Lütfi Bergen – Proletarya Çalışıyor Sermaye Büyüyor

Rant ekonomisi uğruna koca bir şantiyeye-rantiyeye dönüştürülen bir ülke… Babylon’un göğe ve bugüne uzanan kibri ve müstekbirlerin iktisadının kurban ettiği 10 işçi.. Bir dram filminin fragmanından değil ‘Yeni -ve büyüyen- Türkiye’nin taze çekilmiş bir fotoğrafından bahsediyoruz. Metropol şehirlerimizin bazı ‘cazibe’ bölgelerine dikkatle bakanlar gökdelen fetişizminin yürekleri sıkıştıracak kadar ileri bir noktaya taşındığını görebilirler. Şehrin nispeten iyi gelirli insanları daha çok enerji tüketimi için madenlere, HES’lere, nükleer santrallere zımni onay veriyorken, şehre burçlardan bakabilmek için ancak asansörlerle çıkılabilen gökdelenlere taşınmanın hayalini kuruyorken bu hızlı dönüşümün dişlileri arasında ezilen işçilere ve doğaya sahip çıkabilmeleri hatta haklarında samimiyetle üzüntü bildirebilmeleri mümkün müdür?

Lütfi Bergen çarpık kalkınmamızın sistematik sorunlarına dikkat çekerken, konforundan ve alışkanlıklarından taviz vermeye yanaşmayanların ‘üzüntü hakkı’nı sorguluyor.

GÜNEŞİMDEN KAÇIL: PROLETERYA ÇALIŞIYOR SERMAYE BÜYÜYOR

Sendikaların ve adaleti savunan hakperestlerin Soma’da işgüvenliği ihmallerini eleştirdiklerini gördük. İşçi-emekçi ölümleri sermayenin emeğin yaşam hakkının korunması hususunda ihmalini gösteriyor. Sermaye büyümekte iken bile ilkeli değil. Buraya kadar mutabıkız.

Emeğin yaşam hakkını ölünce hatırına getiren sendikalar, aktivistler, hakperestler ölümleri sermaye eleştirisinin malzemesi kılıyorlar. Proleteryanın emek sömürüsünün bir dönüşüm kotaracağı umudu boş bir hayaldir. Kent gökdelenlerle yükseldikçe kentte mülk sahibi olan herkesin için için emlak değerlerinin artmasından mutlu olduğunu görürsünüz. Sendikalar, kent malikleri ve ortasınıf içindeki “hakperest”lerin işçi ölümleri dışında kentin yükselişine itirazları yoktur. “Yine İş cinayeti” diyerek sermayeyi eleştiren hakperestlerin kentin büyümesinden ve yükselmesinden de rahatsız olması gerekir. Sendikalar sermayenin kendisini değil, iş güvenliği almayan ihmalkarları, siyasetin gizli ortaklarını eleştirmektedir. Helal ekmek emeğinin madene girmeme hakkı, ekmeğini iş kazası riski olmayan mekanlarda kazanma hakkı vardır. Bunu konuşamıyoruz. Sendikalar inşaatlarda ölümlerin durdurulması, tabiatın canlılığını sürdürebilmesi için dört kattan yüksek inşaatın yapılmasına itiraz edebilecekler mi? İslamcı söylem niçin cami minarelerinden daha yükseğe tırmanan göğüdelen konutlara rıza üretmektedir?

İşçi ölümlerinden bütün halk sorumludur; çünkü enerji ihtiyacınız için madene, kent/emlak rantı için gökdelenlere mahkumsunuz.

Gökdelenlerde çalışan emekçiden gelin ve damat almak istemeyen herkesin “helal ekmeğin” çalışmak zorunda olduğu meslekleri sorgulaması gerekir. “Onbeşinci katta güneye bakan dairem olsun” diyerek yükselttiğiniz gökdelenleri meşrulaştırıp, iş kazasında oluşan ölümleri yargılamak “güleryüzlü kapitalizm”le barışık yaşam demektir. Kent maliklerinin hepsi gökdelenlerin yükselmesini kent rantına ortaklıkları nedeniyle onaylıyor. Ahlaksız ve Allahsız kazanç kent rantıdır. Türkiye’de yılda 4000’e varan trafik kazasına dayalı ölümlerden de halk sorumludur. Otomobil putçuluğu sizi sermaye ile aynı yana düşürüyor.

Rezidans inşaatında ölenler üzerinden eleştiri ikiyüzlüdür; kent yükselirken inşaatlarda binlerce insan ölür ve kimse duymaz. Adalet hissi, can ve malın korunması eğer asıl ilke ise, kent rantını talep etmeyen bir yaşam alanı inşa etmek boynumuza borçtur. Kentlerin yükselmesinde bütün siyasal gruplar ortak akıl sahibidir. Kent korkunç bir enerji tüketicisidir. Bir inşaat işçisinin o inşaatta niçin çalışmak zorunda kaldığını hiç aklına getirmeyen ortasınıf seçkinler kentçi ve sermayecidir. “Kentin yükselmesine reel olarak karşı koyamayız” diyen zihinler, sermaye için “bırakınız yapsınlar” diyen kapitalistlere dönüşmüşlerdir. Asansörün 32. kata çıkmasını garipsemeyen bir akılsallık kentlileri esir almıştır. “Gökdelene evet ama işçi ölümlerine hayır” diyen adam/kadın merhameti yitirmiştir. Kenti büyüterek oluşturduğunuz susuzluk, canlı yaşamın tükenişi, vs. sizi ilgilendirmiyorsa siz aslında daha çok zenginliği, kendinizin ulaşamayacağı sermayeyi eleştiriyorsunuz. Hz. Süleyman’ın karıncalara basmama endişesi taşıyan ordusu yanında kent mülkiyetinizin coğrafyaya, toprak ve havadaki tüm canlılarının üstüne basmasından gocunmazsınız. Toprağı asfalt betonla kaplayan zihniyet, Hz. Süleyman’ın karıncalara basmayan ordusu yanında zalimden de ötededir. Ahlaksız ve Allahsız kazancınız kente bağlıdır ve kent rüyanız sizin için kenti yükselten proleterler üretmektedir.

Siz efendiler, “proleterya çalışmalı” diyenler!! Bu ölümler devam ediyor, edecek. Niçin? Kent rantınız, emlak değerleriniz büyüsün için… Paranız kirli ve hastalıklı… Bütün efendiler, artık yiyin ve için; yağma tükeninceye kadar… Her kent kaynaklarını tüketinceye kadar bu yağma sizin…

“Son sekiz ayda 1250’den fazla insan cinayete kurban gitti” söylemi, “son bir yılda 4500 insan trafik kazasında öldü” söyleminden üstün sayılıyor. Kentliler ve sosyal adalet için mücadele ettiklerini söyleyenler otomobilleşmenin getirdiği insan ölümleri hakkında konuşmuyor ve otomobilleşmeyi eleştirmiyor. Otomobilleşme kentin büyümesinden kaynaklanan bir olgudur; sınıf ayrışmalarını da tetiklemektedir. Eğer can ve malın korunması hakkında sermaye eleştirisi yapmak istiyorsanız öncelikle kentin otomobil lehine büyümesini eleştiride öne almanız gerekir. Eğer sermayeyi gerçekten eleştiriyorsanız “kentotomobilleşme”yi, “göğüdelenkonut ideolojisi”ni topyekün kınamanız kaçınılmazdır. Kenti büyüten sizin kentlileşme şehvetinizdir. Otomobil, yüksek konut, manzarayı kapma, rant ve hız tutkunuzdur.

“Malımın zekatını verdikten sonra dilediğimi yaparım” fikri gökdelenleri meşrulaştırıyor. Göğün mülkü kimindir? Kuşların yolu kime aittir?

Diyojen’in söylediği gibi: “Güneşime gölge etme”, ey zamanın İskenderleri, ey gökdelen meftunları!

Senin gökdelenlerin için kullandığın asfalt ve beton toprağı yok etmekte iklimi değiştirmektedir. Senin gökdelenlerin için yapılan yollar kent içi sellere neden olmaktadır. Senin ahlaksız mülk anlayışın garibanların tabiatını çalmakta, sömürmektedir. Yerde mülk sahibi oldun diye güneşimi, kuşları, bulutlarımı, hayallerimi, yıldızlarımı çalma hakkın da var mı sanıyorsun? Senin manzara hakkın varsa garibanın manzara hakkı neden senin mülküne geçiyor? Gökdeleni diken burjuvaların kentin yağmurunu-karını kaçırmasına kim engel olacak? Rüzgarı kesen betonu dikmekle göğün sahibi olma hakkını nereden ele geçiriyorsun? Güneşi başkasına perdeleyecek mülk düşüncesini kimden alıyorsun; güneşin mülkü hangi zenginin olabilir?

Ahlaksız bir kazanç kentinizi sarmış, kentlileri ifsad etmiştir. Kentlilik ahlaksızlık haline gelmiştir. Hem kentli olayım hem de kusur ortaya çıkınca sorumlu bulayım düşüncesi içinize sinmiştir. İnsanın evi sermaye değildir; insan yaşadığı mekana/haneye kapitalizmin kâr şehveti nazarıyla bakamaz. Ev, kârhane değildir. Kentliler evlerini kârhane kıldıklarından beri “varlıklarına ait zırhlarını” kaybetmiş, konut denilen tecrit alanına, dört duvara râm olmuşlardır. Maden/enerji ihtiyacınız tıpkı Firavun’un kendine goim kıldığı müslüman İsrailoğulları gibi müstezaflar üretiyor. Kent tasavvurunuz modernize edilmiş bir Firavun tavrıdır. Helal ekmek arayışı emekçileri goim kılmıştır. Ey efendiler…

İslamcı entelektüel “ben işçi/emekçi olmam, bahçe bostanla uğraşmam” diyerek bu ahlaksız kentçiliğin ideologu oldu; şimdi cinayetleri kınıyor. Hem kenti sömürüp hem de kentte ortaya çıkacak sıkıntılar için şamar oğlanı aramak yeni seçkincilik ve burjuva tavrıdır; efendiler. Bugün insan doğayı alt edeceğim diyerek doğayı tamamen yok etmek üzeredir.

İslâm bir “zenginleşme” davası değil öncelikle bir kul hakkı ve ahlâk davasıdır. Türkiye, petrole bağımlı lastik tekerlekli ulaşım ve doğalgaza-ithal enerjiye bağımlı kentleşme tercihi ile küresel kapitalizmin pazarına dönmüştür. Türkiye’nin yıllık 4000 kişinin öldüğü lastik tekerlekli ulaşımda, yıllık 1200 kişinin öldüğü inşaat sektöründe insan yaşamını, insanların emekleri ile kesb ettikleri malın muhafazasını düşünmediği ortadadır. Zenginliği kimilerin lehine büyütecek yollar ve araçlara mahkum olmak adaletten ayrılmaktır. Medeniyet, adalet toplumu kurmaktır; insanın insana kulluğunu gerektirecek yoksulluğu ortadan kaldırmaktır; yoksa muhtaçlıklar oluşturup, çalışmaya mecbur fakirler/garibanlar stoklamak medeniyet değildir. Sendikalar insanın helal ekmek için yerin 2 km altına girmek zorunda kalmasına göğün 32 kat üstünde maişet mücadelesi vermeye mahkum olmasına itiraz etmelidir.

http://lutfibergen.blogspot.com.tr/2014/09/gunesimden-kacil-proleterya-calisiyor.html

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir