Direnen Ülker İşçileri: Murat Topal

Murat Topal:

1976 yılında, Yozgat’a bağlı Çekerek ilçesinin Bazlamaç kasabasında doğdum. 1995’te liseyi bitirdim. 1996’da askere gittim, 1998’de evlendim. 1999-2001 arası havaalanında çalıştıktan sonra 2002’de Ülker’de işe başladım. İlk fabrika hayatını, sendikayı burada gördük. Sendikanın işçinin sosyal imkânları sağlaması için kurulan, ücretini işçinin verdiği bir örgüt olduğunu öğrendik.

2004’te burada bir toplu çıkış oldu. 900’e yakın arkadaşımız çıkarıldı. Ben o zaman iki yıllık sözleşmeliydim. Arkadaşlarımız çıkarıldığında hiç bir tepki gösteremedik. Niye çıktı, nasıl oldu, sendika ne yaptı anlayamadık. Sonradan öğrendik ki sendika bunları oyuna getirmiş, patronlarla işbirliği yapmış. İşten çıkan arkadaşların zaten çoğunluğu okuryazar olmayan, sendikanın akraba taraftarı bir aile şirketi olarak sendikaya daha yakın kişilerdi. Önce referans tarafından güven sağlanmış. Bir ay dışarda kaldıktan sonra ufak tefek eylemler yapmışlar. Sendika bunları oyalamış. Bir ay sonra arkadaşlar maddi sıkıntı, hastası olanların sigortasızlık korkusu gibi nedenlerle tekrar iş başı yapmaya karar veriyorlar. Ücretleri 800 lira civarındayken 350 liraya tekrar iş başına zorlanıyorlar. Zorlanıyorlar derken işveren vekili, insan kaynakları müdürü işçileri bu paraya işbaşı yapmak isteyen var mı diye tek tek çağırıyor. Biliyor ki hepsi köyden gelmiş, gurbette kiracı. Dışarıda kalsalar bunların iş bulamayacağını, buraya geri döneceklerini tahmin ederek tek tek görüşüyorlar. Verilen hakları ellerinden alıp 800 lira maaşları 350 liraya düşürülerek işe geri alınıyorlar. Sekiz, on, yirmi sene çalışan işçiler bunlar. Tahsili olmayan ama içeride bir mühendisin yapamayacağı işleri yapabilen arkadaşlardı. Çekirdekten yetiştikleri için makinelerin her parçasını arızasına kadar biliyorlardı. Ona rağmen arkadaşlar kandırıldı. İşsizlik korkusu, bilinçsizlik, yasal bilgilendirme olmaması gibi nedenlerle tekrar işbaşı yapmak zorunda kaldılar. Sendika o zaman da aynıymış. İşçiyle işveren arasında ajanlık rolü gören, yasal bir bilgilendirme yapmayan, haklara dair bilgi vermeyen bir yapı. İşçi işten çıkarılınca ne yapacağını bilmiyor. Sendika da anlatmıyor.

Onlar da kaybetti biz de

O zaman biz bir tepki gösteremedik. Biz iki yıllıktık. İşçi ne yapması gerekir bize gösterilmiyor. Dayanışma yok, birlik yok. Arkadaşlar kapının önünde direnirken servisler içeriden hareket ediyor, gelişte de içeri bırakılıyordu. O zaman biz de yeni olduğumuz için bir muhabbetimiz yoktu. Sadece aynı makinede çalışmışız ama onlara nasıl ulaşacağız bilmiyoruz. Bize hiçbir bilgi verilmedi. Arkadaşlar bir ay sonra işbaşı yapmaya başladılar. O bir ay boyunca biz içeride üretim yapamadık. Arkadaşlar iki ay sabretselerdi dışarıda eski ücretlerini alırlardı. Biz de faydalanırdık o işten. Onlar da kaybetti biz de. Onlar işbaşı yapınca üretim yine devam etti. Piyasaya mal verilmeye başlandı. Ondan sonra hiçbir gelişme olmadı.

“İşine gelirse çalış burası Ülker”

Sendika iki yılda bir sözleşme yapıyor, bizim hiç bir haberimiz olmuyor. Sadece birinci ve dördüncü aylarda otellere gidiliyor, yemekler yeniliyor. Bize geliyorlar “Yüzde altmışla gittik, elliye düştük, kırka düştük” diyorlar. Aldıkları ise hep yüzde altı, yüzde sekiz. Ama bu sene sendika yüzde yirmiyle gitti yüzde on altı aldı. Bildiğim kadarıyla kırk yılın en fazla zammını bu yıl almışlar.

Şu an işe yeni giren bir arkadaşla, yirmi senedir çalışan arkadaşlar birbirine çok yakın ücretler alır. Ben on iki yıldır çalışıyorum benimle yeni işe giren arasında saat ücretinde beş yüz kuruş oynar. Ben ayda bin TL alıyorsam, o dokuz yüz elli, dokuz yüz otuz alır. En iyi alan bin lira alır. Hatta biz şunu gördük. Aile yardımı olmayan bekârlarda şöyle bir durum oluyor: Onuncu aydan sonra matrah arttığı için işçiden alınan vergi de artar. Bizde bir yevmiye de sendikaya gittiği için bu artan vergiden sonra kalan ücretin o aylarda asgari ücretin de altına düştüğünü gördük. Toplamda elimize geçen biraz daha fazla tabii. Aylık yaklaşık 90 saat fazla mesai yaparız. Yıllık 1.200 saate yaklaşır. Bu fazla mesai parasını, yakacak parasını ve ikramiyeyi eklediğin zaman maaşa, ortalama 1.700’e filan gelir. Bunu da tabii çok sonraları öğrendik ama yasal olarak fazla mesaide 270 saatin üzerine çıkılamadığını öğrendik. Ki bu 270 saat de ancak işçinin onayı alınarak yapılabilir. Oysa bizde hiç bir şey sorulmaz, haftalık liste asılır. Listede çalışma yerin, hangi makinede, hangi vardiyada çalışacaksın bunlar yazar. Yani bizde fazla mesai zorunludur. Sorma yok, kesinlikle sorma yok, çalışacaksın. Bir hafta boyunca şu makinede on ikişer saat iki vardiya sisteminde çalışacaksın. O makinede arıza olduğu için program eksildiyse pazar günü de çalışacaksın. Gelmezsen mobbing uygulanıyor, ihtar yazılıyor. Bunlara biz tepki gösterdiğimiz zaman sendikacı tarafından tehdit ediliyoruz. “İşine gelirse çalış burası Ülker” deniyor. Gıda firmaları arasında en iyi maaşı biz alıyormuşuz “Sabret, şükret, bunu bulamayanlar var” diyorlar. Bizi sürekli oyalamışlar.

DSC09790

Namazda aynı saftaysak rızıkta niye aynı safta değiliz?

Neticede ben Ülker’e girdiğimde belki üç beş tane fabrikası olan Ülker’in şu an yetmiş küsur fabrikası var. Beş altı ay önce Godiva’yı, bir ay önce bir İngiliz markasını aldı. Alsın Allah daha çok versin ama kendin için istediğini işçin için istemedikçe gerçek iman etmiş sayılmazsın. Müslümanlığın öyle olmayacağını düşünüyoruz. Müslümanlık nedir? Paylaşmaktır. Nasıl İslam’ın şartlarından hac bir farzdır. Hacca gittiğimiz zaman işçisi kralı cumhurbaşkanı aynı elbiseyi girip aynı safta secde ediyorsa, rızıkta da niye aynı safta değiliz? Bunları içeride de hep arkadaşlarla tartışıyoruz. Yaşadığımız sağlık sorunlarını tartışıyoruz. İşlerin çok serileştiğini tartışıyoruz. Ama işverene ve sendikaya bunları ilettiğimiz zaman bunların hiçbirisine bir çare üretilmiyor. Senelerce gördük ki “Böyle gelmiş böyle gider. Bir iki kişi düzeltemezsiniz, yapamazsınız” diyerek bizi hep oyalamışlar.

Ülker’i bu dereceye getirdiysek bu büyümede bizim de işçi olarak büyük bir rolümüz var

En son bıçak kemiğe dayandı. Anayasal hakkımız olan ikinci sendikayla bir görüşelim, sendikal hakkımız nedir öğrenelim dedik. İçerdeki Öz-Gıda-İş sendikacılık mı yapıyor, işçiyle işveren arasında ajanlık mı yapıyor belli değil. Çünkü sürekli çalışıyoruz, ama ailemize çocuğumuza vakit ayıramadığımız gibi maddi yönden de hep sıkıntı yaşıyoruz. Az çalışırsın az alırsın ama evine zaman ayırırsın. Biz çok çalışıyoruz, fabrikada yatıp kalkıyoruz ama bir bakıyoruz para da kazanamamışız. Sağlık sorunları başlayınca dedik artık bu sistemi değiştirmemiz lazım. Ülker’i bu dereceye getirdiysek, Ülker’in büyümesinde bizim işçi emekçi olarak büyük bir rolümüz var. Birleşerek örgütlenerek hakkımızı aramamız, artık bu işe bir dur dememiz lazım. Arkadaşlarla birleştik. Bin kişiden bize destek veren yüz elli kişi oldu. İçerisi öyle ki bin kişiden yüz elli kişiyi bile zor topladık. Niye? Çünkü bir akraba topluluğu var. Sendikanın başındaki şube başkanından tut en aşağısına kadar bir akraba topluluğu, bir referans sistemi var. Üç kişi bir araya gelip sendika hakkında, işyeri hakkında bir muhabbet edemiyorsun. Edersen tehdit alıyorsun; ya yerin değiştiriliyor ya başka fabrikaya gönderiliyorsun; birliği beraberliği sağlatmıyorlar. Örgütlenmeyi engellemek için ellerinden gelen her şeyi deniyorlar.

“Tamam, hallederiz” diyorlar ama bir şey değişmiyor

Neticede biz DİSK’le görüşmeye başladık. Amire karşı nasıl davranılır, fazla mesai karşısında hakkımız nedir, işveren vekillilerinin fazla mesaiyi işçiye sorarak yaptırabileceğini öğrendik. Dört ay bir çalışma yaptık. İşveren vekilleriyle görüşüp şikâyetlerimizi bildirdik. Üç sayfa yazı yazdık. Her zaman yaptıkları uygulamayı yaptılar. “Tamam, hallederiz” diyorlar ama bir şey değişmiyor. İşveren vekilleri de sendikacılar da yine oyaladılar. Araya en son Kurban Bayramı girdi. Biz çalışmaları durdurduk. Çünkü o ara çalışmalarımız duyuldu. Bizim fabrika içindeki yerlerimiz değiştirilmeye başlandı. Çevremizdeki arkadaşlar biraz korktu, geri çekildi. Onuncu ayın yirmisinde karar verip artık Öz-Gıda’dan DİSK’e geçelim dedik. İçerideki arkadaşlar o kadar korkmuşlar ki toplantılara çağırdığımız zaman “Siz DİSK’e geçin, biz sonra geçeriz” diyorlar veya “Toplantıya gelmem ama destek veriyoruz” diyorlardı. Öz-Gıda’dan istifa ettik. İnsan kaynakları müdürüne dayanışma aidatı vermemiz gerekiyordu. Aidatı verdiğimiz saatten itibaren de çıkışımız verildi. Artık üst patronlara mı danıştılar ne yaptılar bilmiyoruz. Saat yedi buçuğa kadar bizi oyaladılar. Sonra bize 25. Maddenin 2. fıkrası okunarak iş akdimize son verildiği söylendi. Biz çalışmak istiyoruz, sendika değiştirmek anayasal hakkımızdır dedik. Tabii bunu ciddiye almadılar. “Orası beni aşıyor, yukarıdan gelen talimat bu şekilde. Bunları imzalarsanız bütün haklarınız, bütün tazminatlarınız hesabınıza yatacaktır.” dendi. Biz de “İmzalamıyoruz. Bu bir iftiradır. Bizi sadece sendika değiştirdiğimiz için işten atıyorsunuz.” deyip imzalamadan çıktık. Ertesi gün gelip işe girmeye çalıştık. Tabi güvenlik bizi almadı. Sonra direnişe geçtik.

DSC09724

Murat Ülker’le toplantı

Direnişin 23. günü Murat Ülker kendisi bir görüşme talep etti. Ülker’in 70. yıl kutlamasına bir gün kala bu teklif geldi. Kani Beko, Gıda-İş’in genel başkanı ve ben komite başkanı olarak Çamlıca’daki holdingde Murat Bey’in ofisinde bir görüşme yaptık. Ben yine içerideki sıkıntılar budur, sendika görevini yapmıyor, anayasal hakkımızı kullandığımız gün işten atıldık diye anlattım. Dosyada verimsizlik, emre itaatsizlik yazıyor; senin anlattıklarınla dosyadaki birbirini tutmuyor dedi. Dedik ki biz direnişteyiz, çadırımıza gelip size dosyayı veren vekillerinizle bizi yüzleştirin, o zaman iftira ettikleri ortaya çıkar. Murat Bey, “Ben size geçin işbaşı yapın derim ama o zaman fabrika müdürü gel sen müdürlük yap demez mi?” gibi bir şey dedi. Ben danışmanımı görevlendireceğim, sizi gelip dinleyecek, gerekirse dosyayı hazırlayan müdürle sizi yüzleştirecek, verimsiz misiniz nedir ortaya çıkacak dedi. Dedik ki “Siz buna gerçekten inanıyor musunuz? On kişi aynı gün mü emre itaatsizlik ettik, on kişi aynı gün mü verimsiz olduk? On beş senedir gayet güzel çalışan arkadaşlarımız nasıl hep beraber bir anda verimsiz olabilir?” Murat Bey’le bu şekilde konuştuk. En son aldığı United bisküvinin İngiltere’deki şubelerinde üç tane sendikanın birden görev yaptığını, aynı sistemin burada da olabileceğini söyledik. O da içerdeki sendika gerçekten görevini yapmıyorsa burada da aynı şeyin olabileceğini söyledi. Ama ona rağmen “Benim 50 bin çalışanım 300 tane genel müdürüm var. Ben onlara bir yere kadar güvenmek zorundayım.” dedi. Bu görüşmeden bir hafta sonra danışmanı İsmail Bey’i gönderdi. Danışman fabrikaya girdi, çadırımıza gelmedi. Sadece içeriye bizden üç kişi çağırdı. İçerde İsmail Bey’le görüşüp aynı şeyi onlara da anlattık. Sekiz kişi kişisel dilekçelerimizi yazdık. Şöyle başarılarımız var, şu makinelerde görev yaptık, operatörlüğümüz var, verimsiz değiliz, sadece sendikal faaliyetten işten atıldık, bize yapılan iftiradır diye. İsteklerimizi yazılı ve sözlü olarak ilettik. Halen bir cevap gelmiş değil.

Biz sadece kendimiz için değil tüm Ülker işçileri için buradayız

Eylemlerimiz sürüyor. İçerideki arkadaşların desteğini bekliyoruz. İçeride beş üyemiz daha var. Muhtemelen buranın güçlenmesini istemedikleri için onları işten atmıyorlar. İçerideki amirler sürekli arkadaşlarımızı tehdit ediyorlar. Her tarafa kamera koydular, onların yanına gitmeyin, selam vermeyin diyorlar. Yanımıza gelip selamlaşan arkadaşı hemen tehdit edip ailelerini referanslarını arıyorlar. Bizi arkadaşlarımızdan koparmaya çalışıyorlar. Arkadaşlarımızın gönülleri burada ama kredi kartı borçlarından, kiralarından dolayı hesap kitap içindeler. Bunları yenemediler. Biz sadece kendimiz için burada değiliz, tüm Ülker işçileri, ülkedeki bütün işçiler için buradayız. Birleşe birleşe kazanacağız. Biz sekiz kişi sesimizi dünyaya duyurduk ama şurada yüz kişi olsak başka olur. Dışarıya sesimizi çok güzel duyurduk ama içerideki destek yetersiz kalıyor. Sendikaların hepsi aynı gibi görüyor bazıları. Ama bunları ne kadar tanıyorsunuz diyoruz. İşte aşırı solcudur diyenler var. Solcu olsun fark etmez ki. Burada bir sınıf dayanışması var. Adam ibadet yapmıyorsa namaz kılmıyorsa kendi bileceği iş. Buradaki amaç ekmek davası. İçeride bir haksızlık vardı. Biz bu haksızlığa göz yummadık ve buraya çıktık. Mesele bu. Adam namaz kılmıyorsa ben onu yargılayamam. Yargılamak bana düşmez. Allah’la onun arasındadır. Namaz kılmıyorsa hesabını Allah’a verecektir. Ben ona bildiğim doğruyu anlatırım. İslamiyet’ten bahsederim ama o yaparsa kendine yapar, yapmazsa da kendine yapar. Duyurmak bizden doyurmak Allah’tan. Çeşitli taraflara çekmek isteyenler var. İşte şucu bucu diyerekten. Onlara biz aldırmıyoruz. Şucu bucu denilen kesimler bizim yanımızda oldular. Dışarıdan geçen birisi buradaki meseleyi anlıyorsa, içerdekiler niye anlamıyor?

İnşallah onlar da korku duvarını aşacaklar

Bu caddeden geçen bir arkadaşımız, bir komşumuz, bir ablamız sıcak çorbasını paylaşıp bize getiriyor. Bizden bir beklentisi mi var? Yok, sadece destek için bir sıcak çorbasını bizle paylaşmak istiyor. Biz bunu içerideki arkadaşlarımızdan da bekliyoruz. Çünkü onlar için buradayız. Dışarıdan geçen birisi buradaki meseleyi anlıyorsa, içerdekiler niye anlamıyor? Daha ne yapmamız gerekiyor? İnşallah onlar da korku duvarını aşacaklar. Şu an içeride bir duman var. O dumandan bazı şeyleri görmüyorlar. Biz anlatıyoruz ama bir yere kadar etkili oluyor. İnşallah o dumandan çıkıp bize destek verecekler. Arkadaşlarımızdan destek bekliyoruz, Allah hakkımızda hayırlısını versin diyelim. Herkese teşekkür ediyoruz desteklerinizden dolayı. Gelemeyenleri engellenenleri kınıyoruz. Basında özgürlük varsa gelip bizi dinlesinler. Bize şimdiye kadar destek veren tüm sivil toplum kuruluşlarına teşekkür ediyoruz. Basın, özgürlük deyip gelemeyen bir takım kesimlere seslenmek istiyoruz. Basında özgürlük var diyorsunuz ama engellenenler var biz biliyoruz. Hükümet kanadından gelen olmadı. Muhafazakâr bir kesim olarak bizim Ak Parti hükümetine yakın olduğumuzu herkes biliyor. Başından beri Ak Parti’yi desteklememize rağmen Ak Parti’den bizi dinlemeye gelen olmadı. Biliyoruz ki haberleri vardır. Her tarafta haberlerimiz yapıldı. Meclise dahi taşındı. Bimer’e şikâyet etmemize rağmen bir sonuç alamadık. İş-Kur’a işsizlik maaşı için başvuru yaptık o dahi engellendi. Ben İş-Kur’a on altı sene işsizlik maaşı primi ödedim. İşveren vekili bana iftira attığı için işsizlik maaşımı alamıyorum. İşveren vekili beni bir de böyle mağdur etti. Bunun da hesabı sorulacak tabii. Belki bu dünyada hesabını soramayacağız ama Allah bunların hepsinin hesabını soracak onlara.

1

Saliha Topal (Murat Topal’ın Eşi):

Ben 1976 Yozgat doğumluyum. 16 yıllık evliyim. 3 çocuk annesiyim. Eşim 12 senedir Ülker’de çalışıyordu. Hiçbir neden olmadan işten attılar. Eşimin işten çıktığını akrabamdan öğrendim. Akşam Murat işten çıkmışsın dedim. Evet dedi. Murat yaşadığı problemleri çocuklar etkilenmesin diye eve yansıtmaz. Çalışma saatlerinden ötürü eşimi ben dahi zar zor görüyordum. Pazar dahi çalışıyordu. Neden? Evini iyi geçindirebilmek için. Çocuklarım okula gidiyor. Evimiz kira. İster istemez maddi sıkıntılarımız oluyor. O yüzden çalışmak zorunda kalıyordu. Bazen de zorunlu mesai yaptırıyorlardı. Bize vakit ayırması çok azdı, kısıtlıydı. Çocuklarım hafta sonu olunca “Neden herkesin babası çocuklarını gezmeye götürüyor? Neden biz hep evdeyiz?” diyorlardı. Çocuklara bir anlatıyorsun iki anlatıyorsun. Sonuçta çocuklar ve gezmeye, eğlenmeye ihtiyaçları var. Eşim orada mesai yapmayıp çocuklarına zaman ayırsa evde ister istemez maddi sıkıntılar başlıyor. Mesai yapsa çocuklarına zaman ayıramıyor. Neden yani? Verdikleri fazla bir ücret değil sonuçta. Daha az çalışıp evini geçindirebilecek kadar maaş istiyoruz. İstediğimiz fazla bir şey değil. Şimdi 50 gündür işsiz. Haklı oldukları halde çıkardıkları için biraz üzülüyoruz. Başka bir üzüntümüz yok. Buradan Murat Ülker’e de sesleniyorum bir günde 10 senelik 15 senelik 20 senelik işçiler neden atılsın? Neden suçlayarak attılar? Eşimin arkadaşlarına sesleniyorum: Akşam eve gidince başlarını rahat bir şekilde yastığa koyabiliyorlar mı? 10 senedir, 20 senedir arkadaşlık yapmışlar. Neden destek vermiyorlar? Arkadaşlarına destek çıksınlar. Yalnız bırakmasınlar. Hep beraber çıktılar bu yola hep beraber devam etsinler. Eşlerimizin orada onlara ihtiyaçları var. O yüzden destek çıkmalarını istiyorum.

1 Response

  1. 14 Ocak 2018

    […] Sabri Ülker’in hayat hikâyesinin anlatıldığı kaynaklarda sık sık DİSK’e atıf yaptığı rahatlıkla görülebilir. İşçilerin bir taleplerini kabul etse, ertesi gün başka bir taleple geldiklerini, bunun da DİSK yüzünden olduğunu sık sık ifade eden Sabri Ülker, fabrikalarında yalnızca sağ sendikalara yer vermeye gayret eder. Bununla birlikte, Ülker’in Topkapı’daki fabrikasında çalışan 8 işçi, taleplerini dillendirmediği ve patron hesabına çalıştığı gerekçesiyle Hak-İş’e bağlı Öz Gıda İş’ten ayrılarak DİSK’e bağlı Gıda İş Sendikası’na geçerler. Şirket hemen ilişiklerini kesmek ister. İşçiler de greve gittiklerini açıklayarak haklarını talep ederler. DİSK’in yanı sıra, Emek ve Adalet Platformu ve muhalif medyanın da desteğini alan işçiler 140 gün süren direnişlerinin ardından kıdem tazminatlarını, o ana kadarki sigortalarını alır ve işsizlik maaşından da yararlandırılarak fabrikadan uzaklaştırılırlar. Bir müddet sonra HDP İstanbul Milletvekili Levent Tüzel, Ülker işçileriyle ilgili olarak Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı tarafından yanıtlanmak üzere bir soru önergesi verir. Önergenin konusu, işçilerin işten sendika değiştirdikleri gerekçesiyle çıkartılıp çıkartılmadıklarıdır. Bakanlık, işçilerin sendika değiştirdikleri için işten çıkartıldıklarını ve bu nedenle Ülker’e para cezası verildiğini açıklar. Ancak tüm yaptırım bu kadardır. Ülker’in bu vakada işten attığı işçilerden Murat Topal’ın anlattıkları bu şirketin ve ailenin sağ politikayla ilişkisinin olduğu kadar, sağ politikanın “millet” ve “din” kavramlarından ne anladığının da kapsamlı bir özeti niteliğinde. (Kaynak) […]

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir