağı olarak kabul edilir. Bu yaklaşımda Müslümanların Yahudi, Hıristiyan ve kutsal metinleri ataerkiden mülhem diğer dinlerin taraftarlarından bir farkı olmaz. Kurumsallaşmış erkek egemenliğinin bir biçimi olan ataerkillik, İslam’dan daha eskidir ve ataerkinin tarihi kadın refahı hususunda oldukça kirlidir. Bazı feministlerin İslam’ı ataerkil bir din olarak adlandırması ve “Tanrı’nın ataerkiden yana” olduğunu söylemesi bu örtüşme nedeniyledir. (Kate Millett, Sexual Politics; 1970).

Dinî geleneklerin Tanrı’yı erkek olarak temsil etmesinin erkekleri güçlendireceğinden hiç şüphem yok. Ancak bir kutsal kitap Tanrı’nın erkek olduğunu reddeder ve hatta tüm yaratılmışlardan münezzeh olduğunu iddia ederse ne olur? Ya Tanrı -Kur’an’ın iddia ettiği üzere- en kâmil insandan üstün, tamamıyla benzersiz, varolan her şeyden farklıysa? Böylesi cinsiyetsiz bir Tanrı, erkek egemenliğini desteklemek için yatırım yapar mı?

Kur’an’daki bu tasvirlere rağmen Tanrı’nın erkek olarak kabul edilmesini anlayamıyorum. Kur’an’ın Tanrı’yı “erkek birinci tekil şahıs” olarak ele alması doğrudur ancak bu Muhammed Peygamber’in yaşadığı 7. yüzyıl Arabistanı’nda konuşulan Arapça’nın fonksiyonu gereğidir. Kur’an’ın kendisi, Tanrı’nın Araplara kendi dillerinde hitap etmeyi amaçladığından Arapça indirildiğini belirtir. Müslümanların çoğu Arapça’nın kendiliğinden kutsal bir dil olduğu görüşünü kabul etseler de Kur’an bunu îma etmez.

Böyle batıni gözüken konular kadın hakları tartışması için önemlidir. Çünkü eğer Tanrı bir erkek değilse, erkekler kadınlar üzerinde topyekün bir otorite kurmayı ve Tanrı’ya has benzerlikleri iddia etmeyi temellendiremezler. Aslında bu tarz bir yakınlığı varsaymak ve kadınlar üzerinde otorite iddia etmek şirke yaklaşmaktır; kutsal hakimiyetin küçümsenmesidir. Argüman yeterince basit: İslam’da birliği ve egemenliği bölünemez olan mutlak bir Tanrı’ya sahibiz, yani hiç kimse Tanrı’nın herkes ve her şey üzerindeki kuşatıcı hakimiyetine ortak olamaz, bu hakimiyetten pay alamaz. Yine de birçok Müslüman toplumunda erkekler İslam’ı takip etmek adına kadınların ‘yeryüzündeki tanrısı’ gibi davranıyor.

Açıkçası erkeklerin Kur’an’ı tefsir etmesine karşı değilim. Dahası, benim düşüncem tamamen onların tefsirleri ve çevirileri tarafından oluşturulmuştur. En çok ilgimi çeken tefsir, 20. yüzyılın başında Avusturya-Macaristan’da bir Yahudi olarak doğan ve yirmi altı yaşındayken Müslüman olan Muhammed Esed’in tefsiri. Meşhur bir Şii alim, Abdullah Yusuf Ali’nin çevirisi de sevdiklerimden. Ben birçok feministin aksine Kur’an metninin özgürlükçü yorumlarını ortaya çıkarmak için kadın yorumculardan oluşan topluluklara ihtiyacımız olduğunu da düşünmüyorum. Kadınların yüzyıllardır gönüllü ya da gönülsüz biçimde erkeklerin izlerini takip etmiş oluşu bu yanılsamayı ortadan kaldırmalıdır.[1]

Bunu söylememe rağmen, kadınlar ve erkeklerin kutsal metin okumalarına getirdikleri soruların farklı olabileceğine inanıyorum. Erkeklerin tanrılaşmasına meydan okumak gibi bir derdi olan kadınlar, Kuran’ın ataerkilliği onaylayıp onaylamadığını pekala sorabilirler ki bu benim kendi okumamın da başlama noktası. Ben patriyarkayı, hem eş/baba hakimiyeti hem de erkekleri erkek oldukları için önceleyen bir cinsel ayrımcılık politikası olarak tanımlıyorum. Kur’an’ın her iki tür patriyarkayı da desteklemediğini hatta tam tersine ‘atalarının yollarını’ takip etmeye akılsızca koşturanları eleştirdiğine şaşkınlıkla -ve rahatlamayla- şahit oldum.[2]

Ramazan’la olan tartışmamdan bu yana geçen yıllarda, kendi yorumumu ilahi olanla tanışmak isteyen birçok genç Müslüman ile paylaştım. Onlar için önemli olan, birisinin Kur’an’ı yorumlama yetkisine sahip olup olmadığı değil, Kur’an hakkında ne söylemeleri gerektiğidir. Böyle zamanlarda Kur’an’ı yalnızca hakların veya cezaların ilan edildiği bir manifesto olarak gördüğümüzde, onun her şeyden önce, kulluğumuza layık bir Yaratıcıyı tanımanın yolu olduğunu unutuyoruz.


[1] Bu konuda farklı düşünen Müslüman feministlerin olduğunu da unutmamak gerek. (çeviren notu)

[2] Bakara 170: “Ama onlara, “Allah’ın indirdiğine uyun!” denildiğinde bazıları: “Hayır, biz [yalnız] atalarımızdan gördüğümüz [inanç ve eylemler]e uyarız!” diye cevap verirler. Ya ataları akıllarını hiç kullanmamış ve hidayetten nasib almamış iseler?” -Muhammed Esed meali (çev. notu)-

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir