Devlet Enkaz Altında!
Aktif deprem kuşakları üzerinde yer alan Anadolu coğrafyasında, Cumhuriyet tarihinin en büyük depremleri 6 Şubat 2023’te açığa çıkan Doğu Anadolu fay hattında meydana geldi. Ta ki 17 Ağustos 1999’a dek. O zamana kadar az gelişmişliğin, iç sömürgenin, merkezden yeterince uzak bir çevrenin topografyasında meydana gelen deprem, bu defa devletin, sermayenin, sosyal ve kültürel iktidarın kalbini vurmuştu. Deprem bir doğa hareketi, takdiri ilahi, coğrafyanın kaderi. Fakat kulların amelleri, hesaba çekilebilir olandır. O güne dek alışılagelen tevekkül ve minnetle karışık ‘Allah devlete, millete zeval vermesin’ duası, bir gecede ‘Nerede bu devlet?’ çığlığına dönüştü. İmtiyazlı Batı’nın ahalisi, devletin varlık ve otoritesini sorgulayan bir eşikte buldu kendini. O ivme 28 Şubat cuntasının ardından iktidarı devralan Anasol-M hükümetinin ve bir bakıma eski düzenin, yarı askeri rejimin sonunu getirdi. AKP iktidarının önünü açtı.
17 Ağustos’un travması, son yirmi yılda Türkiye’nin irili ufaklı tüm kentlerini tarumar eden kentsel dönüşüm furyasının bahanesi oldu. Mahalleler yok oldu. Kentler ve doğa betona boğuldu. İnşaat rantı havzalardan derelere, ormanlardan vadilere tüm Anadolu coğrafyasını işgal etti. Körfez sermayesinin kar fazlasına, tamaha gark olmuş mülk sahiplerinin insafına terk edildi. Bugün Güneydoğu’da yıkılan binaların tamamına yakını son 20 yirmi yılda inşa edilen sivil ve kamu binalar. Devletin denetim ve ruhsatıyla yapıldılar, satıldılar, yerleşildiler. Bir gecede açığan çıkan yeryüzü hareketiyle binlere mezar oldular. Kibir kuleleri, helak çukurlarına dönüştüler.
AKP iktidarı, kimsesizlerin kimsesi, sessiz çoğunluğun sesi olmak vaadiyle eski rejimin üstüne bina etti egemenliğini. 6 Şubat gecesi ise enkaza gömüldü. Ne sınır ötesi hareket şehvetiyle tehditler savuran ordusu, ne hakkını arayan herkesin ensesinden eksilmeyen polisi, ne anlı şanlı müteahhit mücahitleri, ne de kamu kaynaklarını yağmalarken geviş getiren şirketleri ortada yoktular. Krizi çözmek için değil ‘idare etmek’ için kurulan AFAD’ı dahi ortada yoktu. Karla kaplı, karanlığa gömülü kentlerde, bir kazma sesi dahi çıkmıyordu. Birlik ve beraberlik içinde yaralarını sarmaya çalışan, dişinden tırnağından arttıran, derin yoksullukla boğuşan emekçi milyonlar. Kurtarmaya yetişen anlı şanlı timler değil, canı beş kuruş etmeyen, kapitalist çarklara kurban edilen, kendi otobüslerini kendileri kaldıran madenciler. Amfibik gemiler, Atak helikopterleri, SİHA’lar ulaşılmaz bölgelere yardım taşıyamadı. Yurttaşın her sözünü, hareketini gözetleyen istihbarat şebekesi twitterdan yayılan imdat çığlıklarını, enkaz altından yayılan son yakarışları işitemedi.
Cenaze evinde susmak adettir. Dünya işleri konuşulmaz. Fakat coğrafyamızın kaderi, bizi sürekli bir cenaze evinde yaşamaya mahkum ediyor. İşte bu yüzden bugün bunları konuşmanın tam sırasıdır. Enkaz altında soğuktan donmaya direnen her canımız, cansız çıkan her yurttaşımız, politik bir cinayetin kurbanıdır. Bu cinayetler politiktir, zira yıllardır itiraz ettiğimiz politikaların kurbanıdırlar. Kaza değil cinayet dediğimiz önlenebilir sebeplerden ötürü, tammüden değil, kasden, bilerek ölüme terk edilmiştirler. Bilim insanlarının aman dediği, ikaz ettiği havzalara inşa edilen yolların, havalimanlarının, viyadüklerin geçit vermediği kentlerde mahsur kaldılar. Dere yataklarına, fay hatlarına, çürük zeminlere inşa edilen binalara gömüldüler. Sığınacakları hastaneler, kamu binaları yerle bir. Toplanma alanları, kaçış yolları işgal altında. Tedbir alacaklar, tedbirsizliğin faili. Kurtaracak olanlar, örgütlü acziyetin pençesinde.
Bu hal ve şeraitte enkaz altında kalan devlettir. Elinde binlerce emekçinin kanı, çaresiz yurttaşların ahı, mazlumların bedduasıyla kasden işlenen bu cinayetin failidir. Bu cinayetler politiktir çünkü yurttaşına değer vermeyen, canını istatistik olarak gören, tek derdi sınıfının çıkarını korumak olan, tüm imkanlarını sermayedarların emniyetine vakfeden bir zihniyetin siyasetiyle meydana gelmiştir. Öldüren deprem değil kapitalizmdir. Tam da bunun için bunu konuşmak zorundayız. Haykırmak, galeyana gelmek, isyan etmek zorundayız. Daha fazla canımız gitmesin diye. Artık ölmek istemiyoruz, bunu söylemek durumundayız. Slogan değil hakikat, hüzün değil öfke, yas değil adalet. Şimdi ve burada!