Fatih-Harbiye’nin yapısökümü

Express’in Haziran-Temmuz 2013 tarihli 136. sayısında arkadaşımız Mustafa Emin Büyükcoşkun, Platformumuz özelinde Gezi, İslamcılık, Muhalefet gibi bağlamlar üzerine konuştu.

Röportaj: AYŞE ÇAVDAR

Express 136. sayının kapağından kesit

Gezi’de Miraç Kandili… “Müslüman çocuklar” abilerini, ablalarını, babalarını şaşırtmakla kalmadı, onları hiç tanımayan siyasetleri de kendileriyle ve İslâm’la iletişime teşvik ettiler. Onları lüks otel iftarlarına karşı düzenledikleri simitli iftar eylemleriyle tanımıştık. Sonra 1 Mayıs Meydanı’na Fatih yönünden dahil oldular. Emek ve Adalet Platformu’ndan Mustafa Emin Büyükcoşkun’u dinliyoruz.

Gezi’ye nasıl geldiniz?

Mustafa Emin Büyükcoşkun: Hep Gezi’deydik. İki sene evvel gelmiştik. Lüks otel iftarlarına karşı İstanbul’daki çeşitli otellerin önünde bir dizi iftar gerçekleştirdik. Bunlardan biri de Gezi Parkı’ndaydı. İslâmî bir ibadet olan iftarı aslına rücu ettirmek üzere bir çaba gösterdik. Menüsü bilmem kaç yüz liraya iftar yemeklerine karşı mütevazı bir sofrada, parkta bulunan herkesle bir simidin etrafında buluştuk. Hurmayı, zemzem suyunu paylaştık. Parkın evsizleri, tinercileri bizimle aynı sofraya oturdu. İşçiler, bahçıvanlar çaylarını paylaştılar. Gezi Parkı’yla mazimiz buraya dayanıyor. Bu son olayların başladığı, çatışmaların ortaya çıktığı dönemde sürecin çok içinde değildik. Zira kentsel dönüşüm meselesi ve buna dair muhalefet belli bir bilgi türüne ihtiyaç duyuyor. Sürecin kendisiyle ilgili, bu konuda belli bir teknik birikim, teorik tartışma yapılmış olması gerekiyor. Kentsel muhalefet genelde şehir plancılığı, mimarlık, mühendislik gibi teknik bilgiler gerektirdiği için, halihazırda bagajınızda yoksa ve siyasal tedrisatınız da buna müsait değilse, katılmak kolay olmayabiliyor. Bununla birlikte, gündemimizde olan, ufak girişimlerde bulunduğumuz meselelerden biriydi. Gene de olayların inanılmaz hızına müdahale etmekte yavaş kaldık. Çünkü o kadar hızlı ideolojik refleksler üretebilen bir ekip değiliz. Bir örgüt de değiliz. Başından itibaren bileşenlerimizin bir kısmı alanda var olmaya çalıştı. Öte yandan, Gezi direnişinin kimi sonuçları, özellikle Türkiye ve toplumsal muhalefetin bir kısmında, İstanbul, İzmir, Ankara gibi kentlerde göründüğü bir kısım hal, Türkiye siyasetinin bir yarısını tedirgin ettiği gibi, bizde de bir miktar soru işareti yarattı. Ama bunu aşmamız gerektiğine inanıyoruz.

Ne türden soru işaretleri?

Mevcut siyasal iktidar mahir bir şekilde bu kalkışmayı CHP’ye ve Kemalizan, ulusalcı, darbeci bir girişime indirgedi. Burada haksız noktalar çok, fakat mevcut reflekslerin başka bir düzleme çekildiğini de görüyoruz. Son on seneki siyasal değişim Kemalizmin bir kısım aktörlerini tasfiye ettiyse de, toplumsal anlamda bu gerilimi, bu siyasal kültürü başka bir şeye dönüştüremedi. Barış yaratamadı. Bu da nasıl olup da insanların bir anda sokaklarda “Mustafa Kemal’in askerleriyiz” sloganları atabildiğini, kimi zaman asparagas, kimi zaman bizim de şahit olduğumuz başörtülü kadınların taciz edildiğini açıklıyor.

Böyle tacizler oldu mu?

Şahit olduklarımız da var, birinci elden aktarılanlar da.

Kimler taciz edenler?

Ulusalcı, bayraklı teyzeler… Gençler de vardı.

Gene de orada kaldınız…

Kalmayı tercih ettik. Biliyoruz ki, kalmak bize dönüştürme potansiyeli tanıyor ve açıkçası, bu potansiyelden başka da inanabileceğimiz bir şey yok. Biz başka türlü bir şey yapmaya çalışıyoruz. Emek ve Adalet Platformu’nu inşa eden, oluşmasına imkân tanıyan siyasal tecrübe de bu cesaret ve inançla edinildi. Dolayısıyla, elimizdeki tek sosyal ve siyasal sermaye buna dair bir şeyler yapmak. Onun için, alanda bulunmanın dönüştürücülüğüne, insanların yan yana gelmesinin ve hakiki tecrübeler yaşamasının imkânına inanarak burada olmaya karar verdik. Bundan hoşnutsuz sayılmayız.

Kapitalizm ve emperyalizm karşıtı Müslüman kafası nasıl bir kafa?

Yeni bir kafa, ama o kadar da yeni değil. Böyle bir damar vardı. Belediye deneyimlerinden sonra iyice unutuldu. Sosyal, sayısal olarak marjinal durabiliriz, ama geleneği hatırlatmak gibi bir iş yapıyoruz. Bu itibarla muhafazakâr bile sayılabiliriz. Bu bize düşmemeliydi. Bir sürü cemaat var. Onlar söyleyemediği için bize kaldı bu laf. İnsanlar aktif olarak iştirak etmeseler de, bu sözün güçlü olduğunun farkındayız. Şu konjonktürde bu söz sahipsiz kaldı, biz sahip çıkmak zorunda kaldık.

Neden abiler, ablalar değil de siz?

Radikal İslâmcı abiler bir anda aks değiştirdi. Etnografinin gücüyle iktidar olduk, iş bitti biraz. Komünizm korkusu çok majör. Komünizm korkusundan kapitalizme yapışmak gibi bir durum var. Bu anlamda, kapitalizm ile İslâm’ın uyumlu olmadığını anlatabileceğimiz bir evreye giriyoruz.

İslâmcılığın AKP sonrasında söyleyebileceği bir söz, bir umut kaldı mı?

Hem İslâmcılığa hem de İslâm’a en büyük darbeyi AKP vurdu. Bugüne kadar üretilmiş siyasal mirasın gelecek kurma, vaatte bulunma kapasitesini yok etti. Bununla birlikte, İslâmcılık kendini başka vaadlerle, sözlerle kurabilir. AKP tecrübesinin de bir sonluluğu var ve bu sonluluk kendi eleştirisini üretme imkânı taşıyor. İsmi İslâmcılık da olmayabilir. Ama İslâmcı talepler kendini tüm nesillerde, tüm çağlarda yeniden üretebilecek taleplerdir. Temel İslâmî kaidelerle, ayakları yere basan içtihatlarla bu siyaseti sürdürebileceğimizi düşünüyorum.

AKP’nin ürettiği türden İslâmcılıkla mücadele nasıl olacak?

Belli bir zamana kadar sağcılık vardı, İslâmcılık onun altında bir yerde kodlanmıştı. Oysa İslâmcılık kendini hep üçüncü bir yol olarak önermişti. ‘80 öncesinde “Ne emperyalizm ne komünizm” diye bir tekerlemeyle ifade ederdi kendini. Ama sağ gelenekten koptu, ayrıştı. Bu kopuşçu tavır, bu radikal siyasal çaba her zaman İslâmcılığa içkindir. AKP tecrübesiyle bir kopuş imkânı daha çıktı ortaya. Bugün de bunu yaşıyoruz. On yıldır kendimize ve etrafımıza AKP’li olmadığımızı, ama İslâmcı olduğumuzu anlatmaya çalışıyoruz.

Burada Taksim’e sahip çıkıyorsunuz. Ama bir de Beyazıt Meydanı ve Fatih var. Beyazıt ile Taksim arasında iletişim kurulması ihtimali var mı?

Aslında bir ilişki var. Aradaki kopukluğun eridiğini düşünüyorum. Belki de Taksim artık Fatih’e gidiyor. Bu bariyerler, mesafeler dönüşüyor ve kırılıyor. Son on yıldır mütedeyyin insanlar biraz buna alıştı. Bütün bu talepler, arzular bunun emareleri. Siyasal olarak bunun izdüşümünün yaşandığı kimi alanlar var. Mesele kişisel hikâyelere geliyor. Ben bir tür kolejde, sonra iyi bir üniversitede okudum. Siyasî maceram deplasmanda şekillendi. Hiçbir zaman kendi mahallemde siyaset yapma imkânı bulamadım. Hep başkalarına kendimi nasıl ifade edebileceğimi, kendi ilkelerimden vazgeçmeden başka insanlarla beraber nasıl hareket edebileceğimi düşünmek zorundaydım: Ne yapabilirim, nasıl eylerim, bu meseleleri nasıl çözeriz? Kimi zaman kendimi Taksim’de daha fazla mahallemde hissettim, ama sonunda döndüğümüz, ait olduğumuz bir yer var. 1 Mayıs’ta Taksim Meydanı’na Fatih’ten çıkan kortej, Fatih-Harbiye’nin yapısökümü gibi. Tabii ki, halen Taksimler var, halen Fatihler var. Onlar da sembolik kapasitelerini sürdürüyor. Mesele nasıl iletişim kuracağımızla ilgili. İslâm fıkhının yapısı gereği çoğul bir bilgi türü olduğunu ve bu çoğul bilgi türünün de, bugün anladığımız türden bir kültürel çoğulculuğu içermese de, başka türlü içtihatlara imkân tanıyan bir yapısı olduğunu düşünüyorum. Bundan hareket eden bir fıkıh usûlüyle üreteceğimiz bilgi, birbirimizle ne yapacağımız konusunda da yol gösterecektir. Nasıl bir toplum, nasıl bir cemaat olabileceğimizi böyle bulabiliriz. Bunun farkında olursak, Fatih’le Taksim arasında kurulacak bağlantıların daha az kırılgan, daha mutedil bir hale dönüşebileceğini düşünüyorum.

Emek ve Adalet Platformu ne zaman, nasıl kuruldu?

Yaklaşık üç sene evvel, bir grup sosyalist ve bir grup İslâmcının yan yana gelmesiyle kuruldu. Dikotomik siyasal yelpazeyi kırmak, sosyal adalet mücadelesinde solun tecrübesini ve birikimini, İslâmî hareketin ise bu topraklardaki karşılığını, köklerini, değerini ve kitlelerle olan ilişkisini buluşturmak ve buradan bir tecrübe yaratmak amacıyla yola çıkmış bir arayış Emek ve Adalet Platformu. Üç yıldır, özellikle emek mücadeleleri etrafında kendi çeperini örgütlemeye çalışan, bu meseleyle ilgili teorik arayışını sürdüren, bir yandan da toplumsal muhalefetten, sokaktan ayağını çekmemeye çalışan, kendisini salt teorik, akademik bir çevre olarak tanımlamayan bir oluşum. Emek ve Adalet bileşenleri olarak, yalnızca İslâmcılığın siyasal alandaki temel iddialarını hatırlıyor ve hatırlatıyoruz. İslâmcılığın siyasal iktidardaki tecrübesinin taşıyamadığı bir siyasal miras bu.

İslâmcılıktan, neoliberal düzenin Türkiye’de kendi kodlarıyla yeniden üretilmesini anlamıyoruz. Adil üretime, bölüşüme ve paylaşıma dayanan bir siyasal ekonomiyi anlıyoruz. İslâmcılığın toplumsal özgürlük alanında kendisini dayatmayan, kültürel çoğulculuğu benimseyen bir mantığı olduğunu düşünüyoruz. İslâmcılığın, bulunduğumuz coğrafyada, hem barışı ve kardeşliği temsil edecek, hem de insanlara küresel kapitalizmin yıkımına ve talanına karşı başka bir imkân ve ihtimal sunacak, bunun yolunu açabilecek bir mirası olduğunu düşünüyoruz.

Kaynak: https://birartibir.org/attachments/article/76/express-136-haziran-temmuz-2013.pdf

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir