Osmanlı’da Evsizler Meselesine Dair: Yardımın Bürokrasi Hali – Gülçin Tunalı Koç

Osmanlı sosyal ve zihniyet tarihi alanında yaptığı doktora çalışmasını yakın zamanda bitiren Gülçin Tunalı Koç’un bu yazısı 4 Kasım 2011 tarihli Milat gazetesinin Derinlik sayfasında yayımlanmıştı. Yazı “harabat ehli”nin yeni bir şey olmadığını, bu insanların Osmanlı döneminde nasıl misafir edildiğini, buna karşılık modern Türk şehirlerinde “evsiz”lere nasıl muamele edildiğini çok sade bir dille anlatıyor. Evsizler meselesine tarihsel bir boyut kazandıran bu yazıyı ilginize sunuyoruz.

2000’li yıllarda yaşayan Adapazarlı Mustafa K. şehrin en işlek caddelerinin birinde, herkesin gözü önünde hem aç hem açıkta. Aslında Mustafa K. (ya da belki diğerleri de) kurumlar tarafından da bilinmiyor değil. Fakat buna rağmen sorun devam ediyor, çünkü bu insanlar “standartlara” uymuyor. Bilindiği gibi de modern devletler bürokrasiyle yani insanları belgelere hapsetmeyle işliyor. Sonuçta kimse Mustafa K.’yı sorgusuz sualsiz, teklifsiz kabul etmiyor. Ya doldurulacak formlar var ya da Münker ile Nekir’liğe soyunmuş faniler.

Osmanlı’da gündelik hayat üzerine yazılmış kitaplarda ya da hatıratlarda en çok dikkatimi çeken konak hayatının karabalıklığıyla mahallelinin kuşatıcılığı olmuştur. Yemekler rahatça paylaşılır, çocuklar beraberce büyütülür, illa ki çeşme vardır, su varsa muhabbet de ganidir, horozlar tavuklar yumurtalar herkesindir. Bir de meczuplar. Üsküdar’da Bir Attar Dükkanı’nda canlı bir şekilde tasvir edildiği şekilleriyle “harabat ehli”. İnsanların varlığının hiç eksik olmadığı iki üç katlı pederşahi ahşap evlerse her mahallenin olmazsa olmazları arasındadır. Gelenler gidenler, aylarca yatıya kalanlar, misafirler… Bizim metre karelere bölünmüş dört duvarlarımızın aksine nefes alıp veren, yaşayan bir kozmostur onların alemi. Merdivenlerden gelen sesler, hışırtılar, gıcırtılar, camlardan içeriye giren uğultular, çatıdaki hışırtılar. Bütün bunlara insanlar da eşlik ederler. Hiçbir oda boş değildir. İnsan ıssız, ev sessiz değildir. Durağanlık da yoktur buralarda. Her an uzak bir akraba Rumeli’nden çıka gelir.

Ya da bir düşkün, konak kapısından içeri süzülür. Kendisine gösterilen yerde sessizce yemeğini yer, bir ara mutlaka deniz kenarlarına gider. Gönlü kırıklara iyi gelir çünkü deniz. Ortalık kızıla boyanıp da el ayak çekilince, bizim düşkün yine belirir. Peşinde illa ki kediler, köpekler. Müştemilatın kapısı açılır bu sefer. Tahta bir kerevetin üzerine uzanıverir o da. Kafası rahattır, ne de olsa aç değil açıkta değildir.

Oysa 2000’li yıllarda yaşayan Adapazarlı Mustafa K. şehrin en işlek caddelerinin birinde, herkesin gözü önünde hem aç hem açıkta. Bu yazı, böylesine bir alakasızlığın nasıl mümkün olduğunu anlatma derdi taşıyor. Şunu söyleyerek başlayabiliriz belki: Aslında Mustafa K. (ya da belki diğerleri de) kurumlar tarafından da bilinmiyor değil. Fakat buna rağmen sorun devam ediyor, çünkü bu insanlar “standartlara” uymuyor. Bilindiği gibi de modern devletler bürokrasiyle yani insanları belgelere hapsetmeyle işliyor. Yine Mustafa K. üzerinden gidelim. Bu altmış yaşlarındaki avurtları çökmüş amcaya dünyanın dört yanına yetişen pek çok meşhur yardım kuruluşu sadece erzak verebiliyor. Yatacak yeri olmayana kuru fasulye vermenin yaraya ne kadar merhem olabileceğini size bırakıyorum. Bir barınma ortamı sağlayabilecek iki üç alternatiften halen tadilatta olan Beyoğlu Kaymakamlığı’na bağlı evsizler evi, 15 gün gibi çok kısa süreliğine Mustafa K.’yı misafir edebiliyor. Sıra gelirse elbet! Diğer ikisi ise Mustafa K.’yı kabul edemiyorlar, çünkü kütüğü İstanbul’da değil ve yaşayan bir çocuğu var. Oysa Mustafa K.’nın yaşayan tek kızı onun açısından ölüden farksız, çünkü babasını ne arıyor ne soruyor yani “hayırsız”. Pek tabii gri binaları kendine yurt seçmiş devlet dairelerinin dünyasında karşılığı yok bu insanlık halinin. Resmi kurumlar açısından vaziyet böyleyken, eskinin herkesi bağrına basmasıyla bilinen tekkelerinin yeni müdavimlerinin tavrı nasıl? Müritler de modernleşmenin şekle uyma/uydurma operasyonlarından fazlasıyla nasiplenmiş olacaklar ki Mustafa K.’ya namaz kılıp kılmadığını sorabiliyorlar. Hatta bir tanesi “Beş vakit namaz kıl, sana ayda 500 trink para!” derken “Allah!” diye cezbeye kapılıyor diğeri. Mustafa K.’nın bu nahoş teklife cevabı cenneti garantilemiş müritlerden çok daha sufiyane: “Ben senin vereceğin para için namaz kılamam! Kılacaksam yalnız ve yalnız Allah için kılmam gerekir ki O’nun kulu olayım!”

Sonuçta kimse Mustafa K.’yı sorgusuz sualsiz, teklifsiz kabul etmiyor. Ya doldurulacak formlar var ya da Münker ile Nekir’liğe soyunmuş faniler. Başta resmetmeye çalıştığım yaşantıda ise bunların hiç birisine yer yoktu. Kimse kimseyi zora sokmadan buyur ediyordu bir çatı altına. “Neden” diye soran yoktu. Kadere razı olmamakla eş değerdi çünkü bu soru. Hem herkes Hızır olabilirdi. Asıl talihsizlik Hızır’ı ıskalamaktı. Böyle olunca kimseye dolaplara sokulacak “dosya” muamelesi yapılamazdı. Zaten “form doldurup beklemek çok zor” Mustafa K.’ya göre. Çünkü ucunda ümit var. Bir ümitle beklemekse çektiği acıların en dayanılmazı.

Kaynak: http://www.milatgazetesi.com/2011/11/04/yardimin-burokrasi-hali/

1 Response

  1. ismet dedi ki:

    allah razı olsun mesele çok güzel anlatılmış

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir