Ali Bulaç’la pek çok konuda anlaşamayacak olsak da son zamanlarda özellikle şehir meselesi üzerinden getirdiği eleştiriler ve işaret ettiği ufuk kulak kabartmaya değer. Umuyoruz ki fikir üretme konusundaki maharetini bu tartışma doğrultusunda da sergiler. Bizim de oluşmasına gayret ettiğimiz büyük bir tartışma zeminine, onun deyimiyle “yeni bir tasavvur” tartışmasına, kendi meşrebince bir katkı koyar. Şu önerilerine nasıl hayır diyebiliriz ki?

“Beşeriyetin genel gidişi açısından da şu dört alanda köklü değişimlere gitme zarureti var:

(1) Temel iktisadi politika olarak “büyüme” yerine “küçülme”yi hedef almak.

(2) Kentlerin artan nüfuslarını “merkezden çevreye doğru yaymak.”

(3) Temel insani faaliyetin eksenini “nicel olan”dan “nitel olan”la değiştirmek.

(4) Beşeri toplumsal hayatın anlam ve amacını “ahlaki üstünlük ve adalet” olarak yeniden belirleyip toplumsal örgütlenme, idari yapıyı ve yaşama biçimimizi buna göre  düzenlemek.”

ALİ BULAÇ

Modern kentin felsefesiyle geleneksel şehrin tasavvuru aynı değildir. Kent Yunanlıların tasarladığı kozmik düzenin yeryüzündeki izdüşümü olmadı, hikmet ehli Yunanlılar gökler ve yer arasında uyum ve ahenk sağlamayı hedefliyorlardı, bu asil bir tasavvurdu. Modern kentle ortaya çıkan Tao’nun dediği, yani sema ile çatışıp tabiatın bakir yüzünü çirkinleştiren saldırı ve tahripkârlık oldu. Kent kibirdir, içinde yaşayanları gezgin bedevilerdir, meskensizdir. Evi barınak olarak kullanırlar, barınakta ve konutta ise sükun ve sekinet olmaz.

Şehirlerin felsefesi ruhlarıdır. İlk insan ailesi topluluk olmaya başladığında yerleşimi bir zihniyet temeline oturttu.  “Kâ’be insanlar için kurulan ilk Ev’dir.” Kuruluşunda rol oynadığı  “Mekke şehirlerin anasıdır (ümmü’l-kura)”. Kâ’be küp bir yapı olarak Adem aleyhisselam tarafından inşa edildi; ilk insanlar onun etrafına evler kurdular. Bu ilk yerleşimde Kâ’be’ye hürmeten üç şeye dikkat edildi: (a) Evler Kâ’be’ye benzemesin diye dairevi tasarlandı; (b) Kâ’be’den daha alçak yapıldı; (c) Kâ’be’den belli uzaklıkta bir mesafede kuruldu. Böylelikle ev Kâ’be’den farklılaştı.

Bir şehrin fizikî yapısını iyi bir vizyonla ortalama elli senede değiştirmek mümkün.  Şehirlerin makul sürelerde doğal yıpranmaya uğraması rahmettir, faniliğin biz insanlar için rahmet olması gibi. Zamana meydan okuyan yapılar inşa ederseniz bakarsınız bir gün bir şekilde başınıza yıkılmış olurlar. Osmanlı konakları ahşaptandır, camiler, saraylar, çeşmeler taştan. Şehri kalıcı kılabilmek fizikî varlığını muhafaza etmek değil vizyonunu müteal, batın ve öte fikrinden almakla mümkündür. Şehrin ruhu fizikî yapısını dönüştürebilme gücüne ve kabiliyetine sahip olmalı.

Tarihte Müslümanların amacı şehrin sulh ve salah mekânı olarak kullanılmasıydı.  “Şehri dönüştürücü” modelde ıslah fikri; ikiz modelde “hakkın gelişiyle batılın zail” olması hedefleniyordu. Geleneksel şehir sulh ve salahın, sükun ve huzurun, tabiatla uyum; gelenek, aile ve Allah ile barışın (silm) mekânıdır. Modern kent rekabet ve çatışmanın, şiddet ve nefretin, öfke ve gazabın, sonradan görmüşlük ve kibrin mekânlarıdır. Kamusal yapılar ezici gücü temsil eder, sivil alanlar defile podyumlarını. Güç, iktidar, servet ve haz imparatorluğunun showroomları olan kentler estetize edilmiş erotizmin, tüketim ve gösterişin, depresyon ve panikatağın, yalnızlık ve kaygının, haz ve hızın, iştah ve şehvetin, isyan ve günahkâr hayat biçimlerinin serbestçe yaşandığı vahşi, ürkütücü mekânları oldu. Maddî başarı, büyüme, kalkınma, hırs ve ihtiras, sermaye ve açgözlülük yığınların üzerine bir heyüla gibi çöküyor.

Beşeriyetin genel gidişi açısından da şu dört alanda köklü değişimlere gitme zarureti var: (1) Temel iktisadi politika olarak “büyüme” yerine “küçülme”yi hedef almak. (2) Kentlerin artan nüfuslarını “merkezden çevreye doğru yaymak.”  Mesela Türkiye için insanızlaştırılan Anadolu’yu yine nüfusla şenlendirmek. (3) Temel insani faaliyetin eksenini “nicel olan”dan “nitel olan”la değiştirmek. (4) Beşeri toplumsal hayatın anlam ve amacını “ahlaki üstünlük ve adalet” olarak yeniden belirleyip toplumsal örgütlenme, idari yapıyı ve yaşama biçimimizi buna göre  düzenlemek.

Göreceksiniz bu sayede ruhlar sakinleşecek, bedenler geride kalan ruhların ağırbaşlılıkla kendilerine dönmesini bekleyecek ve nüfus geometrik artıştan matematiksel çizgiye çekilecek. Şehrin felsefesi “insan merkezli dünya görüşü”nden “Allah merkezli âlem tasavuru”na geçişle kurulabilir. Bu da nübüvvete dayalı hikmet ve tefekkürle mümkündür. Şehir ruhunu müteal/aşkın, batın/içkin ve öte/ahiret fikrinden alacaksa, birer seküler zindan olan kenti ucu açık, tabiatla barışık, Allah’ı hatırlatan Medine olarak dönüştürmek lazım. Din olmadan ne şehir (medine) olur, ne medeniyet. Beşeriyeti, tabiatı ve şehirleri kent bedevilerinin elinden kurtarmak lazım..

Kaynak: http://www.zaman.com.tr/ali-bulac/yeni-bir-tasavvur_2080560.html