Emre Işındağ – Hayalle Yaşarken Gerçek Dünyada

Emre Işındağ’ın İDE Blog için yazdığı, başarılı olma hedefleriyle oyalanan ve enerjisi çalınan bir jenerasyonun haklı itirazını aktaran yazısını iktibas ediyoruz.

EMRE IŞINDAĞ

Başarılı olma vaadiyle kandırılan bir jenerasyondan geliyorum. “Ne iş yaparsan yap, en iyisini yap”, “insan sevdiği işi yaparsa bir gün bile çalışmaz”, “hayatta en önemli şey mutlu olmak” mottolarıyla beyni kevgire dönmüş bir jenerasyondan…

“Hayata çok olumlu bakan” insanlar, “iyimser olmanın önemini” vurguluyor bana. Bu vurguyu ne zaman duysam, şiddetli bir kusmanın sonrasına benzer bir tat bırakıyor genzimde. Duvara yumruk atma yaşlarımı geçtiğim için yalnızca avuçlarımın biraz daha kızarmasına sebep oluyor.

Duvara yumruk atma yaşlarım, hayata olumlu bakan insanların arasında geçti. Başarılı olmak için varını yoğunu ortaya koyanlar, hayallerinin peşinde ağzı köpüklenmiş bir at gibi koşanlar. Ivy League üniversitelerine yapacakları başvurulara bir satır daha eklemek için bir köy okulunun duvarını boyadığını fotoğraflarla ve yetkili imzalarla belgeleyen sosyal sorumlular. Ve bir satır daha eklemek için Model United Nations müsamerelerinde dünya kurtarıcılığı oynayanlar. Ve bir satır daha eklemek için aptal bir müzikalde aktör taklidi yapanlar… Ve bir satır daha ve bir satır daha…

İyi bir başlangıç yaptılar ve sağ kalanlar başarılı oldular. Başarılı bir “deputy manager”, başarılı bir “co-founder of bilmemne”, başarılı bir bakkal değil tabii ama başarılı bir “bakkal app’i” geliştiricisi, başarılı bir boşanma avukatı… Anneleri gurur duyuyor onlarla şimdi ve dahi benim annem de.

Bu denli büyük bir başarı, partileyerek kutlanır elbette. Öyleyse Party Hard diyelim onlara. Siz bunu hak ettiniz. Party Hard dostlarım! Hayallerinizin peşinden koştunuz ve kazandınız. Bilgisayarlarınızın başında sabahlayarak ve bir kere bile yüzünü görmediğiniz çocuklar için yardım kampanyalarına katılarak kazandınız. Çok fiyakalı bir Linkedin profiliniz var artık. Şampanyaların en iyileri sizin, kızların en güzelleri, oğlanların en yakışıklıları ve emekli bir ceo olarak şirin bir sahil kasabasında balık tutarken, genç nesillere başarı hikayeleri anlatma hayalleri.

Peki ya biz? Biz; yani aynı sırayı paylaştıktan on yıl sonra, bir kafede garson olarak size filtre kahve ve cheesecake servis ederken selam vermedikleriniz veya Bukowski özentisi bir bohemliğin içine batan sözde kaybedenler veya kafasını, ailesinin servetiyle yığdığı kokain dağının içine gömenler veya kafasını sayfalarca kitabın içine gömenler veya kaçanlar, aylarca kaçanlar ve saklananlar veya dövüşenler, dövüşürken ayağı tökezleyenler veya delirenler, kendini kesmesini önlesin diye tonlarca hapı her gün yutmak zorunda olanlar veya orta halliler, olaylara karışmayanlar veya olayların tam ortasına dalanlar veya hayırsız evlatlar veya annesinin dizinin dibinden ayrılmayanlar veya ünlü olmak için bir televizyon şeyhinin eteğini öpmeyenler veya Harvey Specter olacağını zannederken kendini Siverek’te bir evi haczederken bulanlar veya istese de başarılı olamayacak kıt zekalılar veya şişkolar, çirkinler, öfkeliler veya iddialarını kaybedenler veya neyi iddia ettilerse tam oradan mermi manyağı yapılanlar. Biz çok mu temiz kaldık?

Hayır!

Çünkü Allah kahretsin ki aynı çukurun içindeyiz ve hepimiz gırtlağımıza kadar boka battık. Başarılı olanlar ve başarısızlıklarıyla onların başarısını anlamlı kılanlar, hepimiz kandırıldık. Kandırılmamız, başarının ulaşılamaz bir hedef olmasından değil. Kandırıldık, çünkü başarı ve mutluluk bir kurtuluş yolu olarak, hayatın altın anahtarı olarak parlak jelatinli bir hediye paketinin içinde sunuldu bize. Bu hayalle kuşatıldık. Kuşatıldık ve dağıldık. Bu paketi onların kafasına nasıl geçireceğimizi bilmiyoruz şimdi. Yarışmanın en zor sorusunda “surat asma” joker hakkımızı kullandık ve asık suratlarımızla programı bitirecek zilin çalmasını bekliyoruz. Kimseyi çağıracak bir gemimiz, parmakla gösterecek bir toprağımız, yabani otlar tarafından istila edilmemiş bir tarlamız yok.

Öyleyse bu inat neden? Neden hala kabul etmiyoruz mağlubiyeti? Neden hala heyecanlandırıyor bizi bir dostun sohbeti? Hala nasıl düşleyebiliyoruz tüm dünyayı kuşatan bu çukurdan çıkabileceğimizi? Hala nasıl yüksek sesle “yaşamak bu değil” diyebiliyoruz? Hala nasıl baş edebiliyoruz “bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla” demenin bizi içine attığı şizofreniyle?

İnanın dostlarım, duvara yumruk atma yaşlarını geçtikten sonra bir iddiayı savunmak her geçen gün daha da zorlaşıyor. Keskin sözleri, ateşli tartışmaları, öfkeli beyanatları, muhtedi radikalliğini yutmanın verdiği ağırlık insanı köşesine hapsediyor. İşte o köşede insan düşünüyor tüm bunların anlamını. Ve evet diyor. Evet, yine koşacağız hayallerimizin peşinden. Koşacağız ama bu sizin bize peşinden koşmamızı tembih ettiğiniz hayal değil. Bu, peşinden koşanı mutlu, başarılı, statü sahibi, popüler, huzurlu kılan bir hayal değil.

Gördük, insanın hüsranda olduğunu gözlerimizle. Ve müstesna olanlardan olabilmek ihtimali hala ayakta tutuyor bizi.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir