Burhan Sönmez – Fakirlerin dini: Ali’den Ali’ye giden yol

BURHAN SÖNMEZ

Hz Ali’yi anlatırken, “Yenilgi ve başarısızlık, insanın dikkatini yüzeysel başarılarından, içsel zaaflarına yöneltir” demişti İranlı bir sosyalist. “Hz Ali, eğer yirmi beş yıllık yenilgi olmasaydı, Ali olmazdı.” Peygamber olan amcaoğlunun ölümünden sonra Ali, İslam cemaatinin yönetimine mesafeli durmuş, kendi köşesine çekilmişti. Bunun sosyolojisini tahlil edenler, cemaatin başına aristokrat sınıfın sözcülerinin geçtiğini, Ali’nin ise ezilenden, garibandan yana atan kendi kalbiyle baş başa kaldığını söyler.

Büyük düşünür İbni Haldun, Hz Ali ile Muaviye arasındaki çatışmanın, basit bir din yorumundan veya taht üzerindeki hak iddiasından kaynaklanmadığını vurgular. Sorunun temeli, iki farklı toplumsal kesim arasındaki çatışma, yani “asabiyeler” arasındaki gerilimdir. -İbni Haldun’un sevdiği “asabiye” kelimesinin bir karşılığı da “uygarlık”tır. Ama bunun Huntington’ın sözünü ettiği “uygarlıklar çatışmasıyla” bir yakınlığı yoktur. Huntington için toplumsal ilişkilerin rengini belirleyen şey, kültür ve inanca indirgenmiş bir toplum yapısıdır. Oysa İbni Haldun, bundan altı asır önce, bu uygarlıkları, maddi yaşam biçimlerine göre tanımlıyor ve Hz Ali’nin çıkışını da, ekonomik ve sosyal farklı toplumsal kesimlerin varlığına bağlıyordu. (Altı asır önce yaşayan bir İslam düşünürü, günümüzün liberal-muhafazakâr bir düşünüründen daha makul olabiliyor.)

Bir de ruhsal, psikolojik yan vardı. Toplumsal çalkantıların yaşandığı o dönemde Ali, evinde oturuyor, bahçesini belliyor, bazen eşşeğini götürüp su veriyor, kaşağılıyor, sonra yine toprağı işliyordu. Yirmi beş yıl böyle yaşadı, 58 yaşına kadar. “Yani meydanlara inmesi gereken dönemde, sessiz kaldı” demişti bu konuda İranlı sosyalist düşünür. Ve artık yaşlandığı zaman, yani yaşı gereği evde oturması gerekirkense, meydanlara inmeye karar verdi.

Burada Hz Ali hakkında iki farklı ihtimal tartışılır. Bir grup, onun zaten başından beri ezilenlerin ve dışlanmışların yanında yer aldığını, bu yüzden kenarda bırakıldığını söyler. İkinci bir grup ise, Ali’nın iktidar yapısından uzaklaştırıldığını, bu nedenle, sonradan toplumun yoksul kesimlerinde gelişen muhalefet eğilimini desteklediğini, o bayrağa sarıldığını iddia eder. Sonuçta ikisi de aynı sonucu kabul eder: İslami devlet yapısındaki yozlaşma ve zenginlerden yana tavır alma, toplumda derin yarılmalara yol açmıştı. Ve yoksulların tepkisi kendini açık hale getirince, evinde oturan Ali için, kalbine uygun görev günü gelmişti.

Ya da bir diğer ihtimal, çok sonraları gelişen köylü isyanları ve fakir direnişleri, kendilerine tarihi ve ilahi bir bayrak ararken, Hz Ali’nin buna en uygun şaysiyet olduğunu gördükleri için, onun adını göklere çıkardılar. “Medet ya Ali!” Böylece ezilenlerin isyanına tarihi ve dini bir haklılık kazandırmaya çalıştılar.

Hz Ali’nin fakir çağrısına inanan ve yukarıda sözlerini aktardığım İranlı düşünür Ali Şeriati, “bir direniş hareketinin, egemen ideoloji haline geldiğinde nasıl yozlaştığını” anlatırdı derslerinde. Şeriati’ye göre, Hz Ali’nin yolundan giden Şii inancı da İran’da Safevi iktidarından itibaren temel hedeflerinden uzaklaşmış, kabuk bağlamış, Sünnilik gibi gericileşmişti. Hem sınıfsal açıdan, hem de dinin ilahi yorumu açısından. Şeriati, “son dönemlerde ortaya çıkmış resmi ve görkemli ‘ayetullah’ ‘huccetul İslam’ gibi garip sıfatlarda” ifadesini bulan gerici İslam anlayışını eleştiriyordu. Bu yüzden, İran’da hem Şah rejiminin oklarına hem de şeriatçıların saldırılarına hedef oluyordu.

Ali Şeriati, sosyalistti ama Marksist değildi. Adaşı Hz. Ali ise, onun sınıflandırmasına göre, Müslüman bir ütopik sosyalist olmalıydı. Şöyle yazmıştı: “Sosyalizm, sadece tarihsel olarak kapitalizmden sonra gelmesi kaçınılmaz olduğu için değil, aksine, insanı ‘değer’ üreten tek varlık olarak kabul etmesi sebebiyle makbuldür. İslam’ın ifadesiyle insan, Allah’ın ruhunun taşıyıcısıdır. Hayattaki temel misyonu, kendi varlığını tamama erdirmek ve benliğini kapitalist sistemin ekonomik köleliğinden, sömürgeci mülkiyet zindanından ve burjuvazi bataklığından kurtarmaktır. Bizim hangi anlamda Marksist olmadığımız ve hangi anlamda sosyalist olduğumuz açıktır. Sosyalizm bizim için sadece bir ‘dağıtım’ sistemi değil, hayat felsefesidir.”

(11 Şubat 2009)

Kaynak: Birgün, 2009

İrtibat: burhansonmez@hotmail.com

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir