İkinci İftardan Medyaya Yansıyanlar

TELEVİZYONLAR

KÖŞE YAZILARI

HAVUZ BAŞINDA ISTAKOZ CAİZ MİDİR HOCAM?

Nur Çintay, Sabah, 14 Ağustos 2011

Yaşam tarzı hezeyanları düşüşte, “Caiz midir?” sualleri baki. Ama bu Ramazan’ın en hararetli tartışması, lüks iftar protestosu. İsraf edenler insaf etsin, çok doğru, ama bir havuz başı ıstakozuna 20 çeşit iftariyeliğin mislini helal edenler neden celalleniyor?

Uzun yıllardır, din ile bağı son derece gevşek bir adamla evliyim. Tanıdığımdan beri böyle. Dinle kişisel hiçbir ilişkisi yok. Ama olana da karışmaz. Yargılamaz. Hep böyleydi, hep böyle. Fakat geçen sene bu zamanlar duydum ki, feci halde ‘dinci’ olmuş! Bir arkadaşımız, gazetedeki yazısını okurken “Yuh artık! Ooooha!” diye bağırdı. “İnanamıyorum Emre’nin ne hale geldiğine! Resmen dinci oldu! Korkunç bir şekilde yobaz oldu! Yazıklar olsun!” Geçen yazın alametifarikası çamur rengi Chanel tırnaklı elinden, aynen çamura bulanmış gibi bir sinirle fırlatıp attı gazeteyi dayanamayıp, o derece! “Allah Allah ne yazmış olabilir?” diye baktım ki: Beyazıt Meydanı’ndaki Kitap ve Kültür Fuarı’ndan bahsediyor. 170 yayınevi, çok ilginç kitaplar diye anlatırken, içlerinde ilk kez Hz. Osman döneminde bellekten metne dönüştürülen Kuran’ın tıpkıbasımını da sayıyor. Büyük deri bir çantada satılıyormuş. “4 bin lira ama şahane!” diyerek hatta, eşiği aşıyor! İslam Ansiklopedisi‘nin o görmeyeli 38’inci cilde geldiğine şaşırması yetmezmiş gibi, Kuran ‘okuyan’ özel dijital kalemin de dindarların modernleşmesine örnek sayılabileceğini söylüyor. Pes. Bu kadar ileri gidebiliyor! Böyle bir Ramazan sayfası yapmaya niyetlenince, aklıma bu arkadaş geldi. Bağnazlığım karşısında dehşete düşebilir. Çarşafa girdiğimi düşünebilir. Tencere-kapak, diyebilir. Ertuğrul Özkök’ün Hac tefrikasını ilmihal belleyengillerden o da, dolayısıyla bir din alimi oldum sanabilir! Göreceğiz…

“Her yer kapalı, aman tanrım, yaşam tarzımız…” hezeyanları bitti mi?

Son birkaç yılın Ramazan tortusu şöyleydi: Oruç tutmadığı anlaşılanın dövüldüğü, kovulduğu, aforoz edildiğine dair haberler çıkar, mahalle baskısı alabildiğine köpürtülür, yaşam tarzı hassasiyetleri kaşınır, kazınır, kanatılır. Ramazan’da (bilhassa Anadolu’da) yeme-içme yerlerinin kapalı olduğuna, içki satılmadığına dair yazı dizileri siparişlenir, ‘Her geçen gün nasıl da muhafazakarlaşıyoruz’ başlığı için didinilir. Evladiyelik “Caiz midir hocam?” sualleri, bir önceki Ramazan’da şoklandıkları yerden çıkarılıp çözülür. Unutup su içmenin, saati yanlış görmenin, diş fırçalamanın, denize girmenin orucu bozup bozmayacağı sittin senedir bir türlü kafada netleştirilememekle beraber, mesela geçen sene oruçluyken porno seyretmenin bir manisi olup olmadığı sorulmuştu ki unutulmaz. Kılık kıyafette aslında orduevi kuralları işletmek isteyen en afili mekanlar 16 çeşit iftariyelik, en Amerikan fast food’cular ezogelin çorba moduna geçerler. Ne müthiş savrulmalar gördük böyle, Tünel’deki Cuba Bar misal, geçen seneki Ramazan afişiyle öyle yükseltmişti ki çıtayı, aşmak zor. Che Guevara’yla Karagöz ve Hacivat’ı buluşturan grafik, iftarda geleneksel Küba pilavı Arroz Congri ya da picadillo, isteyene iftar üstüne şeker şurubundan alkolsüz mojito!

Kaynak: http://www.sabah.com.tr/Pazar/2011/08/14/havuz-basinda-istakoz-caiz-midir-hocam

‘GERÇEK İSLAM’IN KEMALİST SELEFİLERİ

Ramazan Rasim, Taraf, 15 Ağustos 2011

Önceki akşam Taksim’deki iftar protestosuna Tuna Kiremitçi, Aylin Aslım, Sırrı Süreyya Önder de katılmış. İftar sofrasına oturana tabii “Yahu sen bir hafta önce Hayrettin Karaman’ı eleştireceğim diye “Bunları Gülhane’de kafese kapatıp, üzerlerine de ‘fındık fıstık atmayın’ yazmak lazım’ diye yazmış Kelebek yazarı” değil misin diye sorulmaz.

Ama bir otelde iftar yapan Müslümanları, İslamiyet içinden, takva dairesinden eleştiren diğer Müslümanların eyleminde haydi diyelim Sırrı Süreyya İslamiyet’in materyalizm mezhebinden, peki refikim Yıldıray Oğur’un tabiriyle “Cihangir İlahiyat Fakültesi İslamafobi Ana Bilim Dalı profesörlerinin” ne işi vardı acaba?

Şimdi Abdurrahman Dilipak, Atatürkçü Düşünce Derneği ile 10 Kasım’da Anıtkabir’in önüne gidip, “Atatürk’ü siz değil ancak biz anabiliriz” diye bağırsa, Murat Belge BBP’lilerle gidip MHP Genel Merkezi’nin önünde “Siz ırkçısınız” diye bağırsa olur mu?

“AKP-Cemaat eyvah” diye şarkıları olduğunu zannettiğim kırmızı saçlı rockçı kız ve “Git orucumu bozdurmadan” diye kitapları olan Kelebek yazarı, bu eylemlerdeki Müslümanları dövme potansiyelinin kokusunu almış gibiler.

Uzun süredir laiklerin epeyce sinirini bozan tehlikeli “zengin ve güçlü Müslümanlığın” karşısında ve zararsız “yoksul ve kanaatkâr Müslümanlığın” yanında durmanın bir politik manası var mutlaka.

Ama zaten Türk laikleri hiçbir zaman İslam’ı Müslümanlara bırakmamışlardır ki. Ömürlerini kitaba uygun olarak geçirmeye çalışan müminlerin karşılarına geçip “Ama bu yaptığın Kuran’da yok” diye tekfir eden ‘Gerçek İslam’ın Kemalist selefileridir onlar. Mümkün olsa sorgu meleklerinin işine talipdirler. Müslüman olmayı değil, Müslümanlardan hesap sormayı sevmektedirler çünkü.

İslam’a değil, İslamiyet’in nasıl çarptırıldığına iman etmişlerdir. Ne haram ne helal onla değil, ne hurafe ne değil onla ilgilidirler. Kuran’ın ne yazdığı değil, Kuran’da ne yazmadığı umurlarındadır. Namazda gözleri yoktur ama namaz kılan bir Müslüman’a “kazaya bırakırsın” diye çıkışmakta gözleri vardır. Kuran’ı bir sopa gibi Müslümanların kafasına vurmaktan, gerçek İslam’ın kendi temiz kalplerinde yaşadığını düşünmekten büyük zevk alırlar. Tabii bu büyük paye için hiçbir şey yapmak zorunda olmamaktan da.

Ateist, deist olmazlar. Çünkü ‘Gerçek Müslümanlık’ ateizmimin, deizmin veremediği imani bir haz verir onlara. Kafalarına uygun bir Tanrı bulmuşlardır hazır, ona inanmanın ne zararı vardır ki? Ateist, deist olmak için de entelektüel emek gerekir ayrıca. “Gerçek Müslüman” olmak içinse kibirli ve elitist olmak yeterlidir.

Susurluk için ışık açıp kapatma eylemlerinin nasıl 28 Şubatçı eylemlerine döndüğünü an be an hatırlarım. Korkarım ki bu iftar protestolarında yakında “Türkiye laiktir laik kalacak” diye bağırılmaya başlanacak.

Protestoların cipli başörtülü kadınların arabasına çizik atmak, Antalya’daki tesettür otellerin önünde çadır kurmak, zengin İslami Holdinglere yumurta atıp, pahallı başörtüler takan kadınların saçlarını çekiştirmeye kadar ucu varabilir.

Allah şaşırtmasın…

Kaynak: http://taraf.com.tr/ramazan-rasim/makale-gercek-islam-in-kemalist-selefileri.htm

BU KIŞ KEMALİZM GELECEK

Ahmet Hakan, Hürriyet, 16 Ağustos 2011


“Komünizmle mücadele” zamanlarından kalma “özlü sözler” vardır.

Bunların başında dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan’ın, solcu gençlerin yaptığı “yaramazlıklar” karşısında söylediği “Bu memlekete komünizm gerekirse onu da biz getiririz” sözü gelir.
İkinci “özlü söz” ise Celal Bayar’a aittir.
Sıkı bir antikomünist olan Celal Bayar da her sonbahar geldiğinde “bu kış komünizm gelecek” demeyi itiyat haline getirmişti.
Celal Bayar’ın komünizm korkusu o kadar yüksekti ki her kış, “Godot’yu bekler” gibi komünizmi beklerdi.
Celal Bayar gibiler, “Güçleniyorlar, yükseliyorlar, dış destek alıyorlar, kesin bu kış komünizm gelecek” deyince bunun bir sonucu da olurdu tabii:
Komünist avı başlardı.
* * *
Gel zaman git zaman, devir değişti.
Şöyle bir şey oldu:
“Bu kış komünizm gelecek” korkusu yerini “Bu kış şeriat gelecek” korkusuna bırakıverdi.
Bir ara neredeyse “ha geldi / ha gelecek” durumu söz konusuydu.
Manşetler atılıyordu, ekranlar korkutuyor da korkutuyordu.
Taksim’de miting bile yapılmıştı “aman gelmesin” diye.
Sonra ne oldu?
Şeriat gelmedi.
Onun yerine “bir şey” geldi ama gelenin “şeriat” olmadığı çok açık.
Kısacası “Bu kış şeriat gelecek” de fena halde demode oldu çıktı.
* * *
Komünizm gelmeyecek.
Şeriat gelmeyecek.
İyi ama bu kış boş mu geçecek?
Tabii ki geçmeyecek.
İşte bakın liberal muhafazakâr çevrelere mensup bazı yüksek öngörü sahibi zatlar, bu kış neyin geleceğinin işaretini veriyorlar: “Bu kış Kemalizm gelecek”.
Mesela…
Emek ve adaletten söz eden İhsan Eliaçık kardeşimiz, Allah rızası için, “Yahu nedir bu dindarların mal mülk biriktirme merakı? Böyle Müslümanlık olur mu?” dedi ya…
Liberal çevrelerden hemen bir itiraz:
“Şuna bak şuna! Dindarların zengin ve güçlü olmasının önünü kesmeye çalışıyor. Müslümanları yoksul ve güçsüz kılıp Kemalistlerin ekmeğine yağ sürecek kerata”.
Bunun bir cümle sonrası “Bu kış Kemalizm gelecek” cümlesidir.
* * *
Ne diyelim?
Galiba en iyisi “Hoş geldin 2011 model Celal Bayar” demek.

Kaynak: http://www.hurriyet.com.tr/yazarlar/18497816_p.asp

ULUSALCILARIN RAMAZAN ROMANSI

Cüneyt Özdemir, Radikal, 16.8.2011

Genç Ulusalcıların magazinsel duyarlılık gösterileri, Yeni Medya düzenindeki ince değişime şahane bir örnek.

Bir grup inançlı Müslüman, samimi duyguları ile lüks iftarları protesto ediyor. Oruç tutuyorlar ve iftarlarını bu lüks iftarlarına inat gidip fakir fukaranın arasında parklarda açıyorlar. Derken bir de bakmışsınız ‘genç ulusalcılar’ bu iftarlara dahil olmaya başlıyor. Pek çoğu oruç tutmuyor. Oryantalist turistik bir gezi kıvamında bu iftarlarda boy göstermelerinin, zengin iftarlarında boy gösterenlerden özünde ‘samimiyet’ anlamında bir farkı yok. Bunu iftar sonrasında kaleme aldıkları köşe yazılarında takip ediyoruz. Freudisyen bir bakış açısıyla -ki bazen puro içen bir adam aslında sadece puro içmemektedir, bizlere hayata bakışı geçmişi ile ilgili bambaşka şeyler anlatmaktadır- bakarsak, bu yazılarda inceden bir ‘sistem’ eleştirisi olduğunu görüyoruz. Bir anlamda genç ulusalcılar fakir-fukara iftarlarında boy gösterip, diğer iftarlar üzerinden zenginleşen İslami kesime (‘özetlersek’ elbette hükümete) tersten çakıyorlar. Ezberler bozuldu, zaman değişti, geçti o eski ucuz laik propaganda günleri cancağızım… Genç Ulusalcıların bu magazinsel duyarlılık gösterileri, yeni gelişen laik duyarlılıklara ve Yeni Medya düzenindeki ince değişime şahane bir örnek.

Emek ve Adalet Platformu üyesi bir grup, lüks iftarları protesto için 5 yıldızlı bir otelin önünde oruç açmıştı.

Muhafazakâr gençlere Freud ne derdi?

Eskiden bir cephenin elemanı olmak kolaydı. Mesela laik cephenin elemanıysanız elde fırına verilmek üzere hazır klişeler beklerdi. Diyelim ramazanda en ufak adli olaylar belli gazeteler tarafından abartılır, köpürtülür, İslam paranoyası vizyona sokulurdu. Oruç tutmayanlara dayak, başı açık kadınlara saldırı, İslami yaşam biçimine yönelik ‘klişe’ kampanyalar mevcuttu. Geçen yıllar içinde doğal olarak inançlı kesim, kendi yayın organlarından bu şehir hurafelerine karşı (haklı olarak) tavır koymaya başladı. Ortak bir cephe, tek bir ses, hatta bir ‘alt-metin’ oluştu. Bu anlamda yapılan haberler yalanlanmaya ve aslı astarı çıkartılmaya başlandı. Kantarın topuzu da işte burada kaçtı. Bir süre sonra gördük ki bu cephedeki kimi kalemler için artık sıradan bir 3. sayfa haberi bile antilaik refleksi harekete geçirip, aynı alt (savunma) metnini vizyona sokmaya yetiyor. Gelmek istediğim yer, otobüste dayak yiyen şortlu kız olayı. Burada da bu antilaik refleks ortak ses verdi. (Başlangıçta hiç kimse bildik laik anti-İslam klişelerini tekrar etmemiş olsa bile) Bu ‘ezberden’ yola çakarak şöhret olacağını sanan muhafazakâr kesimin hevesli köşe yazarları veya gazeteciliğe yeni geçiş yaptığı için henüz dinamiklerini anlamamış ‘arkadaşlar’ başladılar eski ezberden saydırmaya. Onların hevesinin kırılmasından yana değilim ama şunu da söylemek gerekir ki muhafazakâr ezberden yola çıkan bu ‘ortak’ dil, yeni medya düzeninde bayatlamıştır. Ne kadar zorlarsanız zorlayın, gerçek hayatta karşılığı olmadığı için sonuç alamazsınız. Dinimize laf ettirmeyeyim derken bir de bakmışsınız kendinizi çocuk tacizcisinin, tecavüzcünün, kadın dayakçısının avukatı olarak bulursunuz. İnsan davranışındaki farklı anlamları, bilinçaltını sorgulayan Freud’un aynı sözünden yola çıkarsak, “Bazen de puro içen bir adam, sadece puro içen bir adamdır.” Yani bazen otobüste dayak yiyen şortlu bir kız, sadece otobüste dayak yiyen şiddet mağduru bir kadındır. Türkiye’de kadına yönelik şiddette ne yazık ki şortlu, başörtülü olması fark etmiyor (bakınız bir yıldaki 4500 kadın cinayeti bilançomuz). Canhıraş, bir dayağı savunmak, şahitler icat etmek, dayak yiyen kız (‘ben dayak yedim’, bkz; NTV) ifadesinde ısrar etse bile işi ramazan ve oruç karşıtlığına dayandırmak demode bir duruş. Laik kesim kendi marjinal seslerini (biraz da mecburen) ayıklıyor, hâlâ kadına şiddeti sahiplenen kimi muhafazakârların işiyse zor. Bu olay vesilesiyle gördük ki eski ezberleri hatim eden, muhafazakâr genç bir kuşak da yeni medya düzeninin kuyruğuna yanlış yerden tutunuyor. ‘Zaman’ın ruhunu tutan diyaloğu kendine şiar edinen abilerin, bu entelektüel sığlığın karşısında işi çok zor.

Bu arada şortlu kıza vuran hayvanın (hadi kadına vuran bir adama ‘hayvan’ dememe alınanların içini rahatlatayım) ya da magandanın bulunmasından umudu kestim, şortlu kız yakında Ergenekoncu ilan edilip hapsi boylamazsa sevineceğim.

Ramazanın gerçek fenomeni

Yeni Şafak’ta tartışılan ‘tahammül eşiği’ yazısıyla ramazana damgasını vuran Hayrettin Karaman veya ‘teravih var mı yok mu’ tartışmasını ısıtıp önümüze koyan Yaşar Nuri Öztürk ya da bu yıl diğer ramazanlara göre daha az gözyaşı döken Nihat Hatipoğlu, ramazanın fenomeni olamadı. Bu yıla damgasını vuran ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık. Sadece lüks iftarlara yönelik protesto açılımıyla değil verdiği röportajlardaki insancıl ama en önemlisi Kur’an-ı Kerim’e getirdiği sosyal değerler yorumlarıyla da bu ramazana damgasını vurdu. Radikal’e verdiği ropörtaj da (http://t.co/5bIcdaR), sokaklarda atık kâğıt toplayıcısı Ali Mendillioğlu’yla yaptıkları bu ropörtaj da (http://t.co/ZisI9zq) sanırım ne demek istediğimi anlatan iyi örneklerdi.

(Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1060116&Yazar=C%DCNEYT%20%D6ZDEM%DDR&Date=16.08.2011&CategoryID=97)

İFTAR DEVRİMİ

Özgür Mumcu, Radikal, 18 Ağustos 2011

İktidar İslamileşirken muhalefet de İslamileşecekse, toplumsal meseleleri İslam’ın farklı yorumlarının mücadelesiyle çözmeye başlarız.

Bir süredir İstanbul’da 5 yıldızlı otellerde verilen lüks iftar davetlerini protesto etmek amacıyla sokak iftarları düzenleniyor. İhsan Eliaçık, Murat Menteş gibi isimlerin başını çektiği Emek ve Adalet Platformu’nun bu eylemi bazı muhafazakâr olmayan kesimler tarafından da destekleniyor. Zaten Emek ve Adalet Platformu da ‘sosyalistler ve İslamcılar arasındaki ötekileştirmeyi kıracak bir fikri ve eylemsel damarın yaratılmasına katkı sunmayı başlıca faaliyet alanlarından biri olarak kabul’ ettiğini söylemekte.

Yetmişli yıllarda Latin Amerika’da görülen ‘kurtuluş teolojisi’ni andıran özellikler taşıyor bu hareket. Hıristiyanlığın fakirlerin ve ezilenlerin dini olduğundan hareketle, Marksist gerillalarla işbirliğine bile varan bu akımın artık pek taraftarı yok. Ancak Hıristiyan sosyalistlere birçok ülkede rastlamak mümkün.

Türkiye’de de sosyal adaletçi bir ‘Müslüman sol’ hareket cılız da olsa var. Geçen yıllarda Mehmet Bekaroğlu ve Ertuğrul Günay’ın bu yönde bir örgütlenme çabası olmuştu. Gerçi neticesi Günay’ın sosyal adaleti AKP saflarında bulması oldu.

Hikmet Kıvılcımlı

Aslında memleketimiz Marksistleri arasında İslam’ın sosyal adaletçi yanlarına seslenmek arzusu hiç yoktu denemez. Vatan Partisi Genel Başkanı Dr. Hikmet Kıvılcımlı’nın 1957’e Eyüp Sultan’da yaptığı konuşma bu açıdan önemli. Partisinin kapatılmasına neden olan konuşmada şöyle sesleniyordu Kıvılcımlı:

“İslam’ın büyük prensibi, hepimizin bildiği gibi ‘leyse lil insane illâ mâ seâ’ der. (Yani: İnsan için, çalışmaktan, emekten başka her şey yalandır) der. İşte, o büyük hakikat: Aradan binlerce yıl geçtikten sonra bugün, dünyanın en ileri memleketlerinde dahi, tek büyük içtimai hakikat, insanlığın bulabildiği en büyük hakikat olarak tanınmıştır.”

Konuşması Hülefâyi Raşidiyn’e övgü Muaviye’ye eleştiri, peygamber ve halifelerin aslında katılımcı demokrasinin kurucuları olduğunu belirterek ilerliyordu.

Bugün Eliaçık’ın da halifelerin isimleri azizlerle değiştirilse zamanının Latin Amerikalı kurtuluş teolojisi yanlılarının da katılacağı bir nutuk yani.

Türkiye’de sosyalist hareketin halkın değerlerine uzak kaldığı eleştirisi yapılagelmiştir. Bunu aşmak için ise sosyalizmin din ile uzlaşması, bağdaşması, söylemini İslami referanslarla süslemesi de savunulagelmiştir.

İslamcıların bir kısmının sosyal adaletçi olması elbette sevindirici. Ancak bu protesto iftarlarının İslamcılarla sosyalistleri birleştirebilecek bir eylem tarzı olduğunu söylemek güç.

Ramazandan sonra

Ana sorun eylemin tamamen din içinde kalması. “Gerçek Müslüman iftarda israf etmez, bizim gibi iftarını açar” söylemini barındırma tehlikesi. İslam’ın nasıl yorumlanacağına dair bir tartışma herhalde sosyalistleri çok ilgilendirmemeli. Kaldı ki sorun ‘israf’ ise o beş yıldızlı otellerde ramazan haricinde de lüks yemekler veriliyor. Ramazan bitince, protesto amaçlı halk yemekleri düzenlenecek mi?

Ayrıca lüks iftar davetlerini artık Cemil Çiçek bile eleştirmiyor mu?

İslamcıların ve sosyalistlerin sosyal adalet konusunda ortak eylem yapması iyidir. Fakat o eylemlerden en çok ses getireninin ‘iftar’ temalı olması düşündürücü değil mi?

İktidar İslamileşirken muhalefet de İslamileşecekse, bir süre sonra toplumsal meseleleri İslam’ın farklı yorumları arasındaki mücadeleyle çözmeye başlarız.

İktidar ve müttefiklerine “Müslüman israf etmez” diye çıkışmanın da ne derece devrimci olduğu sorgulanmalıdır. Cemil Çiçek’in dahi şikâyetçi olduğu bir konudan anlamlı bir hareket çıkması da beklenmemeli.

Sen Hazreti Ömer adaletinden bahsedersin, o sana peygamberin ticareti teşvik ettiğini söyler.

Bu tartışmada sosyalistlerin yeri ne olabilir?

Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1060363&Yazar=%D6ZG%DCR%20MUMCU&Date=18.08.2011&CategoryID=98

SOKAK ÇALGICILARI VE YALDIZLI İFTARLAR

Akif Beki, Radikal, 18 Ağustos 2011

Tek bir ahlak koduna, tek bir kültüre, tek bir yaşam biçimine, tek bir sokak hayatına indirgenebilir mi? Beyhude uğraş!

Bu ramazanın modası, lüks iftarları protesto etmek. Sosyalizan                solun bir kısmının yerelleşmekten anladığı bu. Dini hayata el atar atmaz ikilik çıkarmaya giriştiler. Amaç israfa karşı farkındalık yaratmak mı, 5 yıldızlı otel ahlakını kötüleyip kınamak mı, belirsiz. Halkın inanç ve değerleriyle barışmaya mı çalışıyorlar, halkı yanlarına çekmek için inanç ve değerlerini kullanmaya mı, tartışılır.

BDP’nin alternatif cuma namazlarına benziyor. Maksat namaz kılmak değil, hazır cemaatten gösteri kalabalığı olarak istifade etmek. İslam’ın güya sol yorumu da dinle barışmaya iftar açmakla değil, mükellef iftar sofralarını protestoyla başladı.

Sağ İslam yorumu sokaklara nizamat vermeye kalkışıyor, İslam’ın sol yorumcularının gözü de iftar sofralarında. Sınıfsız bir iftar ahlakı empoze ederek çeki düzen verecekler bu başıbozukluğa. Var mı öyle kafasına göre keyif çatmak, parasına göre iftar açmak? Sair zamanlarda kral dairelerinde yenilip içilmesine laf yok ama!

Beyoğlu’nda sokaktan çalgıcı toplamak iyi de, otellere iftar yaptırmamak kötü mü? İkisi de kültürel çeşitliliği yok etmeye yöneliyor, ikisi de zenginlik düşmanı. İkisi de, başkalarına nasıl yaşamaları gerektiğini buyuruyor. Fakat Müslüman ahlakından ikisinin anladığı da apayrı şeyler. Birine göre doğru ve ahlaklı olan, öbürüne göre dibine kadar yanlış. İkisine de Müslümanlıkta yer var oysa. Sorun şu ki, onlar bunu bilmiyor. Tek doğru kendileri, diğer ahlaklar geçersiz ya akılları sıra.

Tek olan sadece İslam. Birçok mezhep, pek çok ahlak var Müslümanlıkta. Bu yorum çoğulculuğu, sağ Müslümanlığı da sol Müslümanlığı da barındırmaya müsait. Yeter ki, onlar birbirlerini ortadan kaldırmasın.

İran ve Suudi Arabistan, iki İslam devleti. Birinde kadın şoförler otobüs dahil her türlü vasıtayı kullanabiliyor, diğerinde direksiyon başına geçmeleri katiyyen yasak.

Tahran ve Riyad, iki İslam başkenti. Birinde kızlarla erkekler kafelerde beraber oturabiliyor, diğerinde aynı masa etrafında nikâhsız beraberlik gayri meşru.

Cidde ve Riyad, iki Suudi-Vahhabi şehri. Birinde Tahran’daki gibi karma gruplar halinde dolaşmak serbest, diğerinde harem-selamlık sokaklar esas.

Dubai ve İstanbul, iki oruç şehri. Birinde gökdelendekiyle aşağıda oturan için ayrı iftar saati uygulanıyor, diğerinde ağayla geda aynı dakika aynı sofrada iftarlıyor.

Müslüman şehirlerinin birinden diğerine değişiklik gösteriyor dini hayat. Birinde ahlaki olan diğerinde ahlaka mugayir. Birinde mübah olan diğerinde mekruh. Birinde normal olan diğerinde ayıp ve çirkin. Birinde meşru olan diğerinde gayri meşru. Özellikle kadın-erkek münasebetleri konusunda tam bir çokahlaklılık görüntüsü hâkim. Tek bir ahlak koduna, tek bir kültüre, tek bir yaşam biçimine, tek bir sokak hayatına indirgenebilir mi? Beyhude uğraş!

Müslüman ülkeler ve şehirler arasındaki karşılaştırmalar, mezhep ve meşrep farklılıklarını gözler önüne seriyor. İslam coğrafyasında geçmişle bugün arasında bir kıyaslama, çok daha fazla yorum ve anlayış farkını ortaya çıkaracak. (Bkz. İbn Battuta Seyahatnamesi)

Hal böyle iken, herkes için, her zaman ve her yerde geçerli tek bir ahlak düzeni getirilebilir mi sokağa? Sokağın belli bir ahlak görüşüne göre tanzimi, sadece dini hayatın değil bütün bir toplumsal hayatın tek bir standarda tabi kılınması, başarılamaz bir hedef. Çünkü, dayatmacının din ve ahlak anlayışına uygun olsa da insanın doğasına aykırı en başta. Tektipleşmeyi kabul etmiyor fıtrat.

İftar sofralarını fiks mönüye bağlamakla sokak ahlakını anlayışlardan bir anlayışa sabitlemek arasında da fark göremiyorum. Aynı şeyi talep ediyor ikisi de: Kendi din yahut dünya görüşünü merkeze alarak geri kalanı ona uydurmak. Ahlaki kargaşa ne kadar kötü olursa olsun, ahlaki görüşlerden bir görüşün diğerlerini ahlak-dışı ilan ederek terör estirmesinden daha fena olamaz.

Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Default.aspx?aType=RadikalYazar&ArticleID=1060364&Yazar=AK%C4%B0F

KİMLİĞİMİZDEN BİRKAÇ DÜĞME ÇÖZSEK NE OLUR?

Gökhan Özcan, Yeni Şafak, 18 Ağustos 2011

Müslüman olanın yapacağı ve yapmayacağı şeyler vardır. Kendisine yakıştıracağı ve yakıştırmayacağı şeyler… Mesela Müslüman gerekçesi ve şekli ne olursa olsun israfın bir parçası olamaz. İsraftan uzak durmak Müslümanlığının bir gereğidir çünkü.

Bu gibi hassasiyetleri azıcık dikkatten kaçırmaya başladığımızda nasıl kapılıp gittiğimizi, kendimizden ne kadar uzaklaşabildiğimizi yaşayarak gördük, görüyoruz. Çok yıldızlı otellerde, lüks restoranlarda yapılan israf menülü iftarlar bunun en meşhur, en çok tartışılan örneği… Kendini her şeyden önce Müslüman olarak tarif eden bizi mki gibi bir cemiyetin bu türden tartışma konuları olması esef verici de olsa elzemdir. Bu tip görme bozukluklarının yol açtığı şuur enfeksiyonlarının ne kadar kısa zamanda bünyeyi sardığını iyi teşhis edip, üzerinde iyi düşünmek gerekiyor. İnandığımız değerleri birer aksesuar olarak üzerimizde taşımak bir şey ifade etmiyor çünkü. İddialarımızın varlığımızda, kimliğimizde, duruşumuzda, hal ve hareketimizde hak ettiği karşılığı bulması şart. İsraf haramsa eğer; Müslüman cemiyet israf fotoğraflarına da, şatafat kompozisyonlarına da giremez, girmemeli. Nitekim bu tartışmalar toplumsal zeminde bir karşılık bulmuş, şatafatlı iftar girişimleri önemli ölçüde dizginlenmiş durumdadır. Bu sene şık eylemlerle bu haklı tepkiler daha da görünür hale geldi. İstanbul’da “Lüks Otel İftarlarını Protesto Buluşmaları” adıyla bu türden şatafat mekânlarının çevrelerinde iftarlar düzenleniyor. Yine önceki gün 16 Temmuz Gençlik Hareketi Ankara, İstanbul ve Samsun’da “Afrika İçin Ümmetle İftar Ediyoruz” sloganıyla geniş katılımlı iftar sofraları kurdu. Bu sofralarda simit, ayran ve hurma yendi, “açlık”, “tokluk” ve “açlığın sebebi olan aşırı tokluk” konularında şuur tazelendi.

Günümüzde maalesef neye inandığımızı, inancımızın bize ne tür sorumluluklar ve yükümlülükler getirdiğini birbirimize hatırlatmamız gerekebiliyor. Kendimizi kaybetmeye, kapılıp gitmeye, bir şeylerin sarhoşluğuna kapılmaya fazlasıyla meyyal durumdayız. Cebimiz para gördüğünde, sosyal statümüz geliştiğinde, sınıfımız bir üst basamağa atladığında kendimizi kaybedip hesabımızı şaşırabiliyoruz. Bu kadar da değil, maruz kaldığımız medya bombardımanı, hayal dünyamızı hiç bize ait olmayan bir imajlar kataloguna kilitleyebiliyor. Gençlerimiz ve çocuklarımız, bu aşırı tüketim ve gözü dönmüş ihtiras anaforlarına çekilebiliyor. Yetişkinlerimizse bu baş döndürücü değişim karşısında hazırlıksız ve aciz ve hatta epeyce de sarhoş! Hal bu olunca; birbirimize kim olduğumuzu hatırlatmamız, birbirimizle şuur tazelememiz hayati bir ihtiyaç haline geliyor.

‘Kim’liğimizi flulaştırmaya, iddialarımızı aksesuarlaştırmaya, Müslümanlığımızı muhtevasızlaştırmaya sebep olabilecek bu modernleşme salvolarına karşı kendimizi korumalı, şuur siperlerimizi ayakta tutmalıyız. Şunu bilelim; kulağımıza bir ses, kendimizi akıntıya bırakıp bütün ruh yüklerimizden kurtulmamızı salık vermeyi her daim sürdürecek. Bir an gevşer ve kendimizi bırakırsak, o akıntının içinde boğulup gideriz.

Nasıl bir yozlaşma taarruzunun kıyılarımıza vurmakta olduğunu görmek için sosyete kitapçılarına bir bakın! Genç kızlarımız ve erkeklerimiz için muhafazakâr giyim kuşam modası, yeme-içme, gezi, dekorasyon, mimari trendleri demleyen dergiler çıkmaya başladı bile… Eminim dünyaya kakmak için kullanacağımız kazıkların tasarımları da bir yerlerde hazır bekletiliyordur.

Kaynak: http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/?t=18.08.2011&y=GokhanOzcan

İFTAR, İSRAF VE İFSAD

Kenan Alpay, Yeni Akit, 18 Ağustos 2011

Allah’a ve ahiret gününe iman etmenin doğal ve zaruri tezahürlerinden biri de “emri bil maruf, nehyi anil münker”dir. Tüm zamanlar ve mekanlar için geçerli bu imani ilke kötülüklerin giderilmesi ve yerine iyiliklerin ikame edilmesi içindir. Bu ilke, İslam ümmetini insanlık içerisinde ortaya çıkarılmış en hayırlı ümmet kılacak gerek şarttır.

Kitabı mübin’in sahih iman ve salih amellere kılavuz kılınması onun bir zikir (hatırlatma) ve furkan (hakkı batıldan ayrıştırma) sıfatlarıyla da donatılmış olmasıyla doğrudan ilişkilidir. Bu sebeple içerisinde bulunduğumuz Ramazan ayı ve oruç ibadeti, ilahi bildirimleri erişebildiğimiz bütün insanlara hatırlatma yükümlülüğümüzü çok daha iyi imkânlar içerisinde yerine getirmemiz için bize lütfedilmiş bir nimettir. Bu nimet aynı zamanda itikat, ibadet, ahlak, siyaset, ticaret vd alanlarda ortaya çıkan sapmaları doğrularından ayrıştırma hususunda dikkatimizi yoğunlaştırma olanaklarıyla donatılmıştır.

Müminlerin zikir ve furkan ile olan ilişkisi ihlaslı ve istikrarlı olduğu oranda merhamet, adalet ve dayanışma duyguları topluma egemen olur. Bu ilişki zayıfladığı oranda merhametin yerini intikam, adaletin yerini zulüm alır. Sonuçta dayanışma duygularının yerine geçen çatışma ve parçalanma olur. Oysa İslam müminleri ifsadı giderecek, ıslah görevini ifa edecek nurlu bir yol inşa etmeye davet eder.

Gelenekten veya modern değerlerden kaynaklandığına bakılmaksızın hakkı batıla bulayan, kelimeleri yerlerinden kaydıran, Allah’ın adı ile aldatmaya yeltenen bütün hurafelere karşı nasıl mücadele edeceğiz? Önceliklerimiz neye göre belirlenecek? Sahih ve sonuç alıcı bir davet için dilimiz, kavramlarımız ve eylem biçimimiz nasıl teşekkül edecek? Bu tür soruların cevabı hiç kolay değil ama zannedildiği gibi kaynakları, çerçevesi ve hedefi de belirsiz değil.

İsraf ve gösterişin iftar sofralarında dahi kendisine yer bulabilmesi uzun bir dönemdir ciddi eleştirilere konu edildi. Benzer bir şekilde Ramazan’ın anlamı ve ruhunu toplumsallaştırmaktan Osmanlının son döneminde ortaya çıkan bir takım eğlence, fasıl ve şatafatlı sofraların hazırlanmasını anlayan-anlatan takıntılı zihinlere de Kitap ve sünnete dayalı itirazlar yükseltildi. Zenginliği alabildiğine artan bir toplumda zekat ve infakın nisabı ile alakalı hala ölçü olarak hurma, arpa, buğday vs. gibi değerlerin kriter olarak tutulmasının yetersiz veya yanlış bir din anlayışından kaynaklandığına da dikkat çekiliyor.  Bu söylem ve tutumlarımızın yeterli olduğu, istenilen hayırlı sonuçları kâmilen elde ettiğini söyleyemeyiz elbette.

Ancak unutmayalım ki davet, ihlâsla beraber güzel bir sabır, sebat, mücadele üzerinde hayat bulur. Bireysel ve toplumsal değişim dünden bugüne, hızla ve geri dönüşü olmayan doğrusal bir süreç olarak işlemez. İnsan ve toplumun değişim yasalarına yani sünnetullaha aykırı beklentiler sadece ciddi hayal kırıklıkları meydana getirmez.

Tutarlı bir nefis tezkiyesi yapamayanlar için itikat ve amelde sapmalar, muhatap olunan toplumla anlamsız ve sonuçsuz çatışmalara hatta düşmanlıklara doğru yelkenler açılabilir. Bu ise Kur’an’a iman etrafında şekillenecek rıza-ı İlahi’den uzaklaşmaya, hayatı din-İslam merkezli yaşamaktan kopuşa sürükleyebilir. Kavram ve söylemler başkalaşmaya, ilişki biçimlerinde dostlar ve düşmanlar, hedefler ve müttefikler yer değiştirmeye doğru yol alırlar.

Bu kaygılardan hareketle Emek ve Adalet Platformu’nun çağrısıyla lüks otellerdeki iftar programlarını protesto etmek amacıyla gerçekleştirilen iki etkinlik katılımcıları, söylemleri ve hedefleri itibariyle ciddi bir analizi gerekli kılmakta. Haksız kazancın sıradan bir sonucu olarak neşet eden haksız paylaşımın kınanıp teşhir edilmesi ve hiçe sayılan sosyal adaletin tedavi edilip hakim kılınmasının yollarını aramak fıtratına ve vahye kulak verenlerin vazifesidir. Fakat bu vazife modern kapitalist sistemin araç ve hedeflerine karşı mücadele ederken sol-sosyalist literatür ve yöntemlere tevessül etmekle hayra kapı açmak bir tarafa yeni ve çok daha büyük ifsatlara sebep olur. Protestocular, eylemlere mekan olarak seçilen o lüks otellerde hangi cemaat veya İslami kuruluşların israf ve gösteriş yaptığını açıklamadıkları için hedef ve mesaj muğlak hatta yanlıştı.

İftar protestosu”na öncülük eden veya destek olan bazı kişilerin Kur’anın kavram ve ibadetleri noktasında ortaya koydukları sapkın tezleri bu eylemlerin mantığından bağımsız görebilir miyiz? Soru(n)lar çok. Tartışmaya devam edecek. Bu pratikler bağlamında konuya, “Tapınak Dini” ve “ABDestli Kapitalizm” söylemlerinin nasıl bir psikoljik harekat unsuru olduğu üzerinden devam etmeye çalışacağız inşa-Allah.

Kaynak: http://www.haksozhaber.net/iftar,-israf-ve-ifsad-22343yy.htm

GAZETE HABERLERİ

Lüks iftar protestosu

Kenan BUTAKIN, Gazete Vatan, 14 Ağustos 2011

Lüks otellerdeki abartılı iftarlar, Taksim’deki üç lüks otelin ortasında kurulan yer sofrasında protesto edildi. Yazar İhsan Eliaçık “Lüks iftar yapan muhafazakarlar fabrika ayarlarına geri dönsün” dedi…

Lüks iftar sofralarını protesto etmek ve Somali’de yaşanan açlık olaylarına dikkat çekmek amacıyla 5 yıldızlı otel önlerinde iftar yemeği düzenleyen Emek ve Adalet Platformu, Conrad Oteli’nden sonra bu kez de Taksim’de iftar yemeği verdi. Taksim Gezi Parkı’nın çıkışında, Ceylan Intercontinental, Divan ve Hyatt oteli arasındaki otel üçgeninde hazırlanan iftar sofrasına yaklaşık bin kişi katıldı. Yer sofralarının kurulduğu “Lüks Otel İftarlarını Protesto” adlı iftarda, peynir, zeytin, hurma yendi, çorba içildi. Yazarlar İhsan Eliaçık, Murat Menteş ve Has Parti Genel Başkan Yardımcısı Zeki Kılıçaslan da iftara katıldı. Yazar Eliaçık, iftar yemeğinin bir amacının da lüks iftarlar düzenleyen muhafazakâr kesimlere tepki göstermek olduğunu söyledi:

”Lüks otellerde hazırlanan abartılı iftar yemeklerine dikkat çekmek istiyoruz. Otellerin yanına yer sofrası sererek tepki gösteriyor ve çelişkiyi görmelerini istiyoruz. Otellerde yenen lüks yemeklerin, yapılan israfların ve harcanan paraların karşısında bir de Somali’de açlıktan ölen binlerce çocuk ve evine ekmek götüremeyen babalar var. Türkiye’de lüks iftarlar düzenleyen veya bu iftarlara katılan muhafazakârlara da mesaj veriyoruz. Onların fabrika ayarlarına geri dönmelerini isteyerek nereye gidiyorsunuz mesajını vermeye çalışıyoruz.”

Kaynak: http://haber.gazetevatan.com/luks-iftar-protestosu/394123/1/Gundem

LÜKS İFTAR, MÜTEVAZI ŞEKİLDE PROTESTO EDİLDİ

Emrah Güney, Sabah, 15 Ağustos 2011

Sosyal paylaşım sitesi facebook ve twitter’da bir araya gelen gençler, dünyadaki açlık ve yoksulluğa dikkat çekmek, otellerde kurulan lüks iftar sofralarını protesto etmek için çevresi lüks otellerle çevrili Taksim Gezi Parkı’nda mütevazı bir iftar sofrası kurdu. Yüzlerce kişinin katılımıyla gerçekleşen iftarda gençler çimenler üzerine serdikleri kilimler üzerine oturdu. Hemen yanlarında bulunan lüks otellerin zengin iftar mönülerine karşın protestocu gençler sadece pide, peynir, domates ve hurma ile karın doyurdu. “Somali’de binlerce çocuk açlıktan ölürken, lüks iftar verenleri protesto ediyoruz” diyen gençlerin etkinliğine çeşitli sivil toplum kuruluşları da destek verdi. İftara katılan yazar İhsan Eliaçık da, eyleme destek verdi.

Kaynak: http://www.sabah.com.tr/Gundem/2011/08/15/luks-iftar-mutevazi-sekilde-protesto-edildi

ORUÇSUZ İFTAR TARTIŞMASI

Elif Key, Haber Türk Cumartesi, 20 Ağustos 2011

Lüks otellerin önünde, iftarların eylemle açıldığı sofralar beraberinde başka bir tartışma başlattı: Oruç tutmayanların iftar sofrasında yeri var mı?

Ramazanın en fiyakalı iftarı, eylem olarak yapıldı. Lüks otellerde oruçlar somonlu pidelerle açılırken, dışarıda, Emek ve Adalet Platformu o otellerin önüne uzun yer sofraları kurdu. Ünlü simalar davet edildi. Müzisyen Aylin Aslım, oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan, yazar Tuna Kiremitçi, politikacı Sırrı Süreyya Önder, karikatürist Metin Üstündağ gibi isimler davete icabet etti. Ve sahura varmadan Twitter’da kızılca kıyamet koptu. Sanal âlemde, bu isimlerin oruç tutmadığı varsayımından yola çıkılmış ve iş “sizin o sofrada ne işiniz var” noktasına varmıştı. İftarlı eylem sofrasındaki ünlüler ilk yudumu alır almaz, “Müslümanlık bir iftarlık tecrübe haline gelemez” mealinde bir öfkeyle baş başa kaldılar. Haydi tartışmayı başlatanların sorusunu açıkça yazalım: Oruç tutmayan iftara katılabilir mi? Sonunda ilahiyatçı yazar İhsan Eliaçık, Twitter’da kalabalığı dağıtmak için meselenin özünü anlatmak zorunda kaldı: “İftar Allah’ın sofrasıdır. ‘Onun ne işi var orada’ gibi laflar Allah’ın gücüne gider. Allah’ın rahmetini siz mi paylaştırıyorsunuz? Ayıp oluyor” diye yazdı da asayiş biraz sağlandı. Önemli bir soru da şu: “Oruç tutmayan iftara gelmesin” diyen çok insan var mı?

R. İhsan Eliaçık – Gazeteci: ‘Gökdelenle toprağın karşıtlığı’

“Şöyle bir ayrım yapılıyor: Bunlar laiktir, laikler oruca gelmez. Alttan alta İslam’a kin kusarlar. Böyle olmadığını söylüyorum. Bu insanların İslam’la ilişkisi inanç boyutunda olmasa da, kültür boyutunda. Yani küfrederken bile ‘Allah belanı versin’ diyor herkes, değil mi? Onlar laik, sanatçı, öbür mahalleden, diyemezsin. Başı açık diye insanları ayıramazsın. Bu tür yemeklerde bildiğim İslam’ı anlatıyorum. Onlar da “Bizim bu İslam’la bir sorunumuz yok” diyor. Ateistlerin inanmadığı tanrı, onlara mollaların anlattığı tanrı, onlar o tanrıdan nefret ediyor. ‘Peki inandığın bir şey var mı’ diye soruyorum, ‘Çevreci sosyalizme inanıyorum’ diyor. Yani doğa, adalet, eşitlik, özgürlük; aynı şeye inanıyoruz aslında… Hiçbir şeye inanmayandan korkmak lazım. Bu iftar eylemlerine, sivil cumalara muhafazakâr kesimin sivil itaatsizliği diyorum. Dine karşı yine din içinden, dini kavramlarla bir muhalefet geliyor. Onlar otelde yerken biz kapı önünde toprağın üstüne seriyoruz soframızı. Gökdelendekinin kapalı, yer sofrasının herkese açık olması önemlidir. O sofra neler anlatmaya çalışırken, sen kalkıyorsun, ‘Filancanın ne işi var orada? Bunlar Ergenekoncu’ diyorsun. Yakında bu sofralarda ‘Türkiye laiktir laik kalacak’ diye bağırılsın istiyorsun.”

Ayşe Düzkan – Yazar: ‘Niyetsizler ezanı bekliyor’

“Nur Çintay yazmıştı. Bir çift komşusu üç çifti iftara davet ediyor ama masaya oturmadan ortaya çıkıyor ki ev sahipleri de, konuklar da oruç tutmuyor. Yine de yemeğe başlamak için ezanı bekliyorlar. Geçmişte ne bu kadar çok iftar daveti hatırlıyorum ne de oruç tutmayanların bu kadar sık iftar davetlerine icabet ettiğini. Sağlıklarının el vermemesi dışındaki sebeplerle oruç tutmayanların gündelik hayatında iftar sofralarının bu kadar yer almasının yeni bir toplumsal iklim sonucu olduğunu düşünüyor ve yadırgıyorum. Lüks otellerde verilen iftar davetlerini protesto amacıyla yapılan sokak iftarlarını, orucun amacını ve özünü hatırlatmak açısından çok kıymetli bir çaba olarak görüyor ve saygı duyuyorum. Hiçbir inançta oruç sonradan fazlasıyla tüketmek üzere bir şeyden mahrum kalmak anlamına gelmiyor. Bu davetleri, yoksulluğa karşı dayanışma olarak algılamıyorum, yoksulluğa karşı dayanışmanın yeri, örneğin 1 Mayıs alanı diye düşünüyorum.”

Ali Bulaç – Gazeteci: ‘Oruçsuzların davet edilmesinde fayda var’

“Nasıl bayram sadece oruç tutanlara mahsus değilse, oruç tutmayanlar da bu masaya oturabilir. Oruç tutmak İslam’ın 5 şartından biridir. İftar bir şenlik, bir bayramdır. Katılmalarında ve hatta teşvik edilmelerinde fayda vardır.”

Abdurrahman Dilipak – Gazeteci: ‘Karşı çıkan olabilir’

“Olayı, hayatın olağan akışında sorgulayalım. Aynı otobüste yolculuk eden iki kişi. Yolculukta tanışıyor. İftar saatinde otobüs mola veriyor. İki yolcu, birlikte yemek yiyor. Biri iftar açıyor, öteki yemek yiyor. Yemek parasını da oruç tutanın verdiğini düşünelim. İşin içine gösteriş ve riya karşıyorsa onu bilemem ama hoşgörüsüz olmak hoş değil. Yine de bu herkesin her şeyini hoş görmek anlamına gelmemeli. Hoş görmesek bile barış içinde birarada yaşayabilmek için tahammül yükümlülüğünden ve sabırdan söz edebiliriz. Ancak oruç dini bir ibadettir. İftar ise onun finali. Kuşkusuz inanmayan birinin bu iftara katılması onun için manevi bir değer taşımaz. Birileri elbette buna karşı da çıkabilir. Bunu da saygı ile karşılamak gerek.”

Aylin Aslım – Sanatçı: ‘Böyle şey görmedim’

“Eyüp’te küçük bir mahallede büyüdüm. İnsanlar birbirini hep iftara davet eder. Bir kez bile davetliye ‘Oruçlu değilsen gelme’ dendiğini duymadım. Hatta Osmanlı’dan beri dernek ve kurumlarca gayrimüslimlerin temsilcilerinin de katıldığı iftar sofraları kurulur. İnsanların inancını, ibadetini kurcalayıp onları ayrıştırmak ne adaba uyar ne de ramazanın simgelediği paylaşma, beraberlik ve eşitlik vurgusuna.”

Hayri Kırbaşoğlu – Ankara Üni. İlahiyat Fak.: ‘Reyting uğruna oturmasınlar’

“Protesto anlamlı. Fakirleri iftar çadırlarına tıkıştırıp zenginleri otelde ağırlarsan, İslam’ın eşitlik anlayışına uymaz. Ramazan şatafat ve israf aracı haline geliyor. Oruç tutmayanların da ramazanda baş köşelerde endam etmeleri, dinle gönül bağı olmayan insanların bu sofralarda yer almak istemeleri tepki doğurabilir. Reklam veya reyting için iftarlara değil de sık sık varoşlara gitseler, garibanlarla sofraya otursalar tepki doğmaz. Lakin; oruç tutmayan bu sofraya gelemez, demek doğru değil.”

Kaynak: http://www.haberturk.com/polemik/haber/661089-orucsuz-iftar-tartismasi

İNTERNET SİTELERİ-HABER AJANSLARI

Oruç Kapitalizmi-Kapitalizm de Orucu Bozar!

Adilmedya, 14.8.2011, 03:27

Emek ve Adalet Platformu’nun çağrısı üzerine Lüks otellerdeki iftar protostaların ikincisi, beş yıldızlı otollerin yer aldığı Taksim Gezi Parkı çıkışında yapıldı.

Önceki iftara nazaran ekmek, çorba, su, hurma, peynir gibi daha da sade iftariyeliklerin bulunduğu yer sofrasına katılımın çok renkli olması dikkat çekti.

İftara yazarlar İhsan Eliaçık, Murat Menteş, Tuna Kremitçi, Şair İbrahim Halil Baran, Aylin Aslım, Edip Yüksel, Eren Erdem, Mehmet Yaşar Soyalan, oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan, Metin Üstündağ, Bağımsız Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Has-Parti kurucularından Zeki Kılıçaslan, Cihangir İslam, Mazlum-Der Genel Başkanı Faruk Ünsal, İstanbul Şube Başkanı Cüneyt Sarıyaşar başta olmak üzere bir çok ünlü isim katıldı.

Yazar Ece Temelkuran iftara çok gelmek istediğini ancak İngiltere’ye gittiği geçen gelemeyeceğini, “Sofra kurmak: Birbirimize iman etmek” başlıklı yazısında dile getirdi.

İftara gelenler arasında İslamcı ve sosyalist gençler, CHP kadın kollarından kadınlar, türbanlı genç kızlar, Alevi kökenli vatandaşlar, Alperen ocakları gençleri, Kürt gençleri, Afrikalı göçmenler, sokak çocukları ve bir çok İHL öğrencisi ile vatandaşların katıldığı görüldü. İftarda farklı çevrelerin buluşması renkli görüntüler oluşturdu.

Yazar İhsan Eliaçık ve Bağımsız Mellitvekili Sırrı Süreyye Önder basın mensuplarına birlikte açıklama yaptı.

İhsan Eliaçık yaptığı açıklamada şunları söyledi: “Görüyorsunuz burada her kesimden insan var. Kibir kulelerinin önünde yer sofrasında buluştular. Kim acı çekiyorsa biz onun yanındayız. Acı çeken bizden biz ondanız. Türk’ün, Kürd’ün, Alevi’nin , Sunni’nin, sağcının, solcunun acısı bizim acımızdır. Somali’nin acısı bizim acımızdır. Birleşirsek başarırız. Acı evrensel bir insani dramdır. İnsanlığımız burada belli olur. Mazluma dini ve kimliği sorulmaz. Onun için Ramazan bizlere bunları hatırlatmalı. Ramazanı donmuş bir din ritüelinden çıkarıp insanlık, eşitlik, paylaşım, aç ve yoksullarla dayanışma günlerine ve ezilenlere umut ve aşk maneviyatına çevirmemiz gerekiyor. Yaşanan sosyal adaletsizliği örtme değil ortaya çıkarma , çelişkeleri deşifre edip gözler önüne sermemiz gerekiyor. Onun için buradayız.”

Eyleme destek verenler arasında yer alan bağımsız milletvekili Sırrı Süreyya Önder:
-“Gücü ve serveti elinde bulunduranların paylaşmaya yanaşmadıklarını vurgulayarak, birlikte mutlu yaşamanın bu şekilde mümkün olamayacağını söyledi. “Nerede haksızlık ve sömürü varsa buna karşı çıkmak için biz orada oluruz” diyen Önder, adaleti ve kardeşliği sağlamanın formülünün paylaşmaktan geçtiğine işaret etti.” dedi

İftar öncesinde Emek ve Adalet Platformu adına basın açılaması okundu. (…)

Mazlum-Der Genel Başkanı Faruk Ünsal eylemde kısa bir destek konuşması yaparak insanların sömürü zulmü karşısında duyarsız kalamayacaklarını belirtti. Bu eylemlerin bir duyarlılığın ve bir itirazın yansıması olduğunu bildiren Faruk ünsal Emek ve Adalet platformuna teşekkürlerini iletti.

Zeki Kılıçaslan
yaptığı konuşmada şunları söyledi:

“Emek Ve Adalet Platformu’nun düzenlemiş olduğu bu Protesto iftarları emekçilerin, işçilerin derdi ile kurulmuştur. Kapitalist sömürüye karşı İftarlarımızla ile mesajımı iletmeye çalışıyoruz. Emek sokaklara atılmış bir halde. Sahipsiz. Biz bu sahipsizliği kırmak için burada toplanmış bulunuyoruz. Oruç günlerinde uğultusunu duyduğumuz açlığın sesini, küresel yoksulluğun senfonisi ile birleştirmek için otel önlerine yer soframızı seriyoruz. Kibir kulelerinin dibine umut sofrasını ekiyoruz.” dedi

Romancı Murat Menteş ise yaptığı açıklamada şunları kaydetti:

“Bu eylemde Ramazan’ın hakiki ruhunu görüyorum. Ramazan bir eğlence değildir. İnsana kimlik ve kişilik kazandıran bir ibadettir. Eğer gerçek Ramazan bilinci ve ruhu varsa; oraya herkes gelir. Dünyanın her tarafından gelirler; sahneden, meyhaneden, yer altından, mağaradan ve dünyanın her tarafından akın akın gelirler. Biz de bu eylemde bu ruhu gördük ve geldik.”

Pankartlarda ise şunlar vardı:” Kuruduk Kaldık”, “İnfak Et Ahiret Tehlikesi”, “Sofraya Gelince Ho Ho – İşçiye Gelince Lo Lo”, “Oruç Kapitalizmi Kapitalizm Orucu Bozar”, “Asgari Ücret 658 YTL”

Emek ve Adalet Platform’undan yapılan açıklamada ise iftarların Cumartesi günleri devam edeceği bildirildi.

Kaynak: http://www.adilmedya.com/haber.php?id=19170

‘İşçinden artırma, dişinden artır’

Etkin Haber Ajansı (ETHA), İstanbul, 13 Ağustos 2011 Cumartesi, 20:26

‘Protest iftar’ sofrası kuran Emek ve Adalet Platformu, patronlara “işçinden artırma, dişinden arttır” diye seslendi.

Emek ve Adalet Platformu, Taksim’de Ceylan Intercontinental, Divan Otel ve Hyatt Regency arasındaki Gezi Parkı çıkışında ‘Protest iftar’ sofrası kurdu. “Açlıkta eşitlendiğimiz oruç günlerini, tokluk günlerimizi de kapsayacak şekilde genişletiyoruz. ‘Tüketirken israf etme’ demekle yetinmiyoruz, ‘üretirken de paylaş’ diyoruz” diyerek biraraya gelen Emek ve Adalet Platformu üyeleri, işverenlere “işçinden artırma, dişinden arttır” diye seslendi.

BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, yazar Murat Menteş, bazı karikatürist ve sanatçıların da katıldığı iftarda Emek ve Adalet Platformu adına bir açıklama yapıldı. Açıklamada, “Lüks israf sofraları, emeklerimizden arta kalanlarla kurulur” ifadeleriyle verildi.

Eylemin amacı ise şu ifadelerle anlatıldı: “Oruç günlerinde uğultusunu duyduğumuz açlığın sesini, küresel yoksulluğun senfonisi ile birleştirmek için otel önlerine yer soframızı seriyoruz. Kibir kulelerinin dibine umut sofrasını ekiyoruz.”

‘İsraf’ın anlamını kavramamış olanların ise ‘fitremi, zekatımı veriyorum, o halde istediğim lükse yönelebilirim’ demeye devam edecekleri belirtilen açıklamada, şu sorular yöneltildi: “Asgari ücretin 658 lira olduğu bir ülkede, bu paranın üçte birini bir gecede iki kişilik bir iftar sofrasında harcamak reva mıdır? Yanında çalışan bir işçinin iftara ayırabildiği para ile iftar etmen gerekmez mi? Somali’de son 3 ayda 5 yaşından küçük 29 bin çocuk açlıktan ölmüşken orada kim bilir hangi dertlere şifa olabilecek miktarda parayı bir saatte yemek hak mıdır?”

İsrafta bulunan kişilerin patronlar ‘lüks iftar’ın hesabını ödeyenlerin de işçiler, işçinin gasp edilmiş hakkı olduğu belirtilen açıklamada, patronlara “Asgari ücretle işçi çalıştırmak, sigortasız işçi çalıştırmak, işçinin sigortasını maaşından az yatırmak, işçisini hor görmek, hak aramalarına, sendikalaşmalarına engel olmak Allah katında makbul müdür?” diy seslenildi. Açıklamada, patronlara “İşçine karşı büyüklenme! O parayı lüks iftara vereceğine işçine ver! Üretirken eli sıkı olma, bölüş, paylaş” denildi.

Kaynak: http://etha.com.tr/Haber/2011/08/13/guncel/iscinden-artirma-disinden-artir/

Kapitalizme İftar Topu

on5yirmi5.com, 14 Ağustos 2011, 01:51

Emek ve Adalet Platformu’nun lüks iftarları protesto eylemi birçok kesimi buluşturdu.

Emek ve Adalet Platformu tarafından Taksim’de düzenlenen lüks iftar yemeklerini protesto eylemi renkli görüntülere sahne oldu. Bağımsız Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Mazlumder Başkanı Ahmet Faruk Ünsal, Yazar Murat Menteş, Sinemacı Ahmet Mümtaz Taylan, Yazar İhsan Eliaçık ve daha birçok ünlü ismin birlikte yer sofrasında iftar açtığı eyleme çok sayıda vatandaş da destek verdi.

Sponsorsuz İftar

Emek ve Adalet Platformu’nun düzenlediği eylem “sponsorsuz iftar daveti” olarak tanımlanıyor. Eylemciler kendi evlerinde hazırladıkları yemekleri getirerek eyleme katılan diğer insanlarla paylaşıyorlar. Fazlasıyla mütevazi iftar menüsü; bir dilim ekmek, birkaç zeytinle hurma ve bir tas çorbadan oluşuyor. Ezan okunmadan önce eylemi görüntüleyen basın mensuplarına ellerindeki protesto pankartlarını ve dövizlerini gösteren eylemciler, iftar sonrasında en iyi doydukları iftar yemeğinin bu olduğunu ifade ediyorlar. Eylemcilerin ellerindeki pankartlarda; “Orucunu Kapitalizmle bozma”, “İftar menü: 316 TL, asgari ücret: 658 TL”, “İsraf Değil İnsaf”, “1 Milyar İnsan Hangi Suçundan Dolayı Aç”, “İstanbul İçin Utanç Vakti” yazılı mesajlar dikkat çekiyor.

“Amacımız Sosyal Adaletsizliği Gözler Önüne Sermek”

Yer sofrasında yenilen mütevazı iftar yemeğinin ardından on5yirmi5’in sorularını yanıtlayan Yazar İhsan Eliaçık, dünya insanlığının açlığın pençesinde kıvrandığı bir dönemde, zengin ve varlıklı bir azınlığın lüks ve ihtişam içinde iftar davetleri vermesinin kabul edilemez olduğunu belirterek, insanlığın huzur ve mutluluğu için paylaşmanın ve sosyal adaletin gerekliliğini herkese göstermek amacıyla eyleme destek verdiklerini vurguladı. Eliaçık, lüks otellerde 300 TL gibi ücretlerle yenilen bir iftar yemeği için asgari ücretle çalışan bir vatandaşın 10 günden fazla çalışması gerektiğini belirterek, bunun Ramazan ayının manevi anlamına taban tabana zıt olduğunun altını çizdi.

“Kardeşlik ve Dayanışma için Buradayız”

Eyleme destek verenler arasında yer alan bağımsız milletvekili Sırrı Süreyya Önder, gücü ve serveti elinde bulunduranların paylaşmaya yanaşmadıklarını vurgulayarak, birlikte mutlu yaşamanın bu şekilde mümkün olamayacağını söyledi. “Nerede haksızlık ve sömürü varsa buna karşı çıkmak için biz orada oluruz” diyen Önder, adaleti ve kardeşliği sağlamanın formülünün paylaşmaktan geçtiğine işaret etti.

“O Ruh Varsa Her Yerden Gelirler”

Eyleme katılan ve on5yirmi5’in sorularını yanıtlayan Murat Menteş de; “Bu eylemde Ramazan’ın hakiki ruhunu görüyorum. Ramazan bir eğlence değildir. İnsana kimlik ve kişilik kazandıran bir ibadettir. Eğer gerçek Ramazan bilinci ve ruhu varsa; oraya herkes gelir. Dünyanın her tarafından gelirler; sahneden, meyhaneden, yer altından, mağaradan ve dünyanın her tarafından akın akın gelirler. Biz de bu eylemde bu ruhu gördük ve geldik.” şeklinde konuştu.

Eylemciler, iftar yemeğinin ardından gelecek hafta başka bir lüks otel önünde buluşmak için sözleşerek ayrıldılar.

Kaynak: http://www.on5yirmi5.com/genc/haber.55151/kapitalizme-iftar-topu.html

Lüks iftarlar protesto edildi

Deniz Ayas, İhlas Haber Ajansı (İHA), İSTANBUL, 13.08.2011 22:08:01

Emek ve Adalet Platformu, dünyadaki açlık ve yoksulluğa dikkat çekmek, lüks otellerde kurulan iftar sofralarını protesto etmek için, Taksim Gezi Parkı’nda mütevazı bir iftar sofrası kurdu.

Taksim Gezi Parkı’nda iftar sofrası kuran platform üyeleri, yanlarındaki getirdikleri mütevazı yemeklerle iftar yaptı. Grup adına basın mensuplarının sorularını yanıtlayan İlahiyatçı-Yazar İhsan Eliaçık, “Bizim şuana kadar gördüğümüz, Türkiye’de zengin insanlar otellerde iftar yapıyor. Özellikle Ramazan ayında şaşaanın, gösterişin son bulması lazım. Biz buna itiraz ediyoruz. Bu nedenle lüks iftar sofralarının kurulduğu bu otelin önünde, katılımcıların yanlarında getirdikleri iftariyelerle kendi sofralarımızı kuruyoruz. Ramazan ayı boyunca her cumartesi günü başka bir yerde iftar sofralarımızı kuracağız” dedi. Karikatürist Metin Üstündağ da, platform üyelerine destek verenler arasında yer aldı.

Kaynak: http://www.iha.com.tr/haber/detay.aspx?nid=188417&cid=0

Lüks İftar Protestosu: “Oruç Kapitalizmi, Kapitalizm Orucu Bozar”

Mehmet Atakan FOÇA, İstanbul – BİA Haber Merkezi, 14 Ağustos 2011, Pazar

Emek ve Adalet Platformu’nun çağrısıyla aralarında yazar, oyuncu, ilahiyatçıların da bulunduğu grup dün akşam (13 Ağustos) lüks otellerdeki pahalı iftar sofralarına karşı, otel önüne serdikleri yer sofralarında iftar açtı.

Karikatürist Metin Üstündağ, yazar Tuna Kiremitçi, Murat Menteş, Samed Karagöz, Kemal Egemen İpek, oyuncu Ahmet Mümtaz Taylan, Hatice Meryem, şarkıcı Aylin Aslım, Barış ve Demokrasi Partisi (BDP) İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder de iftara destek için Taksim Gezi Parkı’ndaydı.

İftarda “Dikkat! Ahiret tehlikesi”, “Asgari ücret 658 TL”, “Ağzınızın tadını bozmaya geldik”, “İsraf değil, insaf”, “Oruç kapitalizmi, kapitalizm orucu bozar”, “Sofraya gelince hoho, işçiye gelince lolo”, “İşçinden değil, dişinden arttır” dövizleri vardı.

Türkiye’de kağıt toplayarak yaşayan göçmenlerin, sokaklarda yaşayan çocukların, oruçluların, oruçsuzların, inananların, inanmayanların bir arada, yer sofrasına çöktüğü iftarda basın açıklaması yapan Emek ve Adalet Platformu bir kez daha şu soruyu sordu:  “Asgari ücretin 658 lira olduğu bir ülkede, bu paranın üçte birini bir gecede iki kişilik bir iftar sofrasına harcamak reva mıdır ?”

Açıklamada tüketirken israf etmemenin önemine değinilirken, ”Somali’de çocuklar açlıktan ölürken, onları kurtaracak paraların lüks iftar sofralarına heba edilmesinin ahlaksızlık” olduğu vurgulandı.

Zenginlerin oturdukları sofralarda kul hakkı yediğini belirten Platform açıklamasını “İşçine karşı büyüklenme! O parayı lüks iftara vereceğine işçine ver! Üretirken eli sıkı olma, bölüş, paylaş! İşçinden değil, dişinden artır!” şeklinde sonlandırdı.

Dinde zihniyet devrimi

İftar sonrası basın mensuplarına açıklama yapan ilahiyatçı-yazar İhsan Eliaçık, yer sofralarının hiçbir finansörü olmadığını, herkesin evinden getirdiğini burada paylaştığını, kendilerinin dünya mazlumlarının acısını bölüşmek anlamına gelen Ramazan ayında, Somalili yoksulların, Alevilerin, Sünnilerin, Kürtlerin acısını paylaşmak derdinde olduklarını ifade etti. “Acı çeken her kim varsa” onların yanında olduklarını söyledi.

İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder ise bir gazetecinin “gelmeniz çok ilginç” demesi üzerine “Doğrunun ilginci olur mu? İnsanların algısını o kadar tahrip ettiler ki doğru bir şey yapınca ilginç bir şey yapmışsın gibi oluyor” dedi.

Önder, biriktirmenin büyük sıkıntılardan biri olduğunu belirtirken, bunun yalnızca servet biriktirmek olmadığını, gücü biriktirmenin, büyütmenin de bu şekilde değerlendirilmesi gerektiğini savundu. Önder, yeni yüzyılın şiarının her şeyi paylaştırmak, bölüştürmek olacağını belirtti. (MAF/NV)

Kaynak: http://www.bianet.org/bianet/toplum/132107-oruc-kapitalizmi-kapitalizm-orucu-bozar

Taksim’de ‘Protest IFTAR’

DİHA, İstanbul, 14 Ağustos 2011

Emek ve Adalet Platform üyeleri, Taksim Gezi Parkı’nda lüks otellerde yapılan lüks iftarları “Protest IFTAR” adı altında düzenledikleri eylemle protesto etti. Protesto eylemine, Karikatürist Metin Üstündağ, BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder, Yazar Tuna Kiremitçi ve Murat Menteş de katıldı. İftarın yapılacağı yerde, “İsyanbul için iftar vakti” , “Ağzınızın tadını bozmaya geldik”, “Oruç Kapitalizmi, kapitalizm orucu bozar”, “Otelde değil, önünde iftar” ve “İnsanlığa açız” şekline dövizler yer aldı.

İftar öncesi açıklama Emek ve Adalet Platformu adına açıklama yapan Abdullah Bal, lüks iftar sofralarının nasıl kurulduğunu herkesin bildiğini söyleyerek, lüks sofraların her zaman işçilerin emeklerinden arta kalanlarla kurulduğunu belirtti. Bal, askeri ücrete dikkat çekerek, “Böyle bir ülkede asgari ücretin 3’te birini bir gecede iki kişilik bir iftar sofrasında harcamak reva mıdır?” diye sordu. “Somali’ye acıyoruz. Peki ne kadar anlıyoruz? Açlık oruç bize Somali’yi hissettirmiyorsa ne değeri var?” diyerek sözlerini sürdüren Bal şöyle devam etti: “Bu sebeple burada yer sofralarında sembolize ettiğimiz şey; ezilen, sömürülen, yok sayılan, iftar çadırlarına gönderilip uzaklaştırılan fakirliği unutturmamaktadır” dedi.

Ezan okunduktan sonra yer sofrasında iftarlarını açan yurttaşlar ardından dağıldı.

Kaynak: http://www.yuksekovahaber.com/haber/taksimde-protest-iftar-56826.htm

MÜSİAD’DAN OTEL İFTARI KARŞITLARINA TEPKİ

Haber7, 17 Ağustos 2011, 02:30

Müstakil Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Ömer Cihad Vardan, dernek ve sivil toplum örgütlerinin 5 yıldızlı otellerde verdiği iftar yemeklerine karşı çıkanlara tepki gösterdi.

Vardan, “Biz, dernek olarak ne gösterişe ne de israfa ihtiyaç duyuyoruz. Otellerdeverdiğimiz iftarlar yardımlarımızı, hayır ve hasenatlarımızı hiçbir şekilde etkilemez.”dedi.

MÜSİAD Genel Merkezi, İstanbul’da üyeleri onuruna iftar verdi. Genel Başkan Ömer Cihad Vardan’ın evsahipliği yaptığı programa, çok sayıda işadamı katıldı. Kur’an-ı Kerim ve ilahiler ile başlayan iftarda konuşan Vardan, MÜSİAD üyeleri ile bir araya gelmekten duyduğu mutluluğu belirtti. Ramazan coşkusunun artarak devam etmesi temennisinde bulundu.

Derneklerin ve sivil toplum örgütlerinin iftar programlarına karşı çıkan çevrelere de göndermede bulunan Vardan, “Ramazan ayının ana gündemini bir şekilde otellerde iftar verip vermemenin doğruluğu aldı. Bu işleri yapan kurum ve kişiler suçlu addedilir hale geldi, pek çoğu iftar programlarını iptal etmek durumunda kaldı. İnsanların bir araya geldiği, Ramazan’ın ülkemizde doyasıya tadıldığı, insanların sofrada bulunmaktan haz duyduğu bir geleneğin yaşatılmasında ne zarar var.” diye dert yandı.

Kültür olarak har vurup harman savurmaya karşı olduklarını belirten Vardan, yardımlaşma ve paylaşma duygusunun önemini de iyi bildiklerini ifade etti. Cihad Vardan, “Ne yazık ki kimi çevreler tarafından iftar yemekleri verilmesi mekana bağlı tuhaf bir şeymiş gibi lanse ediliyor. Biz, MÜSİAD olarak ne israfa ne de gösterişe ihtiyaç duyuyoruz. Bir şey kanıtlamak durumunda da değiliz. Bizim otellerde verdiğimiz iftarlar hiçbir şekilde yardımlarımızı, hayır ve hasenatlarımızı etkilemez.” ifadelerini kullandı.

İftar yemeklerine devam edeceklerini aktaran MÜSİAD Başkanı, üyelerinin de bu tür programlar yapmalarında sakınca olmadığının altını çizdi.

Afrika’da on binlerce insanın açlıkla boğuştuğunu anlatan Ömer Cihad Vardan,“Bu insanlık dramının ardından ülkemizde bir hassasiyet oluştu, toplanan yardımlar 100 milyonları aştı. Üyelerimizin önemli bir bölümünün yardım kampanyaları ile ilgilendiğini biliyorum. Biz de SMS kampanyamız ile evimizden, iş yerimizden mesaj gönderilip Somali’ye yardım edilmesine imkan tanıdık. Tabii çalışmalarımız bunlarla da kalmıyor. Ayni yardımlarımız var, Diyanet Vakfı’na önemli oranda bağış yaptık. Özetle Afrika’da görülen açlığa karşı genel merkezimizin de şubelerimizin de çalışmaları sürüyor.”dedi.

Vardan, yardımlar ile iftarların bir birine karıştırılmasından yakındı, iki faaliyetin de devam edeceğini vurguladı.

Kaynak: http://www.haber7.com/haber/20110817/MUSIADdan-otel-iftari-karsitlarina-tepki.php

SÖYLEŞİLER

MAZLUMUN DİNİ SORULMAZ

Elif Tükölmez, Radikal, 19 Ağustos 2011

Lüks iftar protestoları tartışılırken, yazar Yavuz Delal çerçeveyi genişletmekten yana. Kürt sorununa ve savaşa karşı tavır almadan iktidar sorgulanabilir mi?

Yavuz Delal, Rewşen ve Beroj da makaleler kaleme alıyor. Hz. Musa ve Ezilen Halkın Ulusal Mücadelesi, Siyer-i Nebi ve Kürtler, İnanan Bir Toplum İçin Hz. Musa Örneği gibi kitapları mevcut.

Lüks otel iftarları protestosuna hiç ummadık yerlerden destek atan da, pilavı kaşıklar dediklerimizden eleştirenler de oldu. Etraf, aslında bir ibadet olan iftarın asıl amacını aştığını söyleyenlerle, solun İslamcılarla yakınlaşmasını zinhar kabul etmeyenlerle, her ‘ılık bir protestom var’ diyene elinde muhalif tuzluklarla koşanlarla doldu. Rewşen.com’dan Adnan Fırat ise geçen hafta yazdığı makalede olaya başka bir açıdan baktı ve “Emek ve Adalet Platformu’nun son zamanlarda popülerleştirdiği sosyalislam hareketi, bu ülkede Kürtlere uygulanan tasalluta gönderme yapmıyor, iktidarın ekonomik boyutuna yönelttiği itirazlarının aynısını ve aynı tonda onun milliyetçi ve sömürgeci boyutuna yapmıyor” diye yazdı. VeEmek ve Adalet Platformu’nun eksik bıraktığı, daha doğrusuTürkiye’de hiç kimsenin yapmayı başaramadığı bir şeyi yapan ve yapmaya devam eden bir isimden Yavuz Delal’den söz etti. Muhafazakar ve dindar söylem üzerinden üretilen milliyetçi-sömürgeci söyleme yine bizzat Kuran’ı refere ederek karşı çıkan Delal’le, ‘lüks iftar protestoları’nı başka bir açıdan konuştuk.

Lüks otel iftarları protestosu kamuoyunda çok ses getirdi. Mazlumun bu kadar görünür hale geldiği bir anda Kürt halkından söz edilmemesi bir imkanı harcamak olarak ele alındı. Sizce de eksik kalan bir şeyler var mı hakikaten bu protestoda?
Emek ve Adalet Platformu’nun sadece son zamanlardaki pratikleri değil, genel duruşu Kürt sorununa yabanidir, ilkeldir. Aslında şunu baştan belirtmek lazım. Ortada iki farklı durum var. Bir yerde İslami referanslarla zenginlik sorgulaması, diğer tarafta aynı referanslarla ‘Kürt sorunu’ sorgulaması yapılıyor. Yani aynı referanslarla farklı şeyleri sorguluyoruz. Bu yüzden evet, büyük bir eksiklik vardır.

Emek ve Adalet Platformu son protestoda Kürtlerin de adını andı gerçi…
Bakın, bu ülkede yoksulluk siyasallaşmamış bir sorundur. Kim olursanız olun, yoksulun hakkından söz ettiniz diye başınıza bir şey gelmez. Ama Kürt sorunu öyle değildir. Ülkenin en önemli siyasal sorunudur. Tutanın avcunu yakar. O yüzden herkesin müdahil olmak istemediği, sözünü sakındığı bir sorundur bu. İslami camianın siyasallaşmamış olaylarda çok rahat hareket ettiğini görürsünüz. Ama siyasallamış sorunlarla ilgilenmezler. Bana göre fakirlikle Kürt sorunu mukayese edilemez. Zaten üç beş kişi hariç herkes fakir değil mi bu ülkede? Fakirse Kürt de fakir, Türk de fakir. Bu öyle ‘zararsız’ bir sorun ki farkındaysanız herkes destek veriyor. Gerçekten din temelli ya da gerçekten politik temelli bir eylem olsa orada bulunanların çoğunun bu eyleme destek vereceğini sanmıyorum ben. Abdestli kapitalist dedikleri mesela TVNet ya da abdestsiz kapitalist dediklerinden Habertürk, SKYTürk mesela neden bu insanlara kapılarını açıyor? Bunlar en nihayetinde koca koca binaları olan, ulusal televizyonlar. Onlar neden bu işi görünür kıldı? Bunu bir düşünmek lazım. Yani en nihayetinde abdestli olsun, abdestsiz olsun bu işi kapitalistler görünür kıldı. Kapitalizme karşı çıkıp, kapitalizmden beslenmek absürt değil midir? Ben bunu sadece Emek ve Adalet Platformu’na yönelik bir eleştiri olarak söylemiyorum. Asıl söylemek istediğim şu: Kimse bundan rahatsız olmuyor. En ciddi, en keskin suçlamaları da yapsan bu insanlar “Gel benim koltuğumdan bana küfret” diyebiliyor.

Neden buna izin veriyorlar sizce?
Belki rant sağlıyor, belki vicdan temizliyor. Bilemiyorum. Sadece kimsenin yarın endişe içine girmesini sağlayacak bir konu değil bu. İhsan Hoca’nın söylemiyle ilgilendiği için hiçbir holding patronu fişlenmez. ‘Bölücü’ yaftasını yemez. Zaten böyle bir protestoya Kürt halkının hakları meselesini katsanız ne oraya gelen olur, ne televizyonunda konuşturan olur. Zaten eylemi de polis basar.

İslami söyleme baktığımızda, bu ülkedeki Müslümanların Kürt sorununu bir ‘zalim/mazlum’ çatışması ekseninde ele alması gerektiğini düşünüyor insan. Ama bu ülkede Kürt sorununa en mesafeli duran kesim de yine İslami kesim. Tersine seküler taban daha çok sahip çıkıyor. Neden böyle sizce?
Aslında bu son 50 yılda bu hale geldi. Çünkü ‘Kürt sorunu’nun İslami söylemle okunması Türkiye Müslümanları üzerinde olmasa bile Kürdistan Müslümanları üzerinde ciddi etkili. Tarihte ilk Kürt hareketini Şeyh Sait başlatmıştır. Şeyh Sait bir Nakşibendi şeyhidir ve esas kimliği Müslüman kimliğidir. Bir Müslüman, bir Kürt olarak baş kaldırmıştır. Dersim isyanına kadar devlet her baş kaldıranın başını kesiyor. Ciddi bir sindirme söz konusu. 38’den sonra İslami camianın Kürt sorunu konusunda sindirildiğini görüyoruz. 68’de sol hareket kuvvetlendi ve ‘Kürt sorunu’na da el attı. Ama yine Kürt solu tabii. Türkler yine mesafeli kaldı. Ben bu bahsettiğiniz mazlum/zalim çatışmasını ilk kez Körfez krizi sırasında gördüm. 90’ların başıydı. 500 bine yakın göçmen Türkiyesınırlarına dayandı. O aşamada içinde bulunduğum grupla bu konuyu konuşuyordum. Onlar da bunların hangi amaçla burada olduklarını bilmediklerini söylediler. Kısaca “Ellerinde tevhid bayrağı yok, neden yardım edelim?” demeye getirdiler. Halbuki mazlumun dini sorulmaz. Biz o zaman Türkiye İslami camiasıyla, Kürdistan İslami camiası ayrıldık. Mazlumun yanında olmayan insan Müslüman olamaz. Bugün Kürt toplumu İslamcı anlayışa güvenmiyor. Korkuyor. Bunu nasıl başardınız? Rahmetten bahsediyordunuz halbuki. Bugün Kürtler nedenTürkiye Cumhuriyeti’nin zalim olduğunu düşünüyor? Neden korkuyor?

Başbakan’ın ‘operasyon için Ramazan’ın bitmesini bekliyoruz’ açıklaması için ne diyeceksiniz?
Daha vahimi şu: Ben bu açıklamadan sonra İslami camianın da Türk halkının büyük çoğunluğunun da bir ‘oh’ çekmiş olduğunu düşünüyorum. Bu çok üzücüdür. Ramazanı da anlamamış olmaktır. Keşke bu söylem Başbakan düzeyinde, politikacı düzeyinde kalsa. Sistem dersin, şudur budur dersin geçersin. Ama halkın bu savaş dilini alkışlaması sorunun çözümü için büyük bir umutsuzluk yaratıyor. Bu ülkede yıllardır insanlar ölüyor. Müslümanlar bu savaşın karşısında durduklarını belli etmek için bugüne kadar ne yapmışlardır? Bir gün bu savaş bitsin diye eylem mi yapmışlar, bu vahim sorunla ilgili ne tür çalışmalar yapmışlar? Makale mi yazmışlar, kitap mı basmışlar? Savaş bitsin diye ne yapmışlar? Hiçbir şey.

Bu ülkede Müslüman bir çoğunluk var. Onlar ses çıkarsalar barışa giden yolda önemli bir adım atılmış olur mu sizce? Mesela AKP’ye oy veren kesim, oy verme şartı olarak ‘barış’ istese…
Bu insanlar mazlumla zalim arasında üçüncü bir aktör olabilseler ben barışın geleceğine inanıyorum. Bakın, bu sorunun iki tarafı var. Biri T.C. diğeri PKK. Ne T.C. bütün Türkleri ne de PKK bütün Kürtleri temsil ediyor. Ama sorunun temsilcileri onlar. Bir de halklar var. Savaş istemeyen halklar… Bu halklar meseleyi PKK ile T.C.’nin çözeceği bir şey olarak görmekten vazgeçip sorumluluk alırlarsa çözüme yaklaşılır. Ve İslami camia çözümle ilgili girişimlerde bulunursa, özgün yapısıyla üçüncü bir aktör olmayı kabul ederse, irade ortaya koyarsa çözüme yaklaşılır. Üçüncü aktör dediğim soğukkanlılıkla hareket eder, mazlumun hukukunu korur. Zalime de başına ne gelecek olursa olsun “Sen zalimsin” diye haykırır. Bizim zalime zalimsin diyecek üçüncü aktörlere ihtiyacımız var.

Kaynak: http://www.radikal.com.tr/Radikal.aspx?aType=RadikalEklerDetayV3&Date=&ArticleID=1060490&CategoryID=82

3 Responses

  1. sabri ünal dedi ki:

    ilk iftar eylemi için yazılmış bir yazı; arşive eklenebilir….

    http://www.stargazete.com/yazar/ibrahim-kiras/iftar-isini-biraz-abarttik-mi-haber-373018.htm

    teşekkürler.

  2. veli emektar dedi ki:

    birsosyalist olarak ordaydım .farklı inançlardan yüzlerce gençin,sömüye,zulme karşı kararlı bir o kadarda,alçak gönüllü vakur duruşu beni gelek için çok umutlandırdı.Bu çabaya fikir ve emek verenlere selam .devamında bende bulunmakistiyorum

  3. Pekgüzel dedi ki:

    Bugün Kapitalizm insanlara tüketim çılgınlığını pompalamaktadır.Tükettikçe bireysin,farklısın gibi söylemlerle insanlığı kandırmaktadır.Eskiden kişiler evlenmeden önce şöyle bir söylev kullanırlardı.iki oda bakla sofa ev olsun yeter. Bu gün ise siteler, villalar,köşkler yetmemektedir. Bu zihniyet ve israf iftar sofralarında kendini gösteriyor.Onurlu mücadelenizi destekliyorum.Farklılıkları inşallah bu yer sofraları birleştirir ve toplumun çimentoso olması dileğiyle

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir