Gülten Kaya: “Nizami bir cinayet işlediler”

19 Ocak üstüne, Hrant Dink üstüne pek çok şey yazıldı, söylendi. Biz de elimizden geldiğince, nefesimiz yettiğince yazdık söyledik. Fakat bugün Agos’un önünde, Agos’un penceresinden dinlediğimiz metin, fazla söze hacet bırakmayan, hakka ve adalete dair çok özlü bir kelam idi. Gülten Kaya zulmü tarif etti, faili ifşa etti, fakat adaletle muamele etmekten de beri durmadı. Onun bu özenli ve özlü sözlerini iktibas ederken, aklımızda şu soru var. Daha adil ve hür bir dünya kurmak var iken, yaptığı zulümlerden hesap sormamız gerekirken, inadına devletlu olmak, vahşetini ve katliamlarını savunmak, günahlarını sırtlanmak niye, bunca vebal kimedir?

GÜLTEN KAYA

Merhaba arkadaşlar, Hrant’ın sevgili kardeşleri;

Bizler, 19 Ocak’ta düştük, kanadık. Neredeyse yüz yıl boyunca hayatlarımızda asılı duran ve devletin yüzünü asan bir tartışmayı bitirecek olan insanın da buralardan gidişi üzerinden tam yedi yıl geçti.

Bu siyasi cinayetin satrancındaki tüm hamleleri, vezirini, şahını, piyonunu görebiliyoruz artık.

Kollarını, halkların birlikte, yan yana, birbirlerine dokunarak yaşama kültürünü oluşturmasına sıvayan Hrant Dink’in çabasıyla oluşturabileceğimiz mutabakatımıza, ortak yaşam protokolümüze sıkıldı kurşunlar. Çünkü tam orada duruyordu Hrant.

İstihbaratıyla, güvenlik birimiyle, medyasıyla artık tanıdığımız korunaklı bir şemsiyenin altında gayet nizami bir cinayet işlediler.

Bu intizamlı süreçte, derin yerlerden havalandı kuşlar ve gelip gelip medyanın başlıklarına kondular. Gördük. Okuduk.

Zamanın içinden geçerken sabrımızı, metanetimizi, tevekkülümüzü sınadık. Bizler bu sınavı verirken içimizdeki kuşlar göç etti, yapraklarımız döküldü, Ocak ayında karartıldı ocağımız.

Adadan uzaklaştı kayığımız ve sustu içimizdeki şarkılar.

Kardeşimiz Hrant, bizler, burada olanlar, kardeşlerin ve arkadaşların,  tam yedi yıl önce senin ayakkabılarını giydik ve öyle basıyoruz yere.

Senin muhteşem aklına soruyoruz şimdi; adalet yere düştüğünde insanlık hangi pusulayla bulur yönünü?

Giderek hantallaşıp budanan, hareket alanı kalmamış bir hukukla yola nasıl devam edeceğiz derken, yolumuz parklara düştü. Tarihin zamana boyun eğdiğini gördük, orada aldık senin de selamını, kumru ve serçelerden.  “Gittiler” dediklerimiz parkın ağaçları arasından gülümsüyordu, o uzun gölgeli gençlere ve çocuklara… Resimlerdeki suretleriniz bir dokunuşta ve oracıkta canlanıverdi.

İnsanlık ve yurttaşlık adına bir manifesto yazıldı, herkes gördü.

Hayatlarımızı dilim dilim doğrayan cüretkârlar!

Acının üzerine tuz eken bu devletin askeri yargısı da sivil yargısı da merhametten ve adaletten yoksundur artık. Bu cümlemizi koyduk orta yere, çünkü evlatlarının kahrından ölüyor artık,  Roboskî anneleri. O kahırla öldü Fadime Ayvalıtaş ve Berfo anne. Onların ve Cumartesi annelerinin bedduası değil,  âhı yükseldi gökyüzüne, bu âhı duyanınız var mı? Bu ah gelip bulacak sizleri, anlamayanınız kaldı mı?

KCK davalarından Alevilere, avukatlara, gazetecilere, öğrencilerden, gezicilere, LGBTİ haklarından tüm insan haklarına, topluma yayılan koku ve korkunun kılavuzu kim? Yüzünüzdeki örtü iyice aralanıyor ve görüyoruz arkasındaki siluetlerinizi. Çünkü bir yüzünüz bile yok sizin!

Cepheler arasında kendi mevzilerinize yığınak yaparken sizler, yalanlarınız,  ihanetleriniz ve kırımlarınızla elimizden dünyayı düzeltecek başka çocuklarımızı da aldınız. Ali İsmail’i, Ethem’i, Abdullah’ı, Mehmet’i, Mustafa’yı, Medeni’yi, Ahmet’i aldınız. Oğul öksüzü yaptınız anne babaları.

Bu ülkenin evlatlarına hain pusular kuruldu başka topraklarda, 3 kadın yere düşürülüp omuzlara alındı Fransa topraklarında, unutmak mümkün mü, ne çok ocağı söndürdüğünüzü. Bunların da ahı duruyor orta yerde, bir utanç duyanınız var mı?

Plastik mermilerle, gaz fişekleriyle, gözümüzü çıkardınız. İnsansız uçaklarınızdan insanlara bomba yağdırarak girdiniz çocukların uykularına. Kolunun altındaki sıcak ekmeğine attığınız gaz kapsülünden beri bir hastane odasında uyuyor Berkin Elvan. Halkın cümlesiyle; bunu yapanlara haram olsun uykular!

İkballeriniz uğruna izanınızı-insanlığınızı kaybettiniz. Yordunuz, kırdınız, kıydınız. İnkar ettiniz, sizleri belleğimize kazımayı farz kıldınız. Bunları da ekledik tüm acıların kayıtlı tarihine.

Neresi memleket sizin için, kimler memleket evladı, hangi dereler sizin oluyor ki parklara, dağlara göz dikiyorsunuz!

Neyiniz hakkaniyetli, neyiniz hakikatli sizin?

Bomboş retoriğiniz ve yüz yıllık reflekslerinizle adlarımızı dahi unutmamızı istediğinizi bizler nasıl unuturuz?

2014 yılındayız, içinizden tekrar edin lütfen, 2014! Ve komşularımıza kamyonlar dolusu barış demokrasi ve insan hakkı değil, kamyonlar dolusu silah taşıyoruz! Yani, birbirinizin gözlerinin içine bakarak birbirinizi öldürün diyoruz onlara!

Bu günahları yıkayacak bir yağmur olmayacak!

Böyle bir memleket mi ağartsın yüzümüzü? Bayramı zehir, kandili ışıksız, bahçesi dağılmış, ocağı söndürülmüş günahsız insanların kuşlar gibi vurulduğu bir memleket mi?

Ömrümüzü sızlatan tüm kayıplarımızla tarih ve yemin kelimelerini yan yana kullanıyoruz artık. Başka bir adalet yoksa hayatın adaleti tutacak yakalarınızdan biliyoruz.

Sözün özü; devletin dürüstlüğünden kuşku duymayan kaldı mı aramızda arkadaşlar?

Hrant Dink Devlet dersinde katledilmiştir. Hayat ve tarihin bu bahiste bazı cüretkârlara vereceği notu bilelim ve bu dersi hiç unutmayalım. O kadar iyi bilelim ki bu dersi, bu ders onlara dert olsun! Hayat onlara ağu olsun, zehir olsun!

Biz burada olanlar ise, kahırlarımız ve gülüşlerimizle besleyeceğiz insanlık düşümüzü.

Çünkü gülmek, Edip Cansever’in dizesindeki gibi “Bir halk gülüyorsa güzeldir” bize…

Hrant Dinkin anısı bizi ıssızlaştırsa da, acısıyla bilgeleşecek, aydınlık aklı ve gülüşüyle güçleneceğiz!

Selam olsun halkların kardeşliğine!

1 Response

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir