Popülist Eylemci: Kemik değil Kalsiyum

Sıradan insanlar ne zaman nümayiş yapar?” başlıklı yazımızda Asef Bayat’tan aktardığımız çerçeve içinde düşünmeye devam edelim. Bugün işçilerin bir araya gelmelerine imkan veren direniş çadırı, dernek ve sendika gibi zeminlerde, bazı solcu eylemcilerin hak mücadelesine girişen bazı işçilere bazı kotalar koydukları, onları “Müslüman”, “gerici”, “AKP seçmeni”, “muhafazakar”, “dindar”, “sakallı”, “başörtülü” oldukları gerekçesiyle muhatap almadıkları ya da mücadele sürecinin dışında tutmayı yeğledikleri görülmektedir. Bunun kemalist formasyon, kişisel önyargılar, politik angajman gibi çeşitli sebepleri olabilir. Mesela bir eylemcinin öncelikli gündemi, işçilerin birlik içinde haklarını almak için mücadele etmelerine katkıda bulunmaktan ziyade kendi ideolojik söyleminin ve fraksiyonunun görünürlük ve yaygınlık kazanmasıysa, “dindar” işçilerin sürece dahil olmalarının, söz konusu kişinin bu hedefine ulaşmasını güçleştireceği, bu sebeple de eylemci tarafından tercih edilmeyeceği açıktır.

İşçi hareketine dışarıdan dahil olan eylemciler kadar, bizzat işçilerin içinden çıkan dahili liderler de ideolojik anlamda biraz geride durmasını bilmelidir. İşçileri sol siyasetin sembolik/kimliksel işaretlerine, bildik renklerine, klişe sloganlara, ilgisiz marşlara boğmak yerine, olabildiğince hedefe kilitlenerek işçilerin içinde bulundukları durumu aydınlatacak mütevazı hukuki, olgusal ve kavramsal gereçleri hak mücadelesi ortamına kazandırma yoluna gitmelidir. Fraksiyon propagandası yapmayı, örgüte üye kazanmayı kesinlikle gündeminin dışında tutmalı, bu işi akışına bırakmalıdır. Orada işçilerin mücadeleleri esasken, hiçbir eylemcinin birkaç ziyaretle ya da kısmi bir maddi destekle o mücadeleyi kendi rengine boyamaya hakkı yoktur. Hakları yenen işçilerin o mücadelenin özneleri olduğu unutulmamalıdır. Bu anlamda eylemci bir düzeyde renksiz kalabilmeyi göze almalıdır.

İşçi mücadelelerinde başarıya giden yolun işçiler arası birlik beraberlikten, dostluktan, arkadaşlıktan geçtiği bilinen bir gerçek. Hal böyleyken işçileri mezheplerine, oy verdikleri partiye, namaz kılıp kılmamalarına, oruç tutup tutmamalarına, başörtüsü takıp takmamalarına, sakal şekillerine vs. göre bölmek doğru değildir. Çalışılan kurum, sektör, muhit, şehir ya da ülkenin farklı olması, belki daha “gerçek” engeller, daha “gerçek” farklardır. Bunlar bile pratik imkanlar müsaade ettiği oranda önemsenmemelidir. Örneğin bir şehirdeki belli bir kamu kurumunda çalışan işçiler tarafından taşeron işçilerin bir araya gelmesi amacıyla kurulmuş bir oluşum, kendisini ne kendi ideolojik yönelimiyle ne de kendi kurumuyla sınırlamalıdır. Aynı şehirde taşeron olarak çalışıyorsa, farklı bir sektör ya da kamu kurumu bünyesinde çalışıyor ve farklı ideolojik yönelimlere sahip olsa da, onlarla birlikte hareket etmenin bir yolunu bulmaya çalışmalıdır.

Harici liderlerin ya da eylemcilerin en büyük anlamı, süreç içinde oluşacak dahili liderler/işçi eylemciler önderliğinde, mevcut sol lügatın hegemonyasının dışında bir hak arama dili geliştirilebilmesine katkıları oranında belirecektir. Şiddete müracaat etmemeyi daha baştan bir ilke olarak koymuş, ama iktisadi ve siyasi iktidar sahipleriyle karşı karşıya gelmekten çekinmeyen, büyük ve yıpranmış kavram ve söylemlerden kaçınan, somut hedefleri öne çıkaran, AKP karşısında bir muhalefet cephesi örgütlemekten ziyade taşeron işçilerin sorunlarına bir çare bulmayı amaçlayan, derdi bağcıyı dövmek değil üzüm yemek olan, din düşmanı olmayan bir işçi eylemi nasıl olur? Bu süreç her halükarda harici bir rehberliğe ihtiyaç duyar. Daha doğrusu, harici liderlerin yardımına ilkesel olarak karşı çıkılması gereksizdir, lükstür. Yani işçileri yasal hakları ve sendikal süreçler konusunda bilgilendirecek, birlik olmanın önemini hatırlatacak birtakım tanıdık, arkadaş ya da akrabaların ortamda bulunması gereklidir. Bu kişi, bir avukat, öğrenci, sendikacı olabilir. Din düşmanı, dindar düşmanı olmaması şartıyla solcu biri de olabilir. Böyle insanların sayısının artmasının, birikimsel bir süreç olduğu düşünülebilir.

Bu insanlardan beklenecek şey, işçilerin hak mücadelelerine kendi siyaset, örgüt ya da fraksiyonlarına nüfus kazandırmak gibi bir öncelikle yaklaşmamaları; sürece işçilerin kendi dahili liderlerini yetiştirmeleri yönünde bir katkıda bulunmayı öncelemeleri olacaktır. Bu rol liderlik rolünden çok, bir aracılık rolüdür. Bu da, işçilere kendi kavram, söylem ve ideolojisini dayatmaktan çok işçilerin kendi kavram, söylem ve ideolojilerini inşa etmelerine yardımcı olmak anlamına gelir. Esas olan, işçilerin sorunlarının kendi kelimeleriyle ifade edilmesine, sıradan insanların kapitalizmin bugün aldığı şeklin kendilerine dayattığı olumsuzluklar karşısındaki rahatsızlıklarını kendilerine ait yaklaşım ve kavramlarla dile getirmelerine yardımcı olunmasıdır. Bu da işçilerin taleplerinin basın-yayın organlarında yer bulmasına katkıda bulunmak, maddi imkansızlıklar yüzünden çözülmeye yüz tutan direnişlere maddi destek temin etmeye çalışmak, sürecin takipçisi ve işçilerin ısrarlı bir misafiri/ziyaretçisi olarak onlara dostluğunu sunmak gibi şekillerde ortaya çıkabilir.

Popülizm kelimesinin siyaset bilimi literatüründe geçtiği şekliyle “omurgasızlık” ya da “kemiksizlik”inden, bu nihai aktör değil aracı/katalizör olma durumunu anlamak gerekir. Popülist eylemci bir öğretmenden çok, sürecin bir öğrencisi olduğunu unutmamalıdır. Popülist eylemci bu anlamda kemikten çok kalsiyum elementine benzetilebilir.

Kaynak: http://www.populistkultur.com/

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir